Kont Ailesinin Çöpü – Ch 66 – BÖYLE OLMAMASI LAZIMDI (3)

Ancak, beklenenin aksine Cale, gayet sakin bir ifadeyle çalışma odasına girdi. Oturup karşısındaki üç konuğa bakarken hâlâ hafif nemli olan kızıl saçlarını geriye itti.

Konuşmaya başlamadan önce yardımcı uşak Hans’ın kendisine verdiği çaydan bir yudum aldı.

“Uzun zamandır görüşemedik.”

Cale, Rosalyn’i selamladan önce, ifadesi hiç değişmeyen Choi Han’a ve hala aynı utangaçlıktaki Lock’a baktı ve sonrasında Rosalyn’e döndü.

“Majesteleri, Prenses Rosalyn, oldukça uzun zaman oldu.”

Rosalyn gülümsemeye başladı ve canlandırıcı bir tavırla cevap verdi.

“Artık bana prenses diyemezsin. Kraliyet ailesinden sürgün edildim.”

“…Öyle mi?”

“Evet. Aile kayıtlarından da çıkarıldım. Artık bir aile adına sahip değilim.”

Cale, çok mutlu bir şekilde cevap veren Rosalyn’den kafasını çevirdi. Sonra gelişigüzel ekledi.

“O zaman sanırım size Leydi Rosalyn demeye devam edebilirim.”

Rosalyn’in kırmızı gözbebekleri Cale’e odaklandı. Taht için hak iddia etmek yerine bundan vazgeçmeyi seçen kişinin kendisi olmasına rağmen, bugünlerde insanlar ona hala acıyan bakışlarla bakıyordu. Cale’in onun etrafında bu kadar normal davrandığını görmek, Rosalyn’in ona rahat bir kalple karşılık vermesini sağladı.

“Evet. Aynı önceden olduğu gibi. Gelecekte de bana böyle davranmaya devam edebilirsin.”

Cale’in ona bakmadan başını salladığını görebiliyordu ve Choi Han ile geri dönmeyi seçerek gerçekten doğru şeyi yaptığını düşündü.

Cale, Choi Han ve Lock’a bakmak için döndüğü sırada Rosalyn’in gülümsemesini görmedi. Choi Han dik oturuyordu ama oldukça mutlu görünüyordu.

‘Daha da iyi bir adama dönüşmüş gibi geliyor.’

Choi Han’ın gözbebekleri o kadar netti ki bu onu çok iyi bir insan gibi gösteriyordu. Aslına bakarsanız, adaletin kahramanı olma yolunda bir adım daha atmış gibi görünüyordu. Cale, kendisiyle pek uyuşmayan o iyi adam havasından uzaklaştı ve Lock’a baktı.

Lock, Choi Han’dan farklıydı. Söyleyecek bir şeyi varmış gibi görünüyordu, ama söylemeye çekiniyordu ve bu yüzden orada sadece parmaklarını kıpırdatarak oturabiliyordu.

“Cale-nim.”

“Ne?”

Arkasını dönmesine gerek yoktu. Ona ‘Cale-nim’ diyen tek kişi Choi Han’dı.

“Breck Krallığında olanları rapor etmeli miyim?”

Rosalyn aniden şok içinde Choi Han’a baktı. Ancak Choi Han ona bakmadı ve sadece Cale’e odaklandı.

Ancak Lock’a bakan Cale başını salladı.

“Gerek yok. Bir arkadaşın için ne yaptığını bilmem gerektiğini sanmıyorum.”

Rosalyn, Cale’in sözlerini duyduktan sonra Choi Han’ın huzur içinde gülümsediğini görebiliyordu. Daha sonra konuşmaya başladı.

“Evet, bu doğru, ama merak ettiğiniz bir şey varsa lütfen bana söyleyin. Hemen size bildireceğim.”

“Gerek yok.”

Cale, ne olduğunu öğrenirse başının ağrıyacağını hissetti. Bu kadar kısa sürede Breck Krallığında nasıl böyle bir kargaşaya yol açabildiklerini ve Rosalyn’in taht iddiasından nasıl vazgeçtiğini bilmek istemiyordu.

“Lock.”

Onun yerine Lock’a seslendi.

“Imm, evet?”

Artık Choi Han’dan daha uzun olan Lock, hala biraz garip bir çocuktu. Cale, Lock’un şu anda neden bu kadar huzursuz olduğunu biliyordu.

Hans, Choi Han’ın grubunun bir saat önce geldiğini söylemişti. Choi Han ve Rosalyn’in buraya geldiklerinde muhtemelen yapacakları çok şey olsa da Lock’un bu yabancı yerde ne düşündüğü açıktı.

Cale, Lock’un kafası karışmış yüzüne baktı ve konuşmaya başladı.

“Kardeşlerin şu anda başka bir yerde.”

Lock’un ifadesi değişti.

“Nerede? Hepsi orada mı?”

Cale tereddüt etmeden cevap verdi.

“Harris Köyü.”

Cale’e bakan Choi Han, bu sözleri duyduktan sonra kaskatı kesildi. Ancak Cale, ılık çaydan bir yudum almak için ara vermeden önce arkasına bile bakmadı.

O bunu yaparken başka biri araya girdi. Yardımcı uşak Hans’dı.

“Şu anda Harris Köyünü yeniden inşa ediyoruz. Dağın yanında küçük ama güzel bir köydü. Çok uzun zaman önce kötü bir şey oldu ve orası yanıp kül oldu.”

Dağ, küçük ama güzel bir köy ve büyük bir yangın nedeniyle yeniden inşa ediliyor. Bu sözleri duyduğunda Lock’un zihnini tek bir görüntü doldurdu. Bu yanıp kül olan onun memleketinin bir görüntüsüydü.

“Ayrıca orada uygun bir mezarlık da inşa ediyoruz.”

Hans, Cale’e bakıp konuşmaya devam ederken Choi Han, Hans’a baktı.

“Genç efendi bu konuda çok keskindi.”

Tak.

Cale bardağı masaya bırakırken çay fincanı bir ses çıkardı. Ardından kaşlarını çatarak karşılık vermeye başladı.

“Bu konuda keskin falan değildim.”

“Ama bu, Henituse bölgesini içeren bir şeyle ilgili olarak Kont-nim’den istediğiniz ilk şey değil miydi? Bölgemizin yönetimiyle ilgilendiğinizi ilk kez görüyorum genç efendi-nim.”

“Öyle büyük bir şey değildi.”

Cale, başka bir şey söylememesi için Hans’a el salladı ve Hans hemen sustu. Ancak, hala söyleyecek çok şeyi varmış gibi kıpır kıpır görünüyordu. Cale bunu görmezden geldi ve derin düşüncelere dalmış görünen Lock’a baktı.

“Lock.”

“Evet?”

“Git kardeşlerini ve şu anda üzerinde yaşadıkları toprakları gör.”

Cale daha sonra arkasını döndü. Lock ona bakıyordu ama zeki bir çocuk olduğu için Lock’un bunun ne anlama geldiğini anlayacağını biliyordu. Daha sonra hala kaskatı olan Choi Han’a seslendi.

“Choi Han.”

Choi Han, her zamanki gibi sessizce Cale’i izliyordu. Breck Krallığında pek çok şey olmuştu. Eve dönebilmek için her şeyi çabucak halletmişti. Cale’in sesinin kulağında yankılandığını duyabiliyordu.

“Git sen de saygılarını ilet. Küçük kardeşin Lock yolu bilmiyor, bu yüzden ona rehberlik edebilirsin.”

Saygılarını. Bunun kime yönlendirileceğini sormasına gerek yoktu. Choi Han yumruklarını tekrar açmadan önce hafifçe sıktı. İçindeki taşan duyguları sakinleştirmesi gerekiyordu. Yakıp kül olan Harris Köyü. O köy şimdi farklı olacaktı.

Cale, üçüne son bir şey söyledi.

“Şimdi gidebilirsiniz. Bayan Rosalyn, sizin de şimdi ayrılmanızın bir sakıncası yok.”

Cale, bir süredir bu üçüyle ilk kez uğraştıktan sonra yorulmuştu. Son üç haftadır sahip olduğu bal gibi tatili bir anda gözden kaybolmuş gibiydi. Lock ve Rosalyn, yavaşça Hans’ı takip ederek Cale’in çalışma odasından ayrıldılar.

Choi Han, sonunda kalkmadan önce hepsinin gitmesini bekledi.

“Cale-nim.”

Daha sonra eğildi.

“Çok teşekkür ederim.”

Choi Han başını kaldırdı ve kıkırdadı çünkü Cale’in soğukkanlı bir ifadeyle ona baktığını ama yüzünde aynı zamanda gıcık olmuş gibi bir ifadeye de sahip olduğunu görebiliyordu.

“Bu kadar teşekküre ihtiyacım yok. Sadece çık buradan.”

Choi Han söyleneni yaptı ve kapıya yöneldi. Choi Han’ı gözlemlerken çay fincanını geri alan Cale, Choi Han’ın elinde kapı koluyla durduğunu ve konuşmaya başladığını duyabiliyordu.

“Bay Hans’tan Whipper Krallığına gideceğinizi duydum?”

“Evet.”

Cale sadece kısa bir cevap verdi.

“Köyden döndüğünde hemen gideceğiz, o yüzden bavullarını topla.”

“Evet efendim.”

Choi Han’ın yüzünde canlandırıcı bir gülümseme vardı. Ancak, kapı kolunu çevirdiğinde bu gülümseme çabucak kayboldu.

Choi Han, kapı açılırken konuşmaya devam etti.

“Adı Bob muydu?”

“Sen Bob’u nereden tanıyorsun?”

Toonka’nın takma adı Bob’u duymayalı uzun zaman olmuştu.

‘Hans ona Toonka’dan bahsetti mi acaba?’

Cale merakla Choi Han’a baktı ama o kapıda dururken sadece Choi Han’ın sırtını görebiliyordu. Choi Han’ın eşsiz sakin ve samimi sesi konuşmaya devam etti.

“Bay Beacrox bana onun neredeyse sizi incittiğini söyledi.”

‘Beacrox neden böyle bir şey söylesin ki?’

Cale olayı hatırladı ve yanıt verdi.

“Beni incitmek mi? Ben incinmedim ki. Sadece üzerime azıcık su ve kaya tozu sıçradı.”

“… Anladım.”

Choi Han, çalışma odasından çıkarken başka bir şey söylemedi. Cale, Hans’ın Choi Han ile yollarının kesiştiğini ve geri geldiğini görebiliyordu. Hans, Choi Han ile göz göze geldikten sonra bir an için duraksadı ve boş bir şekilde orada durdu.

“Ne oldu?”

“Ha? Ah, oh hiçbir şey. Kesinlikle hiçbir şey.”

Hans, Cale’in sorusuna çılgınca ellerini salladı ve çalışma odasına gelmeden önce oradan ayrılan Choi Han’a baktı.

“…Genç efendi-nim.”

“Ne?”

Cale, Hans’ın tamamen solgun ifadesini gözlemledi.

“Choi Han-nim ile kavga mı ettiniz?”

“Ben mi? Sen neden bahsediyorsun?”

“Tabii ki etmediniz! Haha, bir şey yok.”

Cale tuhaf davranan Hans’a baktı ama yine de söylemesi gerekeni söyledi. Her şekilde verilmesi gereken emri vermek zorundaydı.

“Yaklaşık 10 gün içinde yola çıkacağız, bu yüzden her şeyi hazırlayın.”

“Evet anladım. Çok çalışacağım!”

Cale, aniden enerjik olan Hans’a boş boş bakmaya devam etti, ancak Hans hızla çalışma odasından ayrıldı. Artık çalışma odasında yalnız kalan Cale, takvime baktı.

Pozisyonundan vazgeçip kaçan Sihirli Kulenin son muhafızı.

“…Bu benim bir cüceyi ilk defa görüşüm olacak.”

Tamamen sağlam bir Sihirli Kule satın almak için ailesi Sihirli Kuleyi nesiller boyunca koruyan cüceyle tanışması gerekiyordu. Cale gülümsemeye başladı.

O cüce sıradan bir cüce değildi.

‘Yarı Sıçan canavarı olan bir melez kana sahip cüce.’

Müller. ‘Bir Kahramanın Doğuşu’nda en perişan ve en kötü ölümü yaşayan minik insan. Bir cüce kadar kısaydı ve Sıçan halkının benzersiz doğası nedeniyle kasları olmayan zayıf bir varlık gibi görünüyordu. Gerçekten küçücük bir insandı.

Cale çalışma odasından çıkıp yatak odasına gitti. Şu anda muhtemelen yatak odasında oynayan Kara Ejderha, On ve Hong’a doğru giderken kaçak Fareyi nasıl yakalayacağını düşünüyordu.

10 gün. Bu günler çok çabuk geçecekti.

***

Ve tam da Cale’in beklediği gibi, bir hafta hızla geçti. Bir hafta öncesinde olduğu gibi kanepede oturuyordu, kanepenin arkasına yaslandı.

“Ahhh.”

Cale kaşlarını çatarak orada otururken iç çektiğini gizlemedi.

Tam bir hafta önce Rosalyn’i burada bırakarak ayrılan Choi Han ve Lock geri dönmüşlerdi.

Ancak tek başlarına dönmemiştiler.

“Genç efendi-nim.”

Yardımcı Yüzbaşı Hilsman onlarla birlikte geri gelmişti. Ama görünüşü tuhaftı. Genelde pozisyonuna uygun giyinen Yardımcı Yüzbaşı, eski püskü deri bir zırh giyiyordu ve yüzünde çok sayıda yara vardı.

Ona Harris Köyünün restorasyonuna odaklanmasını söyledim.

Yardımcı Yüzbaşı, Cale’in emrettiklerine ek olarak başka şeyler de yapmış gibi gelmişti.

“Geri döndüm, genç efendi.”

Sebebini bilmiyordu ama Cale, onunla hayranlıkla konuşan Hilsman’dan yine de kaçındı. Ancak Choi Han ve Lock ile geri dönen tek kişi o değildi.

“Genç efendi-nim! Sizi görmek istedik!”

“Genç efendi Cale-nim! Biz de buradayız!”

“Merhaba genç efendi Cale! Biraz daha iyi misiniz?”

Cale, aynı anda on çocuğun konuştuğunu duyabiliyordu. Maes ve diğer Kurt çocukları masumca Cale’e bakıp gülümsüyorlardı.

Ancak etraflarındaki atmosfer çok farklı hissettiriyordu. Çocukların vücutlarında çeşitli noktalara sarılmış bandajlar vardı. Harris Köyünde Cale’in beklentilerinin dışında bir şey olmuş gibi görünüyordu.

“Lock hyung ile geldik çünkü ne zaman geri döneceğimizden hiç bahsetmediniz.”

Maes hepsinin yerine konuştu. Cale içini çekti.

‘Size ne zaman geri geleceğinizi söylememek, geri gelmeyin deme şeklimdi.’

Cale, zaten burada olan çocuklara geri dönmelerini söyleyemedi, bu yüzden sadece başını salladı ve Choi Han ile Lock’a bakmak için döndü. İkisine de emir verdi.

“Valizlerinizi toplayın. İki gün sonra yola çıkacağız.”

Ancak başka bir yerden cevap geldi.

“Evet efendim!”

Toplamda 11 kişiden. Yardımcı Yüzbaşı ve Kurt çocukların hepsi enerjik bir şekilde ona karşılık vermiştiler. Cale, uzun süredir eğitim almış bir şövalye tugayına bakıyor gibiydi. Choi Han ve Lock onlara memnuniyetle baktılar. Bu özellikle onlara öğrencilerine baktığı gibi bakan Choi Han için geçerliydi.

Cale’in ifadesi tuhaflaştı.

Böyle olmaması lazımdı.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *