Kont Ailesinin Çöpü – Ch 24 – İYİLİĞİ GERİ ÖDEMEK (4)

Bunun yerine, Kara Ejderha yavaşça geldiği geçide geri döndü. Cale şaşkınlıkla ejderhayı izlerken, kulağına ulaşmak için rüzgârı delen küçük sesi duyabiliyordu.

“… ben … sadece geçiyordum.”

“Tsk.”

Cale’in dilini cıkladığını duyduktan sonra Kara Ejderhanın sırtı irkildi, ama Cale’in ejderhaya dikkat edecek zamanı yoktu. Mağaranın rüzgâr hareketlerinde 3 saatlik kuvvetli rüzgâr ve 3 saatlik zayıf rüzgâr döngüsü vardı. Şu an, rüzgârın zayıflamaya başladığı andı. Tabii ki, merkeze yaklaştıkça rüzgâr yine daha da güçlenecekti.

Swiiiiiiiiiiiiish.

“Oldukça korkutucu.”

Rüzgâr, hâlâ “zayıf aşama” olarak adlandırılamayacak kadar güçlüydü. Roman, 150 yaşındaki adamın bu kuvvetli rüzgârdan taş kulesine ulaşmak için her gün yürüdüğünden bahsediyordu.

Cale bakışlarını tekrar mağaranın merkezine çevirdi. Büyük yeraltı bölgesine bakıyordu. Kasırganın ortasında yarı yığılmış bir taş kulesi vardı. Orada hiç rüzgâr yokmuş gibi görünüyordu. Yarı yığılmış taş kulesinin yanında çok sayıda başka taşlar da vardı.

‘Tüm bu taşları üst üste yığmam gerekiyor.’

Sorun kuleye ulaşmaktı. Taşları istiflemek sorun olmazdı.

Cale, ileriye doğru bir adım atmadan önce kalkanının ve onu çevreleyen kanatlarının üzerinden baktı.

Sert rüzgâr kalkanla çarpıştı. Gümüş kalkan şeffaf olmasına rağmen, rüzgâr gerçek bir metal kalkana çarpıyormuş gibi bir ses duyuluyordu.

Bu ses uzağa bakan Kara Ejderhanın Cale’e bakmak için yavaşça dönmesine neden oldu.

“… Ama sen zayıfsın …”

Ejderhanın görebildiği kadarıyla Cale, kalkan ve kanatlar onu koruduğu halde zar zor ilerliyordu. Kalkan ve kanatlar tarafından engellenemeyen rüzgâr, giysilerini havalandırıyordu. Kalkanın altından sızan rüzgâr, onun arada sırada hareket etmeyi bırakmasına neden oluyordu.

Ancak Cale her seferinde bir adım öne çıkmaya devam etti. Sonra ejderha onu gördü.

Cale gülümsüyordu. Bu insan, o güçlü kasırgaya kıyasla hiçbir şey değildi, birlikte seyahat ettiği yavru kedilerden bile daha zayıf olan aynı insan, birlikte seyahat ettiği herkesin içinde en zayıf olan bu insan, bu rüzgârda zorla ilerlerken gülümsüyordu.

Ejderha daha önce hiç bu kadar gümüş bir kalkan görmemişti. O daha önce hiç böyle kanatlar da görmemişti. Ejderha kendi kanatlarına baktı. Onun kanatlarından çok farklıydı. Son derece güzeldi. Ejderha, bu gücün ne olabileceğini merak ediyordu.

Ancak ejderha, kutsal ve görkemli kalkan ya da kanatlara odaklanmamıştı. Tüm dikkatini gülümseyen Cale’in üzerine vermişti.

Ve bakışının hedefindeki Cale gülümsemeye devam ediyordu.

‘Katlanılabilir bir dirençmiş. Baya konforlu aslında.’

Rüzgâr yüzünden biraz zor ve yavaş ilerliyordu ama aslına bakarsak bu rüzgâr bir esinti gibi hissettiriyordu. Kılıç sanatını öğrenirken Beacrox’un neredeyse Ron tarafından öldürülmesine kıyasla, bu çocuk oyuncağıydı.

Bu, Cale’i bir kez daha fazla çaba harcamadan bir şeyler kazanmanın en iyisi olduğunu hissettirdi.

Kırılmaz Kalkanı kullanırken katlanılan hiçbir fiziksel veya zihinsel baskı yoktu. Kırılırsa kısa bir zorlanma alabilirdi, ancak şu anda herhangi bir kırılma tehlikesi yoktu.

‘Sadece geri itiliyor.’

Rüzgâr kuvvetliyse kalkan geri itilirdi. Dürüst olmak gerekirse, Cale birçok kez geri püskürtülmesini bekliyordu. Kalkanın gücünü düşürmüş ve onu mümkün olduğu kadar genişletmiş olmasının nedeni buydu. Ne zaman geri itilse, kalkanın boyutunu yavaşça küçültmeyi planlıyordu.

Ancak bu kalkan Cale’in beklediğinden daha da iyi çalışıyordu. Bu, Cale’in kibrini biraz beslemişti, ancak kasırganın ortasındaki yarı mesafeye ulaştığında, tüm diğer düşüncelerinden kurtulmak zorunda kaldı.

Roman, merkeze yaklaştığınızda bir ses duyacağınızı söylemişti. Yaşlı bir adamın sesi olması gerekiyordu.

Cale o sesi bekliyordu. Ses çıkmaya başladığında kasırganın daha da güçlenmesi gerekiyordu.

-Pişmanım.

Sesi duyabiliyordu. Ama biraz tuhaftı.

-Ahem, pişmanım.

Üzgün, yaşlı bir adamdı.

“Tsk tsk.”

Cale dilini cıkladı. Bu kadim güçlerin hiçbiri normal değildi. Taylor neden yaşlı adamın sesinin samimi olduğunu düşünmüştü? Cale, Taylor’un düşünce şeklini anlayamamıştı.

Ancak Cale, dilini cıklamayı ve sonrasında da hareket etmeyi bıraktı.

-Aşina olduğum bir güce sahip olan sen, bu gücü almayacağını umuyorum.

“Hmm?”

‘Aşina olduğum bir güce sahip olan mı?’

Bu ifade Cale’in dikkatini çekmişti. Aynı zamanda rüzgâr güçlenmeye ve alanı süpürmeye başladı.

Tang. Tang. Tang. Rüzgâr, şeffaf kalkanla daha da güçlü bir şekilde çarpıştı ve daha da yüksek sesler çıkardı. Ancak Cale’in endişeli ifadesinin sebebi rüzgâr değildi. Saçları rüzgârda dalgalanmaya devam etti.

‘Kırılmaz Kalkandan mı bahsediyor?’

Cale’in bu “tanıdık güç” hakkında aklına gelen tek şey Kırılmaz Kalkandı. Romanda Taylor’a böyle bir şey söylenmemişti. Bu kadim gücün sahibi Kırılmaz Kalkanın sahibini tanıyor muydu? Cale’in zihninde aynı anda birden çok düşünce uçuştu.

Ancak Cale şimdilik öne doğru ilerlemeye devam etmeyi seçti. Rüzgâr, bundan daha fazla bekleyecek olursa daha da güçlenirdi.

-Yoldaşlarıma neredeyse ihanet ettim! Ben berbat biriydim! Ahem, tek başıma hayatta kaldım ve yaşlandım. Ne kadar utanıyorum biliyor musun?!?

Cale, her seferinde bir adım öne çıkmakta güçlük çekerken yaşlı adamın sesini yalnızca arada bir duyabiliyordu.

-Hep herkesin hayata dönmesini umuyordum. Ancak dileğim gerçekleştirilemeyecek bir şeydi. Ben ise sadece ağlayabilirdim! Bu yüzden taş kulemi asla bitirmedim.

“Ne kadar sinir bozucu.”

Cale, yaşlı adamın ağıt yakan sesini sinir bozucu bulmuştu. İçtenliğinin canı cehenneme, ölmek istiyor gibiydi. Cale’in en çok nefret ettiği davranış şekliydi bu. Materyalist insanlar çok daha iyiydi ve Cale onları tercih ederdi.

Cale hafifçe geri itildikten sonra vücudunu ortaladı ve bacaklarına biraz daha güç verdi. Bir adım daha attıktan sonra sesi bir kez daha duyabiliyordu.

-Bu iyileşme gücü işe yaramaz. Sadece kendini koruyabilirsin. Başka hiçbir şekilde sana yardımcı olmaz. Ben bir pisliğim!

Cale, zihninde çınlayan yaşlı adamın çığlıklarını duymazdan geldi. Kendini koruma gücü Cale için çok önemliydi. Onu bir pislik yapıp yapmadığı kimin umurumdaydı. Yaşayabildiği sürece hiçbirinin önemi yoktu.

Sadece beş adım daha. Kasırganın merkezi tam önündeydi.

Boom. Boom. Boom.

Çarpışan rüzgârın ve kalkanın sesi daha da güçlendi. Sanki bir insan kalkanı yumrukluyordu.

‘Kırılabilir.’

Cale, rüzgârın artık kalkanın kırılmasına yetecek kadar güçlü olabileceğini düşündü. Şimdi onu geri püskürtmekten ziyade kalkana zarar veriyor olmalıydı. Cale, rüzgârın onu durdurabileceğini düşündüğü anda başka bir şeyin daha farkına vardı.

-Rüzgâr beni keskin bir bıçak gibi kestiğinde bile ölmedim.

Farkına vardığı şey, kadim güçlerin sahiplerinin hepsinin son derece konuşkan olduğu gerçeğiydi.

Cale hemen kıvrıldı ve kalkanın boyutunu küçülttü. Bom Bom. Kalkan şimdi daha küçüktü, ancak karşılığında çok daha güçlüydü. Daha da güçlü bir rüzgâr kuvvetini geri püskürtmeyi başarmıştı.

Cale şeffaf kalkana doğru uzandı ve ilerlemeye devam ederken kalkanın içindeki şeffaf kolu sıktı.

Bir adım.

-İyileşme lanetli bir güçtür.

İki adım.

-Kalbim hep atıyordu. Ama hayatıma devam edemedim.

Üç adım.

-Her şey ölümden korktuğum içindi.

Dört adım.

-Acıdan korkuyordum çünkü hep yaralanmıştım ve bu acının sonunu getirecek olan ölümden daha da çok korkuyordum.

Ve sonunda.

Cale son beşinci adımı attı.

Shhhhhhhhhhhhhhh-

Rüzgâr olmayan bölgenin içindeydi, Cale’in her yerine yağmur yağıyormuş gibi sesler çıkıyordu ve öyle de hissettiriyordu. Fırtınanın gözü. Rüzgârlar, bu sakin merkezin dışındaki bölgeyi kasıp kavuruyordu. Rüzgârın sesiyle birlikte yaşlı adamın sesini de duyabiliyordu.

-Yaşamaya devam edebilmek için her şeyi bir kenara atmayı seçtim.

Yaşlı adamın söylediği son şey buydu.

Tsk.

‘Diğer şeyler kimin umurunda? Yaşamak her şeyden önce gelir.’

Bu yaşlı adamın söyleyecek pek çok gereksiz sözü varmış gibiydi. Cale dilini tıkladı ve kalkanı tekrar kalbine döndürdü. Çevresindeki gümüş ışık anında kayboldu.

Yarı tamamlanmış taş kulesine doğru yöneldi ve önünde çömeldi.

Bir dağın tepesinde bulabileceğiniz normal bir taş kulesiydi.

Ancak bu taşların hepsi siyahtı. Tıpkı insan yiyen ağaç gibi, antik çağlardan beri var olan bu taşlar, normal taşlardan farklıydı. Tıpkı bu alanı çevreleyen rüzgâr gibi.

“Neyse ne.”

Buraya gelmeden önce, kuleyi estetik açıdan hoş bir hale getirmeyi düşünen Cale fikrini değiştirdi. Bu çok uğraştırıcı olacaktı ve sinir bozucuydu. Taş kulesinin geri kalanını istiflemek için taşları toplamadan önce cebinden bir çift eldiven çıkarıp giydi.

Clack. Clack. Clack. Taş kulesine her seferinde bir taş koyarak, tek tek inşa ediyordu.

Düşündüğü kadar uzun sürmedi. Taylor bile bu bölümü oldukça kolay tamamlamıştı. Ancak orta bölgeye gelmeyen ve bunun yerine fırtınanın gözünün önünde bekleyen Cage, epey acı çekmişti. Bu merkezi bölge, kadim güçlere sahip olmak için gereken şartlardan birine uygun olarak, bir insanın ancak kendi başına girebileceği bir yerdi.

“Bu baya kolaymış.”

Cale son siyah taşı aldı ve nazikçe taş kulesinin tepesine koydu. O anda bir şey oldu.

Flash!

Siyah taşlar yavaşça beyaza döndü. Aynı anda Cale kalkıp etrafına baktı.

Rüzgâr yavaş yavaş azalıyordu.

“… Ha?”

Cale, ejderhanın şaşkın sesini duymazdan geldi ve tüm rüzgâr dinene kadar bekledi. Sonra kollarını kavuşturdu ve yaşlı adamın sesini dinledi. Başka seçeneği yoktu.

-Onlarla savaşmaya ve onları yenmeye çalıştım. Ancak acıya karşı bu kadar zayıf olduğumu bilmiyordum. Tanrıya hizmet eden insanlar değildiler. Sadece en sona geldiğimde fark edebildim ki hepimiz ayrı yollara gitmiştik ve ben yalnız kalmıştım.

Yaşlı adamın sözleri Cale’in dikkatini çekti. Daha sonra Kırılmaz Kalkanın sahibinin sözlerini hatırladı.

‘Karanlıklar Ormanında kendilerine tanrının hizmetkârları diyen insanlar bana sadece korkunç ve iğrenç yiyecekler verdiler.’

İçinde öğrenmemesi gereken bir şey öğrendiğine dair kötü bir his vardı.

Az önce duyduğu şeylerin hayatı boyunca kimseye söylememesi gereken şeyler olduğuna dair içinde tuhaf bir his vardı.

Yaşlı adam konuşmaya devam ederken Cale daha da kaşlarını çatmaya başladı. Bu ses, yalnızca Cale’in duyabileceği bir şeydi, bu yüzden sessizce duran Cale’e bakarken ejderha ne yapacağı konusunda tereddüt etti.

-Taşları üst üste yığdım. Mutlu olabileceğimi umarak, zamanı geri alabileceğimi umarak onları tek tek yığdım. Ama sonra tekrar tekrar yok ettim.
Yoldaşlarıma ihanet edip kaçtıktan sonra kendi mutluluğumu düşündüğüm için bencil halimden nefret ettim.

“Ahhhhhhh.”

Cale uzun bir iç çekti. Bu yaşlı adam gerçekten sinir bozucuydu. Cale hayal kırıklığı içinde konuşmaya başladı.

“Bencil olmak insanın doğasında vardır.”

Yaşlı adamın sesi bir anlığına kayboldu.

‘Bitti mi?’

Cale, yaşlı adamın sonunda konuşmasının sonuna geldiğini düşünerek gülümsemeye başladı. Ancak hıçkıran ses bir kez daha devam etti.

-Ahem. Ablam da aynı şeyi söylerdi. Gerçekten harika bir ablaydı. Herkesten daha güvenilirdi. Ah, ablam. Ühühühü!

… Yaşlı adam ağlıyordu.

“Bu gidişle delireceğim.”

Tak tak tak. Cale sabırsızca ayağını yere vuruyordu. Cale burada böyle dikilip durmak istemiyordu. Bir süre ağladıktan sonra yaşlı adam teşekkürlerini sundu.

-Sen, tanıdık güce sahip olan sen. Bu kaba kişiliğin bana ağabeyimi hatırlatıyor. Bu kadar kaba olabilmene çok imreniyorum.

Ve sonunda yaşlı adam, Cale’in beklediği son sözleri söyledi. Bunlar yaşlı adamın Taylor’a söylediği son sözlerin aynısıydı.

-Yık onları. O zaman sınırlarını “aşarsın”.

Cale gülümsemeye başladı ve tereddüt etmeden anında taş kulesini tekmeledi.

Vur. Kır. Parçala. Boom!

Beyaz taşlar yere ve duvara çarparak uçup gitti. Cale’i izleyen ejderha irkildi ve Cale’e bir deliye bakıyormuş gibi baktı. Ancak, sonraki sahnede ejderha nefesini tutmak zorunda kalmıştı.

“Vay.”

Kırık taş kulesi.

Taş kulesinin altından beyaz bir ışık yükseldi.

Ooooooooong.

Mağara boyunca titreşen nazik ışık Cale’in ayaklarının altında hissedilebiliyordu. O anda ışık Cale’e doğru yol aldı.

Cale ışığı kapmak için elini uzattı. Eline aldığı an, ışık bir ok gibi Cale’in kalbine doğru fırladı. Işık oku, yanıp sönmeden ve kaybolmadan önce Cale’in kalbini delip geçti.

“Huuuuu.”

Cale derin bir nefes verdi. Daha sonra gömleğinin altına bakmak için başını eğdi. Kalbinin üzerindeki süslü kalkan dövmesi kaybolmuş ve yerini kırmızı bir kalp almıştı.

Cale, vücudunun içindeki yeni canlılığı anında hissedebiliyordu. “Kalbin Gücü” nden gelen bu canlılık, kalkanı daha da güçlü hale getirecekti. Ayrıca yaralansa bile normal insanlara kıyasla çok daha hızlı iyileşecekti.

Bir süper güç olan kalkanın aksine, bu, insan vücudunun fiziksel güçlerinden daha farklı bir şeydi. Bu yenileyici güç o kadar güçlüydü ki, antik çağlardan bu yana buraya kadar gelmeyi ve burada kalmayı başarmıştı.

Cale, kalkanı tekrar ortaya çıkardı.

“Tam da beklediğim gibi.”

Cale gülümsemeye başladı. Kalkandaki desen bir kalbe dönüşmüştü. Göğsündeki dövmeden tek farkı kırmızı değil de gümüş olmasıydı. Hemen yürümeye başlamadan önce kalkanı kalbine geri indirdi.

“Sen.”

Cale ona bakmak yerine tavana bakmaya devam eden ve hiçbir şey olmuyormuş gibi yapan ejderhaya doğru yürüdü. Cale yere çömelmiş ejderhaya bakmaya devam etti. Daha sonra ejderhaya sanki bir göle bir taş fırlatıyormuş gibi sordu.*

“Benimle gelmek ister misin?”

“… O kadar zayıfsın ki korunmaya ihtiyacın var. Ama ben insanları sevmiyorum.”

Ejderha görünmez olmaya dönmeden önce bu şekilde cevap vermişti. Görünmezlik sihrini tekrar kullanmıştı. Cale kaybolan ejderhaya homurdandı.

“Ne kadar da kararsız bir serseri.”

Diğerlerine ejderhayı görmezden gelmelerini söyledikten sonra bu soruyu sormak konusunda o da kararsızdı, ama bu ejderha da aynı derecede kötüydü. Ancak, onu kurtarmak için daha önce o kadar çaba sarf ettikten sonra ejderhayı görmezden gelemezdi.

Cale, geri dönüp mağaradan çıkmadan önce, artık hiçbir şekilde rüzgâr fırtınası olmayan mağaranın etrafına baktı. Tabii bir kez daha sürünerek geri dönmek zorunda kalmıştı. Asma yapraklarını orijinal yerlerine geri döndürdü ve mağara girişini düzgün bir şekilde örttü.

Sonra arkasını döndü ve uzaklaşırken konuşmaya başladı. Bakışları çimenli bir alana çevrildi.

“Çimlerin üzerinde durduğunu görebiliyorum.”

Cale derin bir nefes vermekten kendini geri alamamıştı. Ejderhanın bu görünmez durumda onu takip etmeye devam edeceği açıktı. Görünmezlik gibi bir antik büyüyü bildiği halde neden bu ejderha bu kadar saftı? Cale tüm ejderhaların zeki olduğunu düşünmüştü, ama durum böyle olmayabilir gibi görünüyordu.

Dağdan aşağı indikten sonra Cale, Choi Han’ın yüzündeki yargılayıcı ifadeyi gördü. Choi Han, sonunda sorusunu sormadan önce sessizce Cale’e baktı.

“Siz… dağdayken yerlerde mi yuvarlandınız?”

‘Lanet olsun.’

Rüzgâr saçlarını alt üst etmişti ve kayalık ve kumlu mağara girişinden geçtikten sonra giysileri kirlenmişti.

Cale keskin bir şekilde Choi Han’a cevap verdi.

“Evet. Etrafta biraz yuvarlandım.”

Choi Han endişeyle Cale’e baktı. Cale onun bakışlarından kaçtı.

O gece Cale, yavru kedilere bir mesaj iletmelerini söyledi. Yazarın el yazısını belirlemeyi imkânsız kılan sihirle yaratılmış bir mektubu onlar aracılığıyla birilerine iletecekti.

“Sizi görmediklerinden emin olun.”

Mektup, rahibe Cage ve Markinin en büyük oğlu Taylor için yeni bir umut barındırıyordu.

*Çok önemli bir konuyu önemsizmiş gibi ortaya atmaya benzeyen Korece bir deyim.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *