Kont Ailesinin Çöpü – Ch 400 – PEKÂLÂ, BU BAŞLANGIÇ (2)

Plavin Singten, yaşamak mı yoksa ölmek mi istediğini soran maskeli adama bakarken yutkundu.

‘Nasıl……!’

Sonra da nasıl böyle bir tehdit aldığını düşünmeye başladı.

Birkaç gün önce, hayır, o kadar zaman önce de değildi. Yaklaşık iki gün önce olmuştu.

Sihirli taşlarla dolu çantayı maskeli adamın astı gibi görünen adama verdikten sonra, bu ast ona herhangi bir acil durum mesajı için kullanabileceği gizli bir yer hakkında bilgi vermişti.

Nedense, acil durum bağlantısını neredeyse hemen kullanmasını gerekli kılan bir şey olmuştu.

‘Ona Simyacı Kulelerinden ve büyücü grubunun planlarından bahsetmemeli miydim?’

Plavin’in bağlantılı olduğu Güney Simyacı Kulesi ona, dört Simyacı Kulesinin başkente saldırmak için birlikte çalışacaklarını ve onlarla birlikte çalışan gizemli bir büyücü grubu olduğu gerçeğini söylemişti.
Ayrıca, Güney Simyacılar Kulesi, Plavin’den bu savaşta kullanmak için malzeme ve sihirli taşlar istemişti.

Plavin, bu bilgiyi Güneş Tanrısı Kilisesine yakın görünen adama vermeden önce ne yapacağını düşünmüştü.
Ve bu gece… O adam bir kez daha Plavin’in gizli evine gelmişti.

‘…Peki onlar kim?’

Geçen seferki siyah maskeli kızıl saçlı adam bugün burada değildi.
Onun yerine beyaz maskeli adamın arkasında duran iki maskeli adam vardı.

“Gözlerin neden bu kadar çok hareket ediyor?”

Plavin bakışlarını hızla iki adamdan yere çevirdi.
Cale onu izledi ve kıkırdamaya başladı. Bakışları Plavin’in arkasına yöneldi. Plavin’in güvendiği suikastçı astları sessizce arkasında duruyordu.

– İnsan! Görünmezliğimi kaldırmak istiyorum! Dede Ron ve lezzetli yemek sağlayıcısı Beacrox’un yanında durmak istiyorum! Ben de maske takmak istiyorum!

Cale, Raon’u duymamış gibi yaptı. Kara Ejderha nedense heyecanlıydı.

Choi Han ve Bud şu anda burada değillerdi.
Onun yerine Beacrox ve Ron vardı.

‘Choi Han.’

Cale, onu İmparatorluğa kadar takip etmeye çalışan Choi Han’a farklı bir emir vermişti.

‘Gelmeden önce gidip Syrem meselesini çabucak hallet. Leydi Rosalyn ile birlikte gelin.’

Choi Han, Cale’in yorumunu duyduktan sonra başını sallamadan önce irkilmişti.

‘Ne var, seninle gelmemi mi istiyorsun yoksa?’

‘Hayır, Cale-nim. Syrem’in durumunu kendi başıma halledebilirim.’

‘Seni bekleyeceğim.’

‘Evet, Cale-nim.’

Choi Han, onun yerine Roan Krallığının başkentine gidiyordu.
Elbette Cale onu yalnız göndermemişti. Cale grubun geri kalanını İmparatorluğa getirirken Eruhaben Choi Han ile birlikte hareket ediyordu.

“Öhö öhö!”

Cale, bazı öksürükler duyduktan sonra Plavin Singten’e baktı.

“Özür dilerim, nefes boruma bir şey kaçmış gibi görünüyor, öhö, ahem, hem.”

Cale, Kim Rok Soo iken lonca astlarına yaptığı gibi Plavin ile nazikçe konuşmaya başladı.

“Ah, sadece boğuluyordun demek. Zehirlendiğini falan sandım.”

Plavin’in parmak uçları titriyordu. Bakışları açık teras penceresinin dışında ürkütücü bir şekilde görünen kırmızı sise doğru yöneldi.

“O zehirli sis terasa girmemeli. O zehir sana çarparsa anında ölürsün. Öksürmeye başladığında bu yüzden endişelendim, lonca lideri Plavin.”

“Ha, haha- neyse ki zehir değildi. Haha-”

‘Lanet olsun!’

Plavin dışarıdan gülüyordu ama aklı karmakarışıktı.

‘Neden böyle davranıyor?’

Güneş Tanrısı Kilisesine dört Simyacı Kulesinin planlarını anlatmıştı.
Öyleyse adam neden ona katkısıyla eşleşen bir ödül vermek yerine yaşamak mı yoksa ölmek mi isteyip istemediğini soruyordu?

‘Onlara söylememeli miydim?’

Bir ses duyduğunda Plavin’in zihni daha da karışmaya devam ediyordu.

“Singten Tüccar Loncası neden malzeme topluyor? Askerlerin savaş sırasında ihtiyaç duyduğu malzemelere benziyor.”

Plavin kalbinin anında battığını hissetti.

Güney Simyacılar Kulesinin istediği gibi gizlice savaş malzemeleri topluyordu.
Elbette, Güneş Tanrısı Kilisesinden olan bu adama Simyacı Kulelerinin planlarını anlatırken bu kısmı atlamıştı.

Hem Güney Simyacı Kulesi hem de Güneş Tanrısı Kilisesi ile bağlantısını sürdürmek için yapması gerekeni yapıyordu.
Yakalanmayacağından emindi. Bu yüzden gizlice malzemeleri topluyordu.

“…Siz nasıl…?”

Peki bu adam bunu nasıl öğrenmişti?
Plavin, kendisine yöneltilmiş sıcak bir gülümseme ve soğuk bir bakış görebiliyordu.

“Aklın ve vücudun her yerde bağlantılarını sürdürmekle meşgul gibi görünüyor. Böyle olan insanlar genelde ilk ölen insanlar olurlar.”

Plavin aniden boğulduğunu hissetti.
Plavin’in gözleri, adamın her şeyi bildiğini söyler gibi görünen bakışını gördükten sonra kendi kendine aşağı indi.
Cale daha da soğuk bir bakışla Plavin’e baktı.

“Bizim tarafımız ticaret loncanızın savaş malzemeleri topladığını fark etti.”

Plavin’in yüzünde korku belirdi.
Ancak adam, Plavin’in durumunu anlamış gibi yumuşak bir sesle konuşmaya devam etti.

“Anlıyorum. Bizim tarafımızı bırakmak istemediğine eminim ama Simyacı Kuleleri tarafını da bırakmak istemiyorsun. Kimin kazanacağını bilmenin hiçbir yolu yok.”

Ancak Plavin bir sonraki soruyu duyduktan sonra başını kaldırmak zorunda kaldı.

“Ama neden köle arıyorsunuz? Ölü manaya ihtiyaçları olduğunu mu söylediler?”

Plavin’in yüzündeki tüm duygular kayboldu.
Gözbebekleri kontrolsüz bir şekilde titremeye başlarken korku ve endişe ortadan kayboldu ve duygusuz hale geldi.

‘…Bunu da mı gördü?’

Simyacı Kulesi, Plavin’den malzeme ve para istememişti.

Köleler.

Ondan bir kez daha ölü mana yaratmak için hızlı bir şekilde köle tedarik etmesini istemiştiler.

Ancak bunu yapması, Güneş Tanrısı Kilisesine tamamen karşı olduğu anlamına gelirdi. Güneş Tanrısının yozlaşmış Kilisesi bile temel inançlarını korumaya devam ederdi.
Ayrıca, Güneş Tanrısı Kilisesinin Mogoru İmparatorluğunda bir kez daha kontrolü ele geçirmesinin nedeni yasak büyüydü.

“Bu seni ölmek için can atıyormuşsun gibi gösteriyor.”

Evet. Güneş Tanrısı Kilisesine böyle görünüyor olmalıydı.
Yakalanmaması başka bir şeydi ama yakalanırsa ölecekti.

‘Kahretsin!’

Plavin işlerin nasıl bu hale geldiğini merak etmeye başladı.
Gizlice topladığı savaş malzemelerini ve köleleri nereden biliyordu?

Elbette Cale’in bir şeyleri öğrenme yöntemleri vardı.
Mogoru İmparatorluğunun, İmparatorluk Prens Sarayına varır varmaz bazı varlıklar onu karşılamıştı. Kırbacı eline aldığında onunla konuşmaya gelmişlerdi.

‘Hey Cale, ziyaret ettiğin tüccar loncasından insanlar, insanları kaçırıyordu. Onları köle yapacaklarını söylediler!’
‘Doğru! Ölü manaya ihtiyaçları olduğunu söylediler!’

Bir aksiyon romanında olduğunu bilmesinin yanı sıra, şimdi elinde bir de hile anahtarı vardı.

Cale, Rüzgâr Elementallerinden gelen bilgileri duyduktan sonra düşünmeye başlamıştı.
Rüzgâr Elementalleri, kendisi hareketsiz kalsa bile ona bilgi getirmeye devam ediyorlardı.

Elbette bu onu her şeye gücü yeten biri yapmazdı.
Rüzgâr Elementalleri ışınlanma büyüsünü nasıl kullanacaklarını bilmiyorlardı.
Diğerlerinden daha özgürce ve daha hızlı hareket edebiliyorlardı ama yine de bir sınırı vardı, öyle ki Roan Krallığındaki Cale, Mogoru İmparatorluğunun başkentindeki Rüzgâr Elementallerinin seslerini duyamıyordu.

Ancak bu, Cale’in Mogoru İmparatorluğunun başkentine varır varmaz, başkentte bağlantı kurduğu Rüzgâr Elementallerinin ona bilgi getireceği anlamına geliyordu.

“Singten Tüccar Loncası Lideri Plavin.”

Plavin’in yüzü duygusuzdu, korku ya da endişe belirtisi yoktu. Öte yandan gözleri kaos ve umutsuzlukla doluydu.

“Ama ne yaptığını izlemeye karar verdik.”

Plavin’in gözleri kocaman açıldı.
Bakışları maskeli Cale’e yöneldi.

“Dört Simyacı Kulesinin ne kadar ileri gideceğini görmek için izliyorduk.”

“Ah.”

Plavin derin bir nefes aldı.
Onlar izliyorlardı. Hiçbir şey yapmadan, öylece izliyorlardı.
Bunu duyduktan sonra söyleyecek söz bulamıyordu.

“Ama görünüşe göre o kuleleri hemen yıkmamız gerekiyor.”

Ardından gelen sözleri duyduktan sonra bir kez daha nefesini tuttu.

“Güney Simyacı Kulesine mi gideceksin?”

Plavin bir an tereddüt etti. Adamın bu soruyu neden sorduğunu merak etti.
Tartıştıklarından farklı bir konuydu ama Plavin temkinli bir şekilde yanıtladı.

“…Asıl plan benim gitmemdi. En az bir kere gitmem gerekiyordu.”

“Seninle geliyorum.”

“Affedersiniz?”

Plavin maskeli adama şok içinde baktı.

‘Oraya mı geliyor?
Oraya savaş için mi geleceğini söylemek istiyor? Öyle görünmüyor.’

Adam sakince ve acele etmeden aklı karmaşaya düşmüş görünen Plavin ile konuşmaya başladı. Hafifçe gülümseyen dudakları güzel ve sıcak görünüyordu.

“Yeni ışık seninle tanışmak istiyor.”

Plavin’in bunu duyduktan sonra tekrar susmaktan başka seçeneği yoktu.
Ancak, öncekinden farklıydı.

“Geçen sefer konuştuğumuz iki hafta. Sanırım o zamandan beri yaklaşık 12 gün oldu. Yani…”

Yeni ışık. Güneş Tanrısının Papası.
Plavin ile görüşmek istiyor.
Orijinal plan iki hafta içinde buluşmalarıydı.

“O zamana kadar işleri halledelim ve böylece rahat kalplerle buluşalım.”

İşleri halletmek.
Bu sözlerin anlamını anlayan Plavin, konuşmaya başladığında kalbinin çılgınca çarptığını hissetti.

“…Mümkün mü?”

Simyacı Kulelerinin gruplarının icabına iki hafta içinde bakmak mümkün müydü?
Plavin sordu ve adam hemen cevap verdi.

“Plavin, biz düşmanı tanıyoruz. Ama sence düşman bizi tanıyor mu? Benim gibi birinin varlığından bile haberdar değiller, değil mi?”

Plavin sanki biri büyük bir çekiçle kafasına vurulmuş gibi hissetti.

Adam haklıydı.
Önündeki adam, Simyacı Kulelerinin planlarını ve yaklaşık güçlerini biliyordu.
Ancak Simyacı Kuleleri, önündeki bu maskeli adamın varlığından bile haberdar değildi.

Düşmanın planlarını bilen adam, işleri çabucak halletmeleri gerektiğini söylüyordu.
Bu kibir miydi?

‘Hayır. O öyle biri değil.’

İmparatorluktaki Güneş Tanrısı Kilisesi yıkılmıştı.
Bu adam, Güneş Tanrısı Kilisesini tekrar ayağa kaldırmaya odaklanmak yerine, Caro Krallığında bir anlaşma yapmak için ona gizlice yaklaşan biriydi.

Kendine güvenmeden hareket edecek biri değildi.

“Bence sen bunu bilecek kadar zekisin.”

“…Her şey bittiğinde yeni ışık olacak kişiyle gerçekten tanışabilir miyim?”

Plavin maskeli adamın ona küçük bir plaka verdiğini görebiliyordu.

“Bu…!”

Plavin bu plakadan haberdardı.
Bu plaka, önceki Papanın ona rüşvet getirmesi anlamına gelen ‘işe’ gitmesini emrettiğinde kullandığı şeydi. Bu plakanın, Güneş Tanrısı Kilisesi dışında hiç kimse tarafından taklit edilemeyecek veya yaratılamayacak bir şey olduğu söylenirdi.
Bunun gerçek olduğunu söyleyebiliyordu çünkü daha önce bir kez görmüştü.
Plavin anında plakaya doğru uzandı.

“Hayır. Henüz değil.”

Ancak maskeli adam plakayı cebine geri koydu.

“…Her şey bittiğinde benim mi?”

“Başka kime vereceğim? Sana kanıt göstermem yeterli, değil mi?”

Cale, Plavin’in gözlerinin sanki birkaç dakika önce hiç umutsuzlukla dolmamış gibi açgözlülükle dolduğunu görebiliyordu.
Plavin’in kendi isteğiyle bir ateş çukuruna gireceğini bilmesinin hiçbir yolu yoktu.

Bu plaka, Aziz Jack’in Cale’in isteği üzerine ona verdiği bir şeydi. Elbette, Aziz Jack bunu verirken bir şeyler söylemişti.

‘Genç efendi Cale-nim, bu tür kötülükleri yakalamak için kullanılacaklarsa, bu plaklardan istediğiniz kadar çok yapabilirim.’

Plavin Singten her şey bittiğinde hapse gönderilecekti.

“Plavin Singten, karşı taraf senin astlarının suikastçı olduğunu biliyor mu?”

Karşı taraf derken doğal olarak Güney Simyacı Kulesinden bahsediyordu.

“Evet efendim, biliyorlar. İçeri girmek için yanımdaki herkes hakkında bilgi vermek zorunda kaldım.”

Simyacı Kuleleri için gizlilik şu anda hiç olmadığı kadar önemliydi.
Kimin yanlarında olup kimin olmadığını tam olarak belirlemeleri, kendilerinde en ufak bir şüphe uyandıran herkesi etraflıca araştırmaları gerekiyordu.

“Astlarımı saklarsam benden şüphelenirler. Onlardan bir şey sakladığımı düşüneceklerdir.”

“O zaman senin astın olmam gerekiyor. Bu doğru değil mi?”

Plavin başını sallarken gülümsemek için elinden geleni yaptı.

“Evet efendim, durum bu. Çok çalışacağım.”

“Gerçekten de yaşamanın yollarını bulma konusunda bilgili birine benziyorsun.”

Plavin cevap veremedi.

Bu kişi, astı gibi davranarak Güney Simyacı Kulesine gireceğini söylüyordu.

Plavin yumruklarını sıktı.
Birlikte Güney Simyacı Kulesine gider gitmez bu adamla aynı tarafta olmaktan başka seçeneği kalmayacaktı. Simyacı Kulelerinin, Güneş Tanrısı Kilisesinden birini getiren bir hainin yaşamasına izin vermesine imkân yoktu.

Cale, Plavin’in arkasında yüzlerinde maskelerle duran suikastçılara gülümsemeye başladı. Cale’in bakışlarından kaçındılar ve Cale konuşmaya devam ederken geriye dönüp Plavin’e baktı.

“Ah, doğru. Arkamdaki ikisi de bizimle geliyor.”

“Her şeyi hazırlayacağım efendim.”

Plavin ve Cale’in konuşmasının sonu buydu.

***

Ertesi gün Cale gözlerini açtı.
Işınlama büyüsünden dolayı bulanıklaşan görüşü geri gelmeye başladı.

Paat!

Parlak ışık kaybolduğunda önünde yemyeşil bir orman belirdi.

“Uzun zaman oldu, tüccar lonca lideri-nim.”

“Evet. Tekrar görüştüğümüze memnun oldum.”

Cale’in önündeki Plavin Singten ışınlanma çemberinden çıktı ve simyacı cübbesi giyen kişiye kısa bir yanıt verdi.

“Arkanızdaki insanlar?”

“Astlarım. Onlar hakkında bilginiz var.”

Plavin’in arkasında siyah maskeli ve suikastçı kıyafetli üç kişi vardı.

“Evet efendim, biliyoruz. Ama görünüşe göre fizikleri biraz değişmiş.”

Gülümseyen Simyacının gözleri şüpheyle keskinleşti.
Cale, Singten Tüccar Loncası liderinin astlarının fiziklerini bile kontrol etmelerine şaşırmıştı. Ancak, Singten Tüccar Loncası lideri zeki ve oyunculukta iyiydi.
Plavin Singten sakince karşılık verdi.

“Birçok sır bilen insanları sık sık değiştirmek gerekir. Aynı fikirde değil misin?”

Simyacı bu sefer gerçek bir gülümseme takındı.

“Beklenildiği gibi. Bu yüzden size çok saygı duyuyorum, Singten Tüccar Lonca lideri-nim.”

“Bu hiçbir şey. Sadece ticaretim için gerekli.”

“Öyleyse ben yol göstereceğim.”

Simyacı bir yönü işaret etti.
Cale, ormanın ötesindeki uzun bir kuleyi görebiliyordu.

Bu Güney Simyacı Kulesiydi.

– İnsan! Ben de buradayım!

Raon, Ron ve Beacrox onunla birlikteydi.

‘Bud.’

Cale, buraya gelmeden önce herkesle iletişim kurmaktan sorumlu olanın Bud olduğunu söylemişti.

‘Bu savaş iki şey içeren bir savaş.’

‘Hangi iki şey?’

Ezici bir güçle savaşmak için…

‘Para ve sihir.’

Bud’a verdiği emirleri hatırladı.

‘Sinyal verir vermez dalın.’
‘Önce düşmanı vuracağız.’

Cale, Simyacının sesini duyabiliyordu.

“Lütfen beni takip edin.”

“Elbette.”

Plavin öne geçti ve Cale, Plavin’i koruyormuş gibi onun arkasına geçti.
Güney Simyacı Kulesi.
Kurutacakları ilk yere doğru gidiyorlardı.

———-
Geri döndük dostlar! Her gün yeni bir bölümle tekrar karşınızdayız!
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir, eheh (=w=)

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *