Kont Ailesinin Çöpü – Ch 405 – SADECE BEN (2)

Tüm aramalar sonlandırıldı.
Cale hemen pencereden çıktı.

Dokuzuncu kat strateji odası penceresi bir kez daha kilitlendi.

‘Sana biraz sonra geleceğim!’

Bir Rüzgâr Elementalinin sesini duyabiliyordu.
Şimdi üç Elementalden ikisi sihirli taşlar deposunda ve strateji odasında geride kalmıştı. Elbette daha sonra Cale ile tekrar bir araya geleceklerdi.

‘…Patlama! Havaya uçurma! Kahhahahaha!’

Sadece tuhaf bir tanesi kalmıştı ama Cale’in bunu düşünecek kadar zamanı yoktu.

“Beacrox’un olduğu yere gidelim.”

– Anladım, insan!

Cale, Beacrox’un olması gereken Tüccar loncası lideri Plavin’in odasına yöneldi.
Orada Plavin, Ron ve Beacrox ile buluşacaktı.

***

Cale, kapının açıldığını duyduktan sonra kapıya doğru baktı.
Kanepeden yavaşça kalktı.

“Buradasınız, Tüccar loncası lideri-nim.”

“Mmm!”

Plavin Singten, odaya girerken Cale’in selamını duyunca irkildi. Sonra hiçbir şey yokmuş gibi başını salladı ve yürümeye devam etti.

Ron’un kapıyı arkasından kilitlediğini duyduktan sonra gözlerini tekrar açmadan önce sımsıkı yumdu.
O anda oldu.

“Ne düşünüyorsun?”

Cale’in soğukkanlı sesini duyabiliyordu.
Plavin bu ani tavır değişikliği karşısında şok oldu ama bu soğukkanlı tavrı tercih ettiği için hemen konuşmaya başladı.

“Büyücülerden ve simyacılardan bazıları, sahte köleleri toplamak için bir saat içinde bazı birliklerle yola çıkacak.”

Plavin’in iki eli Beacrox ve Ron’u işaret etti.

“Sizin bahsettiğiniz gibi yolu bu iki kıdemlinin göstermesine izin vermeleri için onları ikna ettim, efendim.”

Ron ve Beacrox.
Bu ikisi, sahte köleleri toplamak için Güney Simyacı Kulesinin birliklerine liderlik edeceklerdi.

“Büyücülerin ışınlanma çemberleri kuracak kadar yetenekli oldukları söyleniyor. Planları, 1.200’ün hepsini aynı anda ışınlayacak kadar güçlü olmadıkları için köleleri gruplar halinde ışınlamak.”

“Ne kadar da güzel.”

Cale gülümsemeye başladı.
Ron ve Beacrox ile bir tuzağa düşecek olan büyücüler, Rosalyn veya Becrock gibi birden fazla kişiyi aynı anda ışınlayacak kadar yetenekli değildi.
Ancak, birden fazla ışınlanma gerektirse bile 1.200 köleyi ışınlayacak kadar yeteneklilerse, sorun değildi.

‘Yetenekli büyücüler ne kadar azalırsa, Kuleyi havaya uçurmak o kadar daha kolay olur.’

Kulede daha fazla büyücü olmayacak olması Cale’in tarafını daha avantajlı hale getirecekti.
Raporunu bitiren Plavin Singten kaygıyla Cale’e baktı. Cale konuşmaya başladı.

“Onları aç.”

Beacrox’un elleri hareket etmeye başladı.

Zzzzzzz-

Masanın üzerindeki sırt çantalarından birinin fermuarı açılmıştı.

“…Hih!”

Plavin’in nefesi kesildi.

Boom. Boom. Boom.

Kalbi çılgınca atıyordu.

Sihirli bombaları görebiliyordu.

“Bunlar bugün patlayacak.”

Plavin’in parmak uçları hafifçe titriyordu.

Pat.

Plavin, Güneş Tanrısı grubundan adamın elini omzuna koyduğunu hissetti.

“Benimle birlikte geleceksin. Ne kadar şanslı olduğunu bilmelisin.”

Plavin, gülen adamın kırmızımsı kahverengi gözlerini görebiliyordu.

“Benimle birlikte olursan patlamaya kapılmazsın. Kulağa harika gelmiyor mu?”

“…Evet, evet efendim. Kulağa harika geliyor.”

Plavin, cevap verirken gözlerini sıkıca kapattı ve yeniden açtı. Güneş Tanrısı grubundan adamın sesi o anda ona gök gürültüsü gibi çarptı.

“Düşmanları bir saat içinde tuzağa çekeceğiz. Patlamalara onlar ayrıldıktan üç saat sonra başlayacağız.”

Tam dört saat sonra.

Bu akşam 22.00’de.
Bu kadar uzun süre parlak kalan yaz göğünün bile tamamen karanlık olduğu bir saatte.

“En büyük savunma önleyici saldırıdır.”

Düşmanı önce onlar vuracaktı.

***

Tik tak. Tik tak. Tik tak.

Plavin Singten’in yüzü, elindeki saate bakarken yavaşça bembeyaz oldu.

Bakışları pencereye yöneldi.
Karanlık gece gökyüzüne bakan birini görebiliyordu.

“Zamanı geldi.”

Plavin bu sözleri duyduktan sonra yumruklarını sıktı.
Maskenin arkasındaki gözler ona yöneldi.

“Aşağı atla.”

Sonra pencereyi işaret etti.

“…Gerçekten zıplamam gerekiyor mu?”

Adam cevap vermedi. Plavin Singten yumruklarını daha da sıktı. Altıncı kat penceresinden dışarıyı görebiliyordu.

Bu konuda söz sahibi değildi. Ancak korkmuştu.
O anda oldu.

“10, 9-”

Geri sayım başlamıştı.

‘Lanet olsun!’

Plavin’in gözbebekleri titremeye başladı.
Cale metanetle Plavin’e baktı. Bu p*çin korkmuş olması umurunda değildi. Plavin’in rahat etmeye zaten hakkı yoktu.

Ancak. Geri sayımına yanıt veren başkaları da vardı.

‘Sonunda başlıyor!’

‘Herkes kulenin tepesine çıksın!’

‘Yıkım! Cehenneme geri sayım! Kahhahahaha!’

“8, 7, 6-”

– İnsan, insan! Gitmeye hazırım!

“5, 4-”

Cale ayak seslerine doğru döndü.

“Ahhh!”

Plavin pencereye doğru koşarken çığlık attı.

“3.”

Cale, ayaklarının ucuna biraz rüzgâr gönderirken bir elinde altın topacın kırbacını tutuyordu.

Svoooooooşş-

Rüzgâr etrafını sardığında…

‘Hadi gidelim!’

Svoooooooşş-

Üç Rüzgâr Elementali pencereden atladı.

“2.”

“Laaaaneeeeeeeeeeeet olsuuuuuuuuun! ”

Plavin’in vücudu pencereden atladı.

“1.”

Svoooooooşşşş-

Cale’in bedeni de hızla pencereden dışarı fırladı.

“Hih!”

Plavin’in nefesi kesildi.

“Ben, ben yaşıyorum.”

Etrafını saran rüzgârı hissedebiliyor ve yer ile arasında olan ürkütücü mesafeyi görebiliyordu.
Bakışları maskeli adama yöneldi.

“Hih!”

Ancak, yapabildiği sadece bir kez daha nefesini tutmaktı.

Siyahtı.

Ooooooong-

Siyah bir şey birinci kattan başlayarak sürünerek kuleye çıkıyordu.

‘Bu nedir?’

Daha fazla düşünemeden vücudu rüzgâr yüzünden döndü.

“Ha?”

Güney Simyacı Kulesinin yakınındaki orman. Plavin’i çevreleyen rüzgâr ormana doğru hareket etmeye başladı. Plavin’in bakışları tekrar maskeli adama yöneldi.

“Kapa çeneni ve saklanmaya devam et. Yaşamak istiyorsan, dediklerimi dinle.”

Adam elini sallamadan önce soğukça belirtti.

“K, kahretsin!”

Plavin’in bedeni kuleden uzaklaştı ve hızla ormanın kenarındaki bir Rüzgâr Elementalinin daha önce keşfettiği bir mağaraya doğru hareket etmeye başladı.
Orası güvenli bir yerdi ama Plavin bunu bilmesinin hiçbir yolu olmadığı için korkuyla ağzını kapattı. Adamın onu sonuna kadar korumasını beklediği için bir şeyler söylemek istedi ama yapamadı.

‘…Nın oğlu…! Böyle bir insan nasıl Güneş Tanrısı Kilisesinden olabilir?’

Simyacı Kulesini çevreleyen şeyi çabucak anlamaya başladı.

Siyah mana.
Kuleyi aşağıdan başlayarak saran şey buydu.

Svooooooooooooşşş- Svooooooooşşş-

Ayrıca kulenin tepesinde yaratılan büyük bir hortumu da görebiliyordu.

Biiiiiiiiiiip- biiiiiiiiip-

Güney Simyacı Kulesinin alarmları siyah manaya tepki olarak çalmaya başladı. Burada ve orada sadece birkaç ışığı yanan Simyacı Kulesi hızla tamamen parlamaya başladı.

Kulede kalan simyacılar, büyücüler ve şövalyeler muhtemelen acil durumla başa çıkmaya çalışıyorlardı.
Ancak Plavin’in bunların hiçbirini görmesine gerek yoktu.

Siyah maskeli adam kulenin tepesine doğru ilerliyordu.

Arkasında yükselen siyah mana.
Kulenin tepesindeki kasırga.
En son olarak, o siyah manaya karşılık verecek ve yakında patlayacak sihirli bombalar.

‘…O kişi.’

Plavin o siyah maskeli adamdan korkuyordu.

Yeni Güneş Tanrısı Kilisesi?
İyi bir insan gibi görünen Aziz Jack?

Bu adam, Plavin’in zihninde bu iki olaydan daha büyük bir etki bırakıyordu.

Her şeyden çok bir kötü adam gibi görünüyordu.

Plavin daha fazla bakamadı.

Cale, Kulenin sivri çatısına inmişti.

Biiiiiiiiiip- biiiiiiiiiiiiiip-

Güney Simyacı Kulesinin tamamı alarmdaydı.

– İnsan! Hadi yapalım şunu!

Cale, Raon’un heyecanlı sesini duydu.
Aşağıya baktı ve konuşmaya başladı.

“Kapıyı aç.”

Bu başlangıçtı.

‘Kaos! Yıkım! Kahhahahaha!’

‘Kapa çeneni ve kapıyı aç!’

Kasırga yukarıdan alçaldı ve giderken tüm kuleyi sardı.

Tüm pencereler genişçe açılırken tıkırdadı.
Rüzgâr Elementallerinden ikisi aşağı inerken her pencereyi açıyorlardı.

“Ne oluyor be!”

Pencereden dışarı bakan insanlar şok olmuş görünüyordu.
Kuleden dışarı doğru koşan birçok insan da vardı.

“Ah, orada!”

Kulenin tepesindeki birçok insan Cale’i işaret ediyordu.
Kulenin etrafında kalan diğerleri de hızla kuleye doğru yönelmeye başladılar.

“Sen kimsin?!”

“O, o kişi Tüccar loncası lideri Plavin’in astlarından biri!”

Cale’i tanıyan insanlar vardı. Biri, daha önce Plavin’e rehberlik etmiş olan simyacıydı.
Ancak Cale’in bakışları hiçbirinin üzerinde değildi.

Onuncu kattaki Kule Ustasının odasının penceresi açıldıktan sonra…

“…Belki de? Bu ses!”

O p*ç Becrock, etrafına bir kalkanla pencereden dışarı çıktı ve Cale’e baktı.
Cale o anda bağırdı.

“At!”

Swooooooosh-

Bir sihirli bomba onuncu katın açık penceresine yöneldi.
Ek olarak.

“Patla!”

Ooooooong-

Siyah mana kükremeye başladı.

Baaaaaaaam! Baaaaam-!
Baaaaaaaam!

Toplam üç kez.
Üç patlama bölgeyi salladı.

“Aaaaaah!”

İnsanlar vücutlarını yere atarken çığlık atmaya başladılar.
Bazıları hayretle bağırıyordu.

“O, orası dokuzuncu kat! Strateji odasının yanı!”

“Altıncı kat da patladı!”

“K, Kule Ustası-nim’in yeri-!”

Altıncı kat, dokuzuncu kat ve onuncu kat.
Sihirli bombalar toplam üç yerde patladı.
Açık pencerelerden yangın görülebiliyordu.
Hayır, eskiden pencerelerin olduğu noktalardan. Duman, ateş ve yıkılan yerin sesi vardı.

O anda oldu.

“Bu birinci tur.”

Kulenin tepesindeki adamı duyabiliyorlardı.
Sihirle değiştirilen ve güçlendirilen ses, yerdeki insanlar tarafından duyulabiliyordu.

“Çekilin, çekilin!”

“S*ktir, neler oluyor?!”

“Kapa çeneni! Hepiniz düzene girin!”

Kuleden uzaklaşmak için bağıran insanlar olduğu kadar, düzene girmeye çalışan aklı başına gelen askerler de vardı.
Güçlendirilmiş ses kulaklarına ulaştı.

“…Birinci tur?”

Bu, ikinci turun da olduğu anlamına geliyordu.
Hepsi yanan Güney Simyacı Kulesine baktı.

– İnsan! Önce insansız yerleri havaya uçurdum!

Cale sanki Raon’a cevap veriyormuş gibi konuşmaya başladı.

“İkinci tur yakında başlayacak.”

Siyah mana ve rüzgârla çevrili siyah maskeli adam. Sözleri kaosa neden olmaya başladı.

“Seni p*ç!”

Birisi onuncu kattaki ateşin içinden fırladı ve o anda Cale’e doğru koştu.
Bu büyücünün tek eliyle yaptığı bir kalkan vardı ve üzerini kaplayan herhangi bir hasar veya is olmadan oradan çıkmayı başarmıştı.

Becrock.

Beyaz Yıldızın astı.

Cale’e ters ters bakıyordu.
Cale ona baktı ve dostça elini salladı.

“Beni hemen tanıdın. Görüşmeyeli uzun zaman oldu, Becrock. Bir elin biraz boş mu görünüyor?”

“Ha ha ha ha!”

Becrock gülmeye başladı.
Daha sonra çok geçmeden gülmeyi bıraktı.

“Siyah Ejderha da seninle gelmiş gibi görünüyor.”

Siyah manaya bakarken gözleri soğuktu.
Cale, Becrock’a yanıt vermedi ve omuzlarını silkti.

“Sana cevap vermeme gerek yok, değil mi?”

Becrock, Cale’in küstah cevabına herhangi bir yanıt vermedi. Onun yerine gülümsemeye başladı.

“İyi.”

Bunu söyledikten sonra Becrock’un bir eli hareket etmeye başladı.
Ardından bağırdı.

“Bu bir savaş! Plana göre ilerleyin!”

Baaaaam!

Sekizinci kat.
Patlamamış bir kattaki cam aniden kırıldı.

Onu Becrock kırmıştı.
Belki patlama ya da Becrock’un sesi yüzündendi ama birlikler hızla kuleyi ve Cale’i çevreledi.

“Senin bileğini ve o kara Ejderhanın lanet olası ağzını keseceğim.”

Ooooooong.

Mana, Becrock’u kuşatmaya başladı.
Cale ona baktı ve konuşmaya başladı.

“Ama bunu istemiyorum.”

“…Ne?”

Becrock kaşlarını çatmaya başladı.

Sonra irkildi.
Bakışları Kuzeye yöneldi.

O yönden büyük miktarda mananın geldiğini hissedebiliyordu.

Bir şey geliyordu.
Kuzeyden bir şey geliyordu.

Bu siyah manadan farklıydı.

Becrock’un bakışları hızla Cale’e döndü.
Cale gülümsüyordu.

“Siz p*çler aniden başkenti işgal edeceğinizi söylediniz.”

Cale ve Raon sakince beklediler.

“Yani, bu orijinal planımızda sorunlara neden oldu. O yüzden, biz de planları değiştirdik.”

Orijinal plan, İmparatorluğun güç figürleri ve Choi Han da dâhil olmak üzere bazı kişilerin yedekleri olarak dört kuleye gitmeleri olacaktı.

Ancak, Becrock ve Beyaz Yıldızın sihirli grubu işin içine girince…
Bir şeyleri değiştirmeleri gerekiyordu.

“Ve sen, seni p*ç kurusu. Becrock, seninle ilgilenecek birine ihtiyacımız vardı.”

Karanlık bir geceydi.
Cale sonunda onu görebildi.

Paaaaat!

Güneş kadar parlak olan kırmızı manayı görebiliyordu.
Ormandan kulenin kuzeyine doğru büyük kırmızı bir ışık sütunu yükseliyordu.

– Hehe. İnsan, yaratması dört saatimizi alan ışınlanma çemberi bu.

Raon ve bir başkası, patlamadan önceki dört saatlik boşlukta bu ışınlanma çemberini yaratmıştı.
Şu anda o ışınlanma çemberinden çok sayıda insan geliyordu.

Sihirli taşlar kırmızı ışık yayarak kırılıyordu.
Cale, kırmızı ışıkla kaplı yerden süzülen iki kişi görebiliyordu.

Biri pelerinli bir şövalyeydi.
Diğeri kırmızı cüppeli bir büyücüydü.

İki kişi hızla Güney Kulesine doğru uçmaya başladı.

Şövalye, Sör Rex’ti.
Büyücünün yüzü bir başlıkla örtüldüğü için görünmüyordu.

Ancak büyücü kuleye yaklaştıktan sonra Becrock’u işaret etti.

“O sen misin? Bir sonraki Kule Ustası olacağını iddia eden sen misin?”

Büyücü daha sonra Becrock’u çevreleyen manayı gördü ve yorum yaptı.

“Ah, sensin.”

Ateşe benzeyen parlak kırmızı mana, bunu söyler söylemez kırmızı cüppeli büyücünün etrafında toplanmaya başladı.

Yüzü cüppeyle örtülen büyücü.
O büyücü Rosalyn’di.

Cale, Sör Rex’e baktı. Göz teması kurdukları anda Sör Rex hemen konuşmaya başladı.

“İkinci patlama turu, başla.”

Baaaaaaaam!

Geceyi bir patlama daha sarsmaya başladı.
Parlak kırmızı mana, patlamadan çıkan ateşle birlikte hareket etmeye başladı.

———-
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir, eheh (=w=)

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *