Kont Ailesinin Çöpü – Ch 438 – NE KADAR DA DOKUNAKLI (3)

“Ödül töreni burada bitmiştir.”

Alberu Crossman’ın yöneticiye işaret etmesiyle grup çalmaya başladı. Veliaht prens konuşmaya devam ederken görüntülü iletişim cihazına ve soylulara baktı.

“Bugün neşeli bir gün, umarım meydandaki ve bu salondaki insanlar bu anın gerçekten tadını çıkarırlar.”

Başlarını öne eğmiş soylular, sanki söyleyecek söz bulamıyormuş gibi Alberu’nun bakışlarından kaçındılar.

‘Eğlence? Gerçekten eğlenmek mi? Bunun mümkün olduğunu düşünüyor musun?’
‘…Bu kötü.’

Neşeli ve hareketli bir şarkı çalıyordu ama salonun içindeki atmosfer garip bir şekilde sakindi.

“Eminim ki ben burada olursam hiçbiriniz tam anlamıyla eğlenemeyeceksiniz, bu yüzden salondan ayrılıyorum.”

Veliaht prens, salonun girişine doğru ilerlerken soylulara rahatlamalarını söyledi. Herkes ona odaklanıp onu uğurlamaya çalıştı ama Alberu tüm bu teklifleri reddetti.

Ancak soylular rahatlayamadı. Alberu ayrılırken arkasında olan bir kişi vardı. Sanki doğal bir gölge gibi hareket eden kişi, Alberu’nun kendisine ileri doğru işaret ettiğini görünce veliaht prensin yanında yürümeye başladı.

Veliaht prens onun yanında yürümesine izin veriyorsa bu, ikisinin çok yakın olduğu ve veliaht prensin ona saygı duyduğu anlamına geliyordu.

“…O kişi Choi Han.”

Bir soylu, veliaht prense ve yanındaki Choi Han’a baktıktan sonra kaşlarını çatmaya başladı.

Veliaht prens, bundan sonra eğitmeni olarak anılacak olan Choi Han’ın yakınında duruyor ve onunla sohbet ediyordu. Ancak veliaht prens giderken bile müzik devam ettiğinden soylular ne konuştuklarını duyamadı.

Marki Ailan, Roan Krallığının güneydoğu bölgesinin soylular grubunun lideri. O da veliaht prense ve Choi Han’a bakıyordu. Grubundaki Kontlardan biri yanına gelip ciddi bir ses tonuyla sordu.

“…Bu ikili çok yakın görünüyor.”

Choi Han artık soyluların ona ‘efendim’ diye hitap ettiği bir statüye ulaşmıştı. Marki Ailan, Alberu’nun rahat gülümsemesini ve Choi Han’ın sakin ve silik gülümsemesini görebiliyordu.

Gerçekten yakın görünüyorlardı.

“Marki-nim, işlerin böyle olmasına izin vermek gerçekten doğru mu?”

Marki, Kontun sorusunu duyduktan sonra yavaşça gözlerini kırpıştırdı. Doğru değildi. Marki Ailan’ın bu savaşın sonuçlarından hiçbir şey alamamış olması nasıl doğru olabilirdi?

‘…Ama buna karşı çıkmak için hiçbir bahanem yok.’

Güneydoğu bölgesinin Marki Ailan’ı ve merkez bölgenin Dükü Orsena, Henituse ailesinin Kontluktan Düklüğe yükselmesini önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapmayı planlamışlardı.

‘…Marki Stan ve Dük Gyerre çoktan Kont Henituse’un tarafındaydı.’

Bu, veliaht prens ile Dükler ve Markiler arasında bir kavga değildi; gerçekçi bir şekilde 3 karşı 2’nin olduğu bir savaştı.

‘Hayır ondan da fenası, sadece Henituse ailesi ile Ailan ve Orsena aileleri arasında bir çatışma bile denilebilir.’

Ve kaybetmişlerdi. Marki Ailan, veliaht prens Alberu’nun kendisine gizlice söylediği şeyi hatırlayınca hayal kırıklığını gizleyemeyen Dük Orsena’ya baktı.

‘Marki Ailan. Bu cılız Roan Krallığında gücünü korumak istediğin için daha büyük bir şeyi kaçırmak mı istiyorsun?’

Bir sonraki kral olacak kişi, Roan Krallığındaki gücün zayıf olduğunu söylemişti.

‘Yenilmez İttifak, Mogoru İmparatorluğu, Caro Krallığı, Breck Krallığı ve Doğu kıtasına yayılan haberlerin farkındasın, değil mi? Değil misin?’

Marki Ailan Batı kıtasına yayılan hikâyeleri duymuştu.

Bu yıl Batı kıtasında yaşanan her şeyin arkasında gizli bir kukla ustası vardı ve Cale Henituse onu durdurmak için hareket ederken o kişi de Batı kıtasını kaosa sürüklemeye çalışıyordu.

‘Gözlerin ve kulakların kapalı ve bir de aklını kullanmadan mı yaşıyorsun?’

Marki Ailan ona tepeden bakan soğuk bakışları hatırladı. Bu gözler ona bir şeyler anlatıyordu. Düz düşün.

‘Cale Henituse yalnız değil. Zaten ne senin ne de benim sahip olamayacağımız kendi grubu var.
Gerçeklikle yüzleş. Henituse ailesi, hayır, Cale Henituse bir Kont hanesinin genç efendisine mi benziyor?
Bu cılız gücü korumak için her şeyi riske atmak istemiyorsan sessiz kal. Sen akıllı bir insansın, değil mi?’

Veliaht prensin akıllı dediği Marki Ailan, Cale Henituse’un güçleriyle ilgili hiçbir şey yapamayacağı biri olduğunu sonunda fark etmişti. Elbette tüm soylular Cale Henituse’u bastırmak için birlikte çalışsaydı bu mümkün olabilirdi.

Ancak bu Cale Henituse’un başka bir yere gitmesine neden olabilirdi.

“…Onu kaybedemeyiz.”

Bunun olmasına izin veremezlerdi.

“Marki-nim?”
“Mühim değil.”

Choi Han ve Alberu’nun dostça sohbetini izlerken, Konta bunun mühim olmadığını söyleyip başını salladı.

Onlara bakan birçok kişi vardı. Bunlardan biri Cale’di.

“Ne zaman bu kadar yakınlaştılar?”

Choi Han ve Alberu nereden kadar bakarsa baksın yakın görünüyordu.

– İnsan! Choi Han oyunculuk yapıyor gibi görünmüyor! Choi Han’ın oyunculuğu berbattır!

‘Kesinlikle.’

Cale, ikisinin istediği gibi yapabileceğine karar verdi ve arkasını döndü. Choi Han ve Alberu o anda sessizce sohbet ediyorlardı.

“Eğitmen-nim, sizin de kutlamanın tadını çıkarmanız gerekmez mi?”
“En azından öğrencimi dışarı uğurlamam gerekmez mi?”

Alberu nazikçe gülümsedi ve Choi Han’ın metanetli yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.

“Hımm, eğitmenim?”
“Evet majesteleri.”
“Eğitmenimin berbat bir oyuncu olduğunu duydum.”
“Durum öyle görünüyor.”

Alberu, Choi Han’a bir soru sormadan önce sessizce gülümsedi.

“Gerçekten beni öğrencin olarak almayı mı düşünüyorsun?”
“…Lütfen bunu al.”

Choi Han üniformasından küçük bir yığın kâğıt çıkardı ve Alberu’ya uzattı.

“Ne…?”

Choi Han yüzündeki sakin gülümsemeyi silip metanetli bir ifadeyle karşılık verirken Alberu kafa karışıklığıyla Choi Han’a baktı.

“Kılıç sanatlarını öğretmede iyiyimdir.”

Alberu’nun yüzündeki gülümseme kayboldu ve yerini güvensizliğe bıraktı. Kağıt yığınına bir göz attı. Birden fazla basit kılıç sanatının temellerini gösteren görseller vardı. Choi Han bu resimleri bizzat çizmiş gibi görünüyordu.

‘Gerçekten bana öğretecek mi?’

Gerçekten onun kılıç sanatı eğitmeni olmayı mı planlıyordu?
Alberu hayatında hiç eğitmeni olmamış biriydi. En yakınındaki kişi Tasha’ydı ama o da ailedendi.

Alberu kulağının yanında sert bir ses duydu.

“En azından kendinizi nasıl koruyacağınızı bilmeniz gerekmez mi?”

Alberu başını kğıtlardan kaldırıp Choi Han’a baktı. Alberu, bu sözlerin arkasında saklı olan gerçek niyeti görmek için Choi Han’ı dikkatle izliyordu.
Alberu kıkırdamaya başlamadan önce bir süre gözlemledi.

“Eğitmen-nim, aslında kılıç konusunda oldukça iyiyimdir.”
“Benim kadar iyi değilsiniz majesteleri.”
“Bu yüzden benden öğrenmemi istiyorsun?”
“Öğrenmek harikadır. İncinmeden uzun bir hayat yaşamak en iyisidir.”

Alberu yüksek sesle gülmeye başladı. Uzaktaki soylular Alberu’ya daha çok odaklandılar ama o, Choi Han’a bakarken bunu umursamadı.

“Görünüşe göre benzer insanlar bir grupta toplanmış.”

Kâğıtları kıyafetinin iç cebine koydu.

“Tamam o zaman eğitmen-nim, geride kalın ve kardeşimle eğlenin.”

Choi Han hafifçe eğildi.

“…Benden iletmemi istediğiniz mesaj. Hepsini düzgünce ilettiğimden emin olacağım.”
“Evet evet. Eğitmen-nim, daha sonra bana biraz kılıç sanatı öğretin.”

Choi Han ve Alberu göz teması kurdu. Alberu konuşmaya başladığında parlak bir gülümsemeye sahipti.

“Gerçekten.”
“Elbette öğrenci-nim.”

Choi Han gülümsedi ve Alberu, ziyafet salonundan tek başına çıkmadan önce ‘şaşırtıcı derecede bize benziyorsun’ dedi. Dışarıda konuşlanmış şövalyeler ve hizmetçiler onu takip etmeye başladı.

Choi Han arkasını dönmeden önce onların gidişini izledi. Soyluların ona bakan bakışlarını görebiliyordu.

‘Oyuncak mı? Hayır. O bir hazine?’

Yeni bir hazineye bakıyormuş gibi görünen bu açgözlü bakışları görünce Choi Han’ın ifadesi hiç değişmedi. Birinin yanına gitmeden önce Mary, Tasha ve Büyücü Tugayı Kaptanını gözleriyle selamladı.
İki elinde tatlı dolu tabaklarla hızla yürüyen kişiyi fark etti.

Choi Han sessizce onu takip etti.

***

– İnsan! Bunların hepsini yiyebilir miyim? Onlar benim, değil mi?

‘Evet evet.’

Cale başını salladı ve ikinci katın köşesindeki terasa yöneldi.

“…Hımm-”

Cale bir ses duyunca başını çevirdi. Cale’e elini uzatan soylu o anda sustu.

‘Neden böyle bu?’

Adam Cale’in ona nasıl baktığını gördükten sonra bilinçsizce korkuyla kıvrıldı. Cale, ona yaklaşmayı zorlaştıran bir aura yayıyordu ve soyluların, bir Ejderhanın soğuk gözlerine bakmanın böyle bir his olduğunu düşünmesine neden oluyordu.

‘…Ben yaklaşırken kolay bir adama benziyordu!’

Ancak Cale’e yaklaştıktan sonra gözlerinin içine bakmak soylunun Cale’in ‘Gümüş Işıklı Genç Efendi ve ‘Gümüş Işıklı Kahraman’ unvanlarını hak ettiğini hissetmesine neden oldu.

“Sizin için ne yapabilirim?”
“…Ah, boş verin.”

Soylu, Cale’in sanki adamın boynuna bir hançer doğrultuyormuş gibi çıkan soğuk sesini duyduktan sonra elini hızla geri çekti ve geri adım attı.

Cale gözlerini kaçırdı ve yoluna devam etti.

– İnsan! Bugün de biraz güçlü görünüyorsun!

Cale, Raon’un yorumunu dinlerken, vücudunu çevreleyen Hükmeden Aurayı hissederek yavaşça yürümeye devam etti.

Soylu, Cale gittiğinde sonunda rahat bir nefes almayı başardı ve parmak uçlarının titrediğini fark etti. Arkadaşlarından biri yanına gelip omzunu okşayarak onu teselli etti.

“Bir kahraman yakından bakıldığında gerçekten farklıdır.”
“Değil mi? Böyle bir varlık… Sanki-”

Bir hükümdar gibi.
Ancak gururu böyle sözler söylemesine izin vermiyordu. Diğer soylu sanki ortamı neşelendirmek istermiş gibi başka bir yeri işaret etti.

“Kontrolümüz dışındaki şeyler için endişelenmeyelim ve yaklaşabileceğimiz tarafları seçelim.”

Arkadaşı Kont Henituse, hayır, Dük Henituse ve ailesini, ayrıca kuzeydoğu bölgesinin soylularını işaret ediyordu.

“Kahraman-nimi kazanmaya çalışmak ve onun gazabıyla yüzleşmek yerine başka yollar izlememiz gerektiğini söylüyorum. Ne düşünüyorsun?”
“Kulağa iyi geliyor.”

İki soylu, ilgi odağı olan kuzeydoğu bölgesinin soylularına doğru yöneldi.

Diğer soylular da aynı şeyi yapmakla meşguldü, öyle ki hiçbiri Mary ve Tasha’nın yavaşça salondan çıktıklarını fark etmedi. Sadece meydanda yayını izleyenler fark etti.

Çoğu Mary ve Tasha’nın bu kadar erken ayrılmalarından dolayı hayal kırıklığına uğramıştı ama buna pek aldırış etmediler.

“Bugün istediğimiz kadar yiyelim ve dans edelim!”
“Bu doğru! Majesteleri veliaht prens bize tüm bu yiyecekleri bedava verdi!”
“Hahahaha! Bu harika bir gün! Böyle bir günün geleceğini kim bilebilirdi?”

Hepsi anın tadını çıkarmakla meşguldü. Ancak kutlamanın merkezi olan meydanı gizlice terk edenler de vardı.

Yüzlerini kapüşonla kapatan iki kişi kalabalığın arasından geçerek dışarı çıktı.

“Barrow.”

İnsanlardan biri diğerine fısıldadı.

“Ne düşünüyorsun?”

Ayı Kral Sayeru’nun kapüşonun altındaki gözleri, yüzü kukuletasıyla örtülü olan Beyaz Yıldıza doğru yöneldi.

“Emin değilim.”
“Roan Krallığının Kuzeybatı bölgesi ile Caro Krallığı arasında kalmadın mı?”

Beyaz Yıldız yanıt vermedi ve Sayeru sanki bir yanıta ihtiyacı yokmuş gibi düşünmeye başladı.

Ödül töreninin meydanda yayınlanacağını duyduktan sonra hızla Roan Krallığının başkentine gitmişlerdi. Elbette Roan Krallığı askerlerinin dikkatinden kaçmak onlar için kolaydı.

Sayeru düşüncelerini toparladı ve kendi kendine mırıldandı.

“Hımm, Cale Henituse gibi birisi bu yayını görmek için elimizden geleni yapacağımızı biliyor olmalı. Ama yine de şu an Roan Krallığında olduğunu açıkça belli etti değil mi?”

Bir şeyler tuhaftı.

“…Dikkatimizi Roan Krallığına çevirelim diye bunu bilerek yapmış gibi görünüyor.”

Sayeru o anda Beyaz Yıldızla göz teması kurdu. Beyaz Yıldız konuşmaya başladı.

“Ölüm Diyarı. İllüzyonisti çölün girişine gönderdin değil mi?”
“Elbette.”
“O zaman biz de oraya gideceğiz.”

Sayeru sorarken sırıttı.

“Neden?”
“Görmedin mi?”

Beyaz Yıldız konuşmaya devam ederken video ekranına doğru baktı.

“Choi Han, Kara Elf, Kara Büyücü ve hatta Cale. Hepsi salonu terk etti. Bizi Roan Krallığına gelmemiz için kandırdıktan sonra-”

“Muhtemelen bu açıklığı Caro Krallığına gitmek ve gücü ele geçirmek için kullanacaklar?”

Sayeru ve Beyaz Yıldız kısa sürede başkentten kayboldu.

Kutlamanın yapıldığı sarayın ikinci katında… Görüntülü iletişim cihazında görünmeyen bir köşede…

– Hmm? İnsan! Birisi içeri girmeye çalışıyor gibi görünüyor!

Cale teras perdelerini çekip kapının kilidini açarken Raon ağzının etrafındaki çikolatalı kremayı Cale’in mendiliyle hızla sildi.

Perdeler çekilirken Choi Han kapıdan içeri girdi.

“Cale-nim.”

Cale’e baktı ve sordu.

“Beyaz Yıldız Ölüm Diyarına gelecek mi?”

Cale başını sallarken kurabiyeden bir ısırık aldı.

“Evet.”
“O zaman biz de gidiyor muyuz?”

Cale sandalyeden kalktı. Terastaki masada getirdiği tatlı tabaklarının dışında başka şeyler de vardı.
Roan Krallığının Kuzeybatı bölgesinin bir haritası, Kuzeybatı bölgesinin soylularıyla ilgili dosyalar ve son olarak… Kara Elflerin Belediye Başkanından, Tasha’nın bu sabah telaşlı bir bakışla ona uzattığı bir mektup vardı.

< Acil haber! >
< Ölüm Diyarında iki gün sonra dört gün sürecek olay gerçekleşecek. >
< Bunu anca bugün fark ettik. Acil olduğu için mesajı Tasha aracılığıyla gönderiyorum! >

Olay.

Kara Elflerin evlerini Ölüm Diyarının altına inşa etmelerinin nedeni. Siyah kumla kaplı bu çölde yılda iki kez düzensiz zamanlarda ölü mana duman olarak yükseliyordu.

Ölüm Diyarı bundan iki gün sonra ölü mana dumanıyla kaplanacaktı.

< Tüm sakinleri tahliye ettik ve hazırlıkları tartışıldığı gibi tamamladık, ancak plan gerçekten de tartışıldığı gibi ilerleyecek mi? >

Cale, Kara Elf Belediye Başkanının son cümlesini okuduktan sonra mektubu cebine koydu.

< Bildiğiniz gibi karanlık özelliği olmayan insanlar o dönemde çölde doğru dürüst nefes bile alamıyorlar. >
< Genç efendi-nim, savaşabilecek misiniz? >

Cale konuşmaya başlamadan önce Choi Han’a nazikçe gülümsedi.

“Beyaz Yıldızın sağ kolunu keselim mi?”

———-

Merhabalr, uzun bir aradan sonra tekrar buradayım. Sizi hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim ve bundan sonra size güzel ve doğru çeviriler sunmak için sıkı çalışacağım. Elimden geldiğince günde en az 1 çeviri ya da daha fazlasını paylaşacağım. Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğim. Sevgiler ve saygılar.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *