Kont Ailesinin Çöpü – Ch 447 – O İNSAN (1)

Choi Han, bu dünyaya ve Karanlıklar Ormanına düştüğü güne geri dönmek konusunda hiçbir duygu hissetmiyordu.

“Bu bir illüzyon ama gerçek gibi geliyor.”

Ayaklarının altında yaprakların hışırtısı ve çıtırtısı, yanaklarından geçen esinti ve esintinin içine karışan orman kokusu. Her şey gerçek gibiydi.
Ormanın kokusu.
Kulağa çok hoş gelse de o orman kokusunun içine çürümüş balık gibi bir koku karışmıştı.
Bu, bir ormanın taze kokusu ile içindeki zalim ve gaddar yaratıkların karışımı olan Karanlıklar Ormanının kokusuydu.
Zayıf yaratıkların ve canavarların her an ölebileceği bu yerde esen meltem, balıksı bir kan kokusu taşıyordu.
Choi Han ilk geldiğinde bu kokuların ne olduğunu bilmiyordu ama artık yaşlanan Choi Han bunların kimliğini çok iyi biliyordu.
Sayısız ölüme tanık olmuştu.
Bu yüzden şu anda hiçbir şey hissetmiyordu.
Choi Han başını eğdi ve cüzdanındaki aile fotoğrafına bakmaya devam etti.

“…Bu.”

Ancak aile üyelerinin bulanık yüzleri, ona unutulmuş geçmişini hatırlattığı için, kalbine bıçak gibi saplandı.

“Bu biraz acı verici.”

İllüzyonun kendisinden ziyade, geçen onca zaman için üzülüyordu. Normalde bunun hakkında sakince konuşabilirdi ama duygularını gizleyemezdi.

‘Çok fazla yaşlandım.’

Choi Han, geçmişi düşünüp nostaljik duygulara kapıldıkça daha çok yaşlandığını fark etti.

‘Ama rahatladım.’

Choi Han şu anda duygularını tanımlayacak en iyi kelimenin ‘rahatlamış’ olduğunu düşünüyordu.
Choi Jung Soo’nun anıları aracılığıyla ailesinin yeni nesillerini gördüğü için rahatlamıştı. Doğrudan aile üyelerinden hiçbiri orada değildi ve sadece bazı kuzenlerinin yaşlanmış hallerini görmüştü ama buna minnettardı.
Choi Han’ın cüzdanı tutan eli zayıfladı.

“…Sana cüzdan taşımanı söylemiştim.”

Onun yüzünü hatırlamıyordu ama annesinin sesini hatırlıyordu.
Babası, onun yorumunu duyduktan sonra hızla cüzdanı alırken ona biraz da harçlık vermişti.

‘Bunu hatırlıyorum.’

Choi Han aile fotoğrafını dikkatlice cüzdanına geri koydu ve cüzdanı güvenli bir şekilde cebine koydu. Daha sonra yürümeye başladı.

‘Bu illüzyondan hızla kurtulmam gerekiyor.’

Choi Han bu illüzyonun içindeyken yalnız kalan Cale için işlerin ne kadar kötü olacağı açıktı. Tabii ki Raon hızla toparlanırsa durum farklı olabilirdi.

‘Yine de.’

Choi Han’ın ailesi olarak artık Kim Rok Soo, hayır, Cale vardı
Bir süredir Cale’i ailesi gibi görüyordu ancak Choi Jung Soo’nun anılarını gördükten sonra Cale tam anlamıyla onun gerçek ailesi olmuştu.

‘Ah, hadi ama! Kim Rok Soo, neden ikimiz de aynı gün doğmuşuz ha?!’
‘Aynı günde doğmuş olmaktan ben de memnun değilim, o yüzden kapa çeneni.’
‘…Vay canına, kırıldım. Kim Rok Soo, çok soğuksun.’
‘Kapa çeneni.’
Choi Jung Soo ve Kim Rok Soo’nun doğum günü aynıydı.
‘Hey, hey, Rok Soooooooo.’
‘Bana bu kadar iğrenç bir şekilde seslenme.’
‘Ah, düşündükçe daha da yazık olmuş gibi geliyor. Eğer benden daha geç doğmuş olsaydın seni bir dongsaengim olarak kabul edebilirdim.’
‘Bu saçmalığa devam edeceksen duvarla konuş.’
‘Vay be, takım lideri-nim! Kim Rok Soo’nun bir iş arkadaşıyla nasıl konuştuğuna bakın! O kadar soğuk ki!’
‘Soğukmuş, götüm.’

Choi Jung Soo, Kim Rok Soo’yu kardeşi olarak görmüştü. Kim Rok Soo’yu hem dongsaengi hem de hyungu olarak görüyordu.
Tüm bu anıları gördükten sonra Choi Han, Choi Jung Soo’ya benzer şekilde Kim Rok Soo’nun gerçek yeğeni ve kardeşi olduğunu hissetmişti.

‘Ben Choi Jung Soo’dan farklıyım.’

Choi Jung Soo’nun anılarını sadece görmemişti, onları ilk elden deneyimlemişti de ama Choi Han, kendisini hiçbir zaman Choi Jung Soo gibi görmemişti.
Ancak yine de alması gereken şeyleri almıştı.
Bunlardan biri Choi Jung Soo’nun yetenekleriydi.
Choi Han alçak bir ses duyduktan sonra başını çevirdi.
Ormanın içindeki ağaçlardan gelmişti. Choi Han, ağaçların gölgesinde saklanan düşmanın bakışlarını fark etti.

‘Eski ben bunu yapamazdı.’

Geçmiş benliği öyle bir panik içindeydi ki, ormanda şaşkın bir şekilde dolaşıp durmuştu ve o bakışı görememişti, sonunda da vahşi hayvanın avı olmuştu.

‘Koştum ve biraz daha koştum.’

O vahşi hayvandan kaçmak için koşmaya devam etmişti. Durmadan koşarken üniforma pantolonunun bir ağaç dalına takılıp yırtılması umurunda değildi.
Nefes almanın ne kadar zor olduğunu ya da yüzünün terle kaplı olduğunu bile fark etmemişti.
Sadece koşmaya devam etmişti.
Daha sonra düşmüştü.
Düşmüş, yere yuvarlanmış, ayağa kalkmış ve dikkatsizce cebine koyduğu cüzdanın düştüğünü fark etmeden koşmaya devam etmişti.

‘Geçmişin anıları…’

Bu anılar Choi Han’ın zihnini doldurduğu an…

“Ah.”

Choi Han’ın görüşü karardı.
Çevresi bir anda değişti.

“Grrrrrrrr-”

Az önce hatırladığı anılar yeniden canlanmaya başladı.
Koşarken düşen Choi Han, vahşi hayvanın yavaşça kendisine yaklaştığını görebiliyordu.
Canavar, sanki zavallı avının son anlarının tadını çıkarıyormuşçasına ona yavaşça yaklaşmıştı.
Choi Han boş boş o sahneye baktı.
Geçmişteki Choi Han o anda ağlamıştı.

‘Ühühühh. Hüüü.’

Ayağa kalkıp kaçmaya cesareti yoktu.

‘…Baba, anne……’

Düşüş acı vericiydi ve bu canavarın kendisine yaklaşmasından çok korkuyordu.
Her ne kadar küçüklüğünden beri eski dövüş sanatları ile ilgili eğitim almış ve gücünü geliştirmiş olsa da bu an, Choi Han gibi genç bir çocuk için fazlasıyla korkutucuydu.
Her şeyi bırakmak istiyordu.
Ancak geçmişteki Choi Han her şeyi bırakamazdı.
Tekrar ayağa kalkması gerekiyordu.
Ayağa kalkması gereken o an şu anki Choi Han’ın önünde tekrarlandı.

Choi Han’ın cüzdanı vahşi hayvanın büyük pençesi altında ezilmişti. Geçmişteki Choi Han, o anda aile fotoğrafını ve her aile üyesinin yüzünü hatırlıyordu.
Bu onu kızdırmıştı.

‘Hayatta kalmam lazım! Ne olursa olsun hayatta kalmalıyım!’

Bu düşünce Choi Han’ın yakındaki bir taşı alıp vahşi hayvana atmasına neden oldu ve neyse ki taş vahşi hayvanın gözüne çarptı.
Choi Han bunun sayesinde kaçmaya devam edebilmişti.
Choi Han birkaç gün sonra tekrar cüzdanını bulmaya çalışmıştı ama vahşi hayvanın ezdiği cüzdan tamamen kaybolmuştu.
Şuan ki Choi Han, vahşi hayvanın ayağının altındaki cüzdanı tekrar görebiliyordu.

“…Hayır.”

Bunun bir illüzyon olduğunu biliyordu, hayır, belki de bunun bir illüzyon olduğunu bildiği için Choi Han taşı alıp vahşi hayvana doğru fırlattı.
O taş, aynı hatırladığı gibi vahşi hayvanın gözüne çarptı.

“Rooooooooooooooooo!”

Vahşi hayvan başını salladı, tek gözünü açamıyordu artık.
Choi Han, hayvanın tepkisini gördükten sonra ayağa kalktı. Daha sonra hızla koşmaya başladı. Geçmişten farklı olarak ileri doğru koşuyordu.
Vahşi hayvandan kaçmıyor, ona doğru koşuyordu.
Cüzdanı bu şekilde çiğnenecek bir şey değildi. Bu sefer kurtaracaktı. Choi Han, kayıp yıllarını olduğu gibi kabul edip de aynı anıları yaşamak istemiyordu.

“Ah.”

Bir nefes verdi.
İleriye doğru bir adım attı.
Ancak ayağı hareket etmiyordu. Sadece olduğu yerde yürüyordu. Sahip olduğu her şeyle ayağını ileri doğru hareket ettirmeye çalıştı ama ayakları sadece yerinde hareket etti.

‘Sanırım bir illüzyon olsa bile geçmişi değiştiremem.’

Boom. Boom.

Ne kadar çabalasa da vahşi hayvana yaklaşamadı.
Choi Han yavaşça kaşlarını çatmaya başladı. Ancak ayakları iradesine uymamaya devam ediyordu. Canavar gözünü kapatarak her hareket ettiğinde cüzdan eziliyor ve tekrar eziliyordu.
İçerideki resim de buruşacak ve yırtılacaktı.

‘…Baba, anne……’

Geçmişteki halinin çığlıkları Choi Han’ın kulaklarında yankılanıyordu. Bakışları sadece cüzdana odaklanmıştı. Onu çevreleyen orman yavaş yavaş kararmaya başladı.

O andaydı.

Şhhhhhh…

Vahşi hayvana yaklaşmaya çalışan ayakları kırmızı zincirlere takıldı. Kırmızı zincirler gizlice ama hızla Choi Han’ın bacaklarını bağladı.

“Ah.”

Daha sonra Choi Han’ı geri çektiler.
Anılarındaki genç Choi Han ondan kaçarken bedeni de yavaş yavaş vahşi hayvandan uzaklaşıyordu.

“Kahretsin!”

Choi Han bacağını tekmeledi ve zincirleri çıkarmaya çalıştı. Ancak faydasızdı. Daha sonra zincirleri çekmek için ellerini kullandı.

Şhhhhhh…

Ancak Choi Han’ın elleri çok geçmeden karanlıktan çıkan daha fazla kırmızı zincire yakalandı. Choi Han kırmızı zincirlerin bacaklarını, ellerini, kollarını, omuzlarını ve karnını kapladığını gördü.
Geçmişte yaptığı gibi yavaş yavaş vahşi hayvandan uzaklaştı ve dünyanın yavaş yavaş kararmasını izledi.
Bu karanlık ona, Karanlıklar Ormanındaki ilk gününde vahşi hayvandan zar zor kaçmayı başardığı geceye benzer bir his vermişti. Başka bir şeyin ortaya çıkıp onu öldürebileceği korkusuyla titrerken zar zor hayatta kaldığı geceydi. Aile fotoğrafını düşünürken ağladığı geceydi. Uyuyamayınca aile üyelerinin isimlerini tekrar tekrar söylemeye devam ettiği geceydi.
Vahşi hayvandan ve ezilmiş cüzdandan uzaklaştıktan sonra o geceyi andıran karanlık Choi Han’ı bekliyordu.

“…Ha, haha-”

Choi Han gülmeye başladı.

“Hahaha-”

Bu durumu gülmeden kaldıramazdı. Korktuğunda ağlamayı çoktan unutmuştu. Korkudan ağlayıp da canavarların ona yaklaşmasına izin veremezdi.
Ağzını kapalı tutmuştu ve eğer dudaklarını kanamaya başlayacak kadar sert ısırırsa hemen silmiş ve elini kumla temizlemişti. Kanının kokusunun canavarları çekmesine de izin veremezdi.
Ancak geçmişte gülmeyi de başaramamıştı.
Kahkahasının canavarları kendisine çekmesine izin veremezdi.

“Hahaha-”

Choi Han gülmeye devam etti.
Zincirlerle kaplı elini hareket ettirdi. Choi Han’ın titreyen eli yavaşça yakalamak istediği şeyi yakaladı.
Kırmızı zincirler. Karanlığın içinden çıkan şeyi sıkıca yakaladı ve onu içeri sürükledi.
Daha sonra karanlığa doğru yürüdü.
Choi Han kırmızı zincirleri iki eliyle yakaladı ve kendini karanlığa doğru çekti.
Karanlık ona birçok şeyi hatırlattı. Çoğu yalnız geçirmek zorunda kaldığı sefil anlardı.
Choi Han o karanlıkta metanetli bir şekilde yürüdü. Artık kollarını ve bacaklarını göremeyecek kadar karanlık olduğunda…

“Haha…”

O güldü.

“Şafak bu andan sonra geldi.”

Gece her zaman geçerdi.
O kadar karanlıktı ki artık kırmızı zincirleri göremiyordu. Ancak zincirler hala Choi Han’ın elindeydi. O eller yumruk haline geldi ve karanlığa yumruk attı.

Bam! Bang! Bam!

Choi Han karanlığa defalarca yumruk attı.
Eli acımaya başladı. Karanlığın içindeki kan kokusunu alabiliyordu. Elleri kesildiğine göre bu muhtemelen onun kanı olmalıydı.

Bang! Bam!

Ancak durmadı.
Bu karanlığı bitirmesi gerekiyordu.

Bom Bom!

Choi Han sonunda karanlığın içinden gülümsedi.

‘Buldum.’

Karanlığa son vermenin yolunu bulmuştu.
Büyük bir vuruş yaptı.

Baaaam!

Choi Han sonunda karanlığın parçalanmaya başladığını gördü.
Kırmızı kubbe yıkılıyordu.
Choi Han elini kırık kubbenin arkasındaki alana doğru uzattı. Kırmızı zincirlerini bıraktı. Kanlı elleri öne doğru uzandı.

“S, sen nasıl…?”

Şok olmuş İllüzyonistin sesi Choi Han’ın kulaklarına ulaştı. Ancak eli durmadı ve onu yakalamayı başardı.

“Ah!”

İllüzyonist, Choi Han’ın kolunu tutan elini gördü. Kanla kaplandığı için normal rengini kaybeden eller onu o kadar sıkı tutuyordu ki İllüzyonistin kolu uyuşuyordu.
Bakışlarını kolundan ayırıp Choi Han’a baktı. Daha sonra nefesi kesildi.
Son derece derin siyah iki göz gördü.
Gözleri çok derindi ve henüz ergenlik çağındaki biri için kurumuş gibi görünüyordu.
İllüzyonistin gözleri Choi Han’ın gözlerine baktıktan sonra titremeye başladı.
O siyah gözler, o an İllüzyonistin arkasındaki aile üyesinin rahatlamış bir şekilde gülümsediğini gördü.

“İyi misin?”

Choi Han, Cale’in sorusuna gülümseyerek başını salladı.
O iyiydi.
Artık iyiydi.
Hayır, çok iyiydi.

Artık çok iyiydi.

———-

Merhabalar, uzun bir aradan sonra tekrar buradayım. Sizi hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim ve bundan sonra size güzel ve doğru çeviriler sunmak için sıkı çalışacağım. Elimden geldiğince günde en az 1 çeviri ya da daha fazlasını paylaşacağım. Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğim. Sevgiler ve saygılar.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *