Kont Ailesinin Çöpü – Ch 67 – BÖYLE OLMAMASI LAZIMDI (4)

Bu garip his, Cale yemek masasına gelene kadar devam etti. Söylediği tek cümle şu oldu.

“Bir süreliğine Whipper Krallığını ziyarete gideceğim.”

En küçük kız kardeş olan 7 yaşındaki Lily’nin elindeki kaşık yere düştü. Cale, kaşığın yere düşme sesini duyduktan sonra Lily’ye bakmak için döndü ve Lily’nin solmuş yüzünü ve dudaklarının kenarlarının titrediğini gördü.

“Öğretmenim dedi ki.”

Lily mırıldanmaya devam ederken düşürdüğü kaşığı almayı düşünmedi bile.

“Whipper Krallığı şu anda çok korkutucu bir durumdaymış ve her gün insanlar ölüyormuş. Soylular saklanmak zorundalarmış ve güzel yemekler bulmak bile çok zormuş! Huzur içinde uyuyamazmışsın bile! Öğretmenim böyle söyledi!”

Konuşmaya devam ettikçe duyguları güçleniyor gibiydi. Ardından Cale’e baktıktan sonra kaşlarını çatmaya başladı.

“Bunu yapmana izin verilmiyor.”

Kont Deruth, Lily’nin sözünü kesti ve sert bir şekilde Cale’in sözlerini yanıtladı. Cale kafa karışıklığıyla Deruth’a baktı. Veliaht prens, Whipper Krallığına yaptığı yolculuk sırasında, oraya güvenli ve gizlice varabilmesi için ona yardım etme sözü vermişti.

‘Ailene benim emrimi yerine getirdiğini söyleyeceğiz. Onlara büyücülerden, Sihirli Kuleden ya da buna benzer bir şeyden bahsetmeye gerek yok, değil mi?’

‘Tabii ki. Sırlar en iyisidir. Ayrıca seyahat ettiğimi sadece ailemin ve Ubarr bölgesi liderinin bilmesini istiyorum.’

‘Doğal olarak. Her şeyi hazır edeceğim.’

Veliaht prens Alberu daha sonra derhal Kont Deruth’a Cale’i görevlendirdiği gizli bir emrinin olduğunu haber vermişti.

“Baba, bu majestelerinden, veliaht prensten bir emir.”

“Bunun bir önemi yok.”

İyi huylu ve ortalama yakışıklılıkta görünen Kont Deruth’un yüzü bunları söylerken son derece buruşmuş haldeydi. Cale, zaman donmuş gibi kaskatı kesilmiş Basen’e ve ardından sakin görünen tek kişiye, Violan’a baktı.

Göz teması kurduklarında Violan gelişigüzel bir şekilde sordu.

“Bu senin kendi kararın mı?”

“Evet. Ben gitmek istiyorum.”

“Cale.”

“Evet?”

Violan kaşığını bıraktı ve konuşmaya devam etti.

“Orası tehlikeli biliyorsun değil mi?”

“Evet.”

Cale sakince bu söyleneni kabul etti. Ancak Choi Han, Kara Ejderha, Rosalyn ve Lock ile bu bir sorun olmazdı. Hilsman ve 10 Kurt Çocuk bile ondan onları tutkuyla yanına almasını istemiştiler, bu yüzden tehlikede olacağını hiç düşünememişti.

“Cale, sadece bir şeyi hatırla. Her zaman senin için endişeleniyorum, oğlum. Hepimiz senin için endişeleniyoruz. Ve de.”

Violan’ın bakışları aniden keskinleşti.

“Bu krallık hiç mi hiç umurumuzda değil.”

“Ahem, karıcığım, yine de ailemizin güvende olması için krallığın güvende olmasına ihtiyacımız var.”

Deruth kaşlarını çatmayı bıraktı ve sahte bir öksürük sesi çıkardı. Ancak Violan bunu görmezden geldi ve Cale’e sormaya devam etti.

“Bu senin kararın mı?”

Violan aynı soruyu bir kez daha sordu ve Cale hemen cevap verdi.

“Ben bir Altın Kaplumbağayım.”

Kont Deruth, kısa bir süre önce oğluna söylediklerini hatırladı.

‘Çok sağlam olan kabuğumuzla her şeyi ve herkesi koruruz. Ancak en önemli olan şey kendimizi korumaktır.’

Sakin ve rahat görünen oğluna baktı.

“Kendimi korumak için sağlam kabuğumu kullanmak benim için her zaman en önemlisi.”

Cale’in cevabı buydu.

“Sonuçta ben bir Henituse’um.”

Tabii ki, Cale öncelik olarak kendi güvenliğini en başa koyuyordu. Bir savaş alanına ancak kesinlikle kazanacak gibi görünüyorsa girerdi ve yanında savaş alanındaki en güçlü kişiler olurdu.

“Endişelenmenize gerek yok.”

Sesi kendinden emin ve bakışları da kendinden emindi. Kontes Violan gülümsemeye başladı.

“Pekâlâ anladım. Ama endişelenmeyi bırakabileceğimi sanmıyorum. Ebeveyn olmak bu demektir.”

Gerçekten endişelenmek için bir neden yoktu ama Cale yine de Violan’a başını salladı. Yemeklerine yeniden başlarlarken Kont Deruth ağzını kapalı tuttu. Cale’e gidemeyeceğini söylememesine bakılırsa, o da bunu kabul etmiş gibi görünüyordu.

“Bize ne emrederlerse onu yapacağımızı sanıyorlar çünkü bir süredir ortalarda görünmüyoruz hıh.”

Kont Deruth, ara sıra bir et parçasını kabaca çiğnerken kendi kendine mırıldandı. Ancak, onun daha fazla muhalefet olmadığını gören Cale, huzurlu bir şekilde tekrar yemeğine odaklandı.

Tam yoğun bir şekilde yemeğine odaklanmıştı ve öyle ki daha sonra yemek masasında ne olduğunu fark etmemişti.

Kont Deruth ve Kontes Violan arasında paylaşılan bakışın normal olmadığını görememişti. Ayrıca yemekten sonra Kont Deruth’un uşaktan, bedeli ne olursa olsun, veliaht prens ve Whipper Krallığı ile ilgili tüm bilgileri gizlice toplamasını emrettiğini de bilmiyordu.

Cale, harika yemeğini bitirdi ve sonrasında yemek odasından ayrıldı. Bu soyluların görgü kurallarına aykırı olmasına rağmen, birinin ona doğru koştuğunu duyabiliyordu.

“Basen?”

Cale’in peşinden gelenler Basen ve Lily’ydi.

“…Hyung-nim, illâ gitmen mi gerekiyor?”

“Oldukça gerekli.”

Aslında gitmesine gerek yoktu ama o, sadece bir gün yerine 10 yıl sürecek olan huzurlu günleri tercih ederdi. Cale, sessiz kalan iki kardeşiyle konuşmaya devam etti.

“İkinizin de derslerinize ve eğitiminize odaklanmanız gerekiyor. Bu şekilde etrafta dolaşabiliyorum çünkü siz ikiniz burada kalan şeyleri idare ediyorsunuz.”

Cale, Basen’in bölgenin bir sonraki hükümdarı olacağını ve Lily’nin de ordunun komutanı olacağını bildiği için her zaman huzur içindeydi. En azından, halef pozisyonu için savaşan en büyük oğul ve daha yetenekli küçük oğul gibi tipik drama olay örgülerine ya da buna benzer bir şeye sahip olmayacaklardı.

Cale, hala sessizce onu izleyen kardeşlerden uzaklaştı. Daha hazırlaması gereken çok şey vardı. Cale, kardeşleriyle tekrar konuşurken uzaklaşmaya başladı.

“İkinize de Whipper Krallığından bazı hediyelik eşyalar getireceğim.”

Cale, Basen ve Lily’nin bakışlarının Cale’e odaklandığını göremedi, ardından birbirlerine baktılar ve başlarını salladılar. Küçük kardeşlerinin gelecekteki mesleklerine çoktan karar vermiş olduklarından Cale’in kesinlikle haberi yoktu.

Birkaç gün sonra Cale, tam da planladığı saatte gemiye binebildiği için mutluydu.

“Genç efendi Cale.”

Cale, gemiye biner binmez sesin kaynağına baktı.

“Genç leydi Amiru.”

Amiru, hala eskisi kadar rahat olan Cale’i sessizce gözlemledi. Ubarr bölgesinin yöneticisi zaten veliaht prensle aynı gemiye binmişti, bu yüzden Amiru veliaht prensin emrini alır almaz adamlarına onlar için en büyük ve en güçlü gemiyi hazırlamaları emrini vermişti. ( Aynı gemide olmak, aynı tarafta olmayı ifade eden bir metafordur. )

“Genç efendi Cale, umarım bu sefer kendinize zarar vermeden sağ salim dönersiniz.”

“Ben de aynı şeyi umuyorum.”

Kesinlikle kendi canını yakmak gibi bir planı yoktu. Cale, Amiru’nun ona inanmıyormuş gibi kaşlarını çattığını görebiliyordu.

“İyileşmenizi daha yeni bitirmişken majestelerinin sizi neden o tehlikeli yere gönderdiğini anlamıyorum. Ancak, majesteleri muhtemelen sizi gönderiyor çünkü o bu sizsiniz ve size güvenebilir.”

Güven? Veliaht prens kimseye güvenecek bir tip değildi. Cale bunu sert bir ifadeyle dürüstçe söylemekte sorun yaşamadı.

“Yok canım? Çok da emin değilim. Bana pek güvenmiyor gibiydi.”

Amiru, Cale’in acı gülümsemesine sesini yükseltti.

“Tabii ki güveniyor! Genç efendi Cale, eğer sizin için bir anlamı varsa, ben size güveniyorum.”

“Ah, evet, peki, çok teşekkür ederim genç leydi Amiru.”

Amiru’nun bu kadar şiddetli bir tepki verdiğini görünce ki bu onun sakin tavrına zıt bir davranıştı, Cale başka bir şey söyleyemedi. Daha sonra zamanında ayrılmaları gerektiği için tekrar yürümeye başladı. Tanışması gereken insanlar vardı.

“Genç efendi Ca-.”

“Şimdi gidiyorum, genç leydi Amiru.”

Amiru’nun söyleyecek başka şeyleri vardı ama ağzını kapattı. Cale’in okyanus esintisi ile birlikte hareket eden kızıl saçlarını arkaya attığı görüntüsü hem canlandırıcı hem de sakinleştiriciydi.

Cale, Amiru’nun artık onu tutmaya çalışmadığını gördükten sonra rahat bir kalple gemiye bindi. Güverteye çıktı ve köyün şu anda inşaat nedeniyle çok gürültülü olduğunu gördü ve duydu.

Ayrıca, diğer girdaplardan bazıları da kaybolmuştu ve bu da büyük bir geminin geçebilmesi için yeterince geniş olan güvenli bir yol yaratmıştı.

‘Ama girdapların geri kalanı hala aynı durumda.’

Cale bakışlarını gemiye çevirdi ve iç çekmeye başladı.

“…Offf.”

Bu kadar insanla nasıl bir araya gelmişti?

Choi Han, Lock ve Rosalyn.

Yavru kediler On ve Hong, suyun üzerinde oldukları için titriyorlardı, ancak onunla birlikte gelmek konusunda kararlıydılar.

Kedilerin yanında olan Hans.

Son olarak, bir gemide olduğu için tamamen solgun görünen Yardımcı Yüzbaşı Hilsman, Hilsman’ı sessizce gözlemleyen Beacrox ve yanındaki on Kurt çocuğu.

‘Etrafımdaki tüm bu ucubelerle incinirsem, bu çok şaşırtıcı olur.’

Birisi onun şu anda bir krallığı yok etmeye çalıştığını bile düşünebilirdi.

– Okyanusun kokusunu sevdim.

Neden herhangi bir şeyden korksundu ki, özellikle de Kara Ejderha da yanında geliyorsa?

Cale, kendisine bakan gruba bir emir verdi.

“Hadi gidelim.”

Boooooooooooooo-

Düdük, Ubarr denizinde yola çıktıklarını duydu. Gemi bir ticaret gemisi kılığındaydı. Pekâlâ, aslına bakarsanız buna gerçekten de bir ‘kılık’ diyemezdiniz.

‘Sonuçta bu yaptığım bir ticaret.’

Ama doğal olarak adil bir ticaret olmayacak. Cale için çok faydalı bir ticaret olacaktı ama diğer taraf için haksızlıktı.

– İnsan, öyle gülme. Yine birini dolandıracak gibisin.

Kara Ejderhanın sesini duyabiliyordu ama onu duymazdan gelmeyi ve serinletici okyanus esintisinin tadını çıkarmayı seçti. Aynen bu şekilde, gemi Whipper Krallığının en küçük limanına doğru yola çıktı.

O gece ilerleyen saatlerde.

Cale uyumuyordu, güvertede ayakta dikiliyordu. Gece yarısına yakındı, bu yüzden güvertede başka kimse yoktu, ama güverte aydınlıktı ve dolunay havanın kararmasına hiç izin vermiyordu.

Cale bu gece burada bazı misafirlerle buluşmayı planlıyordu.

Cale sakince okyanusa bakarken parmaklıklardan birine yaslandı. O anda oldu.

“İnsan.”

Kara Ejderha kendini gösterdi ve Cale’e yaklaştı. Görünmez olmasına gerek yoktu çünkü şu anda burada başka kimse yoktu.

“Ne?”

“Sadece merak ediyordum…”

Kara Ejderhanın aklında çok şey varmış gibi görünüyordu. Hayır aslında, Cale’e boş boş bakarken çok şüpheli görünüyordu.

“…Düşündüğün isim rastgele bir kelime mi?”

“Sen neden bahsediyorsun?”

Kara Ejderha çok endişeli görünüyordu.

“Kara veya Ejderha gibi bir şey seçeceğini hissediyorum.”

“Ah, kendi adından mı bahsediyorsun?”

Kara Ejderha onun kendi adını seçmesinden bahsediyordu. Cale, 4 yaşındaki çocuğun çok endişeli sorusuna çok ciddi bir açıklama yaptı.

“…Öyle bir ismin olsaydı bunu istemez miydin?”

Cale’in ifadesi çok ciddiydi. Kara Ejderha, Cale’i bir süredir bu kadar ciddi görmemişti. Kara Ejderha acilen cevap verirken gözleri titremeye başladı.

“Hiç de bile! Ben her şeye tamamım! Bana bir isim verdiğin sürece sorun yok, insan! Merak etme!”

Kanatları hızla çırpınıyordu ve Cale’e güçlü bir şekilde hitap ederken kuyruğu titriyordu. Cale’in ifadesi sanki hiç ciddi değilmiş gibi anında normale döndü.

“O zaman sevindim.”

Daha sonra gelişigüzel bir şekilde devam etti.

“Raon, On ve Hong, bu söylediklerini duysalardı üzülürlerdi.”

Sessizlik bir anda alanı doldurdu.

“…İnsan, az önce ne dedin?”

Cale, Kara Ejderhanın beklentisinin aksine Kara Ejderhanın adı hakkında çok düşünmüştü. İsim, birine verilen özel bir şeydi. Tek başına yaşamak zorunda kalan Kim Rok Soo için ailesi tarafından kendisine verilen tek şey adıydı.

“İlk adın Raon.”

Raon. Eski Korece’de neşeli demekti. (Görünüşe göre ‘eski’, Korece olan ve Çinceden hiç alıntı yapmayan bazı kelimeler var. Bu kelimelerden çok fazla var ama yazar, Ejderhanın adı için bunu kullanmayı seçiyor.)

“Ve ikinci adın Miru.”

Miru. Eksi Korece’de Ejderha.

Neşeli Ejderha. Komik bir isimdi ama Cale bunu tüm samimiyetiyle düşünüp bulmuştu. Choi Han’ın eski bir Kore adını duyunca şüphelenmesinden endişeleniyordu ama bunun için de bir bahane bulmuştu.

Kara Ejderhanın kulaklarına sakin bir ses ulaştı. Ancak Kara Ejderha daha önce Cale’in yüzünde böyle bir ifade görmemişti. Şu anda Cale’in yüzünde sakin bir gülümseme vardı.

“Mutlu olman ve neşeli bir hayat yaşaman umuduyla bu ismi buldum.”

“…Bunun anlamı ne?”

Kara Ejderha, Cale’e isminin anlamını sordu. Cale, işaret parmağıyla Kara Ejderhayı işaret etti.

“Sen.”

Raon ve Miru. Bu kelimelerin hiçbiri bu dünyada yoktu. Bu iki kelimenin bu dünyada temsil ettiği tek bir şey vardı.

“O sensin. Onlar sadece sana ve sadece sana ait kelimeler.”

“…Sadece bana?”

“Evet.”

Cale, Ejderhanın başını okşarken gülümsemeye başladı.

“Çünkü sen büyük ve güçlü bir ejderhasın.”

“…Sadece bana……”

Kara Ejderha, Cale’in elini kafasından çekip kanatlarını açmadan önce bir süre kendi kendine mırıldandı. Homurdanırken kanatları hızla çırpınıyordu.

“Sanırım iş görür. Sana bir kıyak geçeceğim ve bu ismi kullanacağım.”

“Tabii Raon.”

Ejderha burnunu buruşturmaya başladı. Havaya doğru uçarken dudaklarının kenarları seğiriyordu.

“Ben büyük ve güçlü Raon Miru’yum.”

“Evet, Raon.”

“Doğru. Ben Raon’um.”

Kara Ejderha dört yıllık yaşamından sonra bir isme sahip olmuştu. Artık sadece kendisine ait olan, bedeninden başka bir şeye daha sahipti. Ejderha başını kaldırdı.

Mağaranın içindeki karanlıktan farklı olan gece göğünün karanlığını görebiliyordu. Mağaradan kurtarıldığı gece de böyle bir geceydi. Kara Ejderha Raon, o anı asla unutmayacaktı. Ayrıca bu anı da hiç unutamayacakmış gibi hissediyordu.

Cale, Kara Ejderha gibi başını kaldırdı. Nereye giderse gitsin gece gökyüzünün görünüşü aynıydı. Boş boş gökyüzüne bakmaya devam ederken Raon’un sesini duyabiliyordu.

“Teşekkür ederim Cale.”

“…Ne?”

Cale, Raon’a şaşkınlıkla baktı. Ancak Kara Ejderha çoktan normale dönmüştü.

“İnsan, nasıl oluyor da ilk seferde anlamıyorsun?”

“Neden bir kez daha söylemiyorsun?”

Cale, Raon’un başını okşamaya çalışırken gülümsemeye başladı. Raon avucuna kafa attı ve şiddetle karşı çıktı.

“Hayır. Gerçekten, gerçekten, kesinlikle yapmayacağım! Zayıf insan, içeri gir ve uyu! Üşüteceksin.”

Ancak, eylemlerinin aksine, Raon’un kanatları çırpınıyordu ve kuyruğu On ve Hong gibi sallanıyordu. Cale, Raon’un davranışlarına sessizce güldü. Sessizce gülen Cale, gece olmasına ve okyanusta olmalarına rağmen çok görünürdü.

“Sanırım içeriye geri dönmek mümkün olmayacak.”

“Neden olma-”

Raon okyanusa bakmadan önce aniden konuşmayı kesti. Gemiden uzak bir noktaya bakıyordu.

Splaaaaaaaash-

Büyük bir varlık yavaş yavaş kendini gösterirken su ortadan ikiye yarılıyordu.

Bu bir Balinaydı.

O anda oldu.

“Cale-nim!”

Biri aceleyle geminin içinden fırlamıştı ve çok hızlı bir şekilde Cale’e doğru koşuyordu. Bu Choi Han’dı. Choi Han, kendilerini yavaş yavaş açığa çıkaran varlıkları incelerken endişeli bir ifadeye sahipti. Ardından Cale’e bakmak için döndü ve ona yaklaştı.

“Hmm?”

O zaman Choi Han onu görebildi.

Cale çok sinirli bir ifadeyle gitmesi için ona el sallıyordu. Ejderha Raon daha sonra Choi Han’la alay etti ve konuşmaya başladı.

“Düşman değiller.”

“Ne?”

Choi Han dönüp okyanusa baktı. Aynı zamanda, Cale korkuluğa yaslanmayı bıraktı ve başını okyanusa doğru eğdi.

Sadece bir Balina değildi. Onlara doğru gelen üç balina vardı.

Misafirleri gelmişti.

Biri Witira, Kambur Balina idi. Diğeri bir Katil Balinaydı. Ve sonunda.

“Balina Kralı selamlıyorum.”

Cale, üçünün arasında en büyüğü olan Kambur Balina, Balina Kralı selamladı.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *