Cale’in ağzından çıkan tek bir cümle vardı.
“…Bu ne halt?”
Şu anki duygusal durumunu açıkça gösteriyordu.
Bu da neydi böyle?
Şimdiye kadar açıklanamayan birçok şeyle karşılaşmıştı.
Çoğu şeyi arkada bırakabilmişti çünkü ‘Bir Kahramanın Doğuşu’ adlı bir romanın içinde yer alması, başkalarının inanamayacağı bir şeydi.
Kim Rok Soo, Dünyada ve Kore’de ortaya çıkan canavarlarla karşılaşmış, yalnızca bir aksiyon ya da modern bir fantezi romanında bulunabilecek çoğu şeyi deneyimlemiş biriydi.
On beş yıldan fazla bir süredir böyle bir dünyada yaşamış biriydi.
“İnsan, neler oluyor?”
“Neden böyle davrandığını bilmiyorum.”
Hong ve Raon endişeyle Cale’e baktı ama Cale çocuklara cevap verecek uygun duygusal durumda değildi.
Bu ilk kez oluyordu.
Bu dünyaya geldiğinden beri ilk kez tamamen şaşkına dönmüştü.
‘Bu bir tesadüf mü?’
Bu ilk Ejderha Avcısının kayıt kitabı ile ‘Bir Kahramanın Doğuşu’nun adının ve yazarının aynı olması bir tesadüf müydü?
Böyle bir şey mümkün müydü?
‘…Bu dünyada tesadüf diye bir şey var mı?’
Cale’in başka bir şey düşünme lüksü yoktu.
Eli sunağın etrafındaki bariyeri geçti.
Cale, avucu ona dokunur dokunmaz kitabı yakaladı.
Sanki acelesi varmış gibi eli hızla hareket ediyordu.
“İn-”
Cale’e seslenip ona doğru ilerlemeye başlayan Raon, önünde bir el görünce konuşmayı bıraktı. Choi Han, çocukların geri adım atmasını sağladı.
Bud kollarını kavuşturmuş ve yüzünde katı bir ifadeyle duvara yaslanmıştı bile.
Artık yüzünde sarhoş olduğuna dair hiçbir iz yoktu.
Choi Han, eli kılıcının kabzasında, etrafa bakan Cale’in yanında duruyordu.
Ancak Cale bunların hiçbirini fark etmemişti.
“…Bu gerçek.”
Cale, parmağıyla kitabın kapağına dokundu.
Nelan Barrow.
Bu kesinlikle Kim Rok Soo’nun okuduğu kitabın yazarıydı. Kim Rok Soo, ‘Bir Kahramanın Doğuşu’nu ilk okumaya başladığında yazarın adını tuhaf bulmuştu.
Bunun nedeni, böyle bir İngilizce isim kullanan bir yazar bulmak nadirdi.
Yabancı bir ülkeden çevrilmiş bir fantastik roman olsaydı bir şeydi, ancak Kim Rok Soo’nun ödünç aldığı ‘Bir Kahramanın Doğuşu’ Kore fantezi romanıydı.
Ana karakter birçok zorlukla karşılaşmış olabilirdi, ancak bunun dışında, boyutları dolaşan ve sonra da dünya kahramanı olan Koreli bir lise öğrencini anlatan fantastik bir romandı.
‘Ama neden?’
O fantastik romanın ve bu ilk Ejderha Avcısının kayıt kitabının yazarları neden aynıydı?
Nelan Barrow, ilk Ejderha Avcısının adı olmalıydı.
– Haklısın.
Cale irkildi ve vücudu sallanmaya başladı.
Şimdiye kadar sessiz olan bir ses, sonunda zihninde yeniden belirmişti.
Korkunç Dev Arnavut Kaldırımı.
Sesi biraz ağır geliyordu.
– Bana seslenmeye devam ettiğin halde bu kadar geç cevap verdiğim için özür dilerim.
Süper Kaya özür diler gibiydi.
– Onu olduğu gibi kullanabilesin ve dışarı atabilesin diye vücuduna akan büyük miktardaki gücü taçtan süzmekle meşguldüm.
Cale, Süper Kayanın devam etmesini beklerken sessiz kaldı. Süper Kaya konuşmaya devam ederken bunu anlamış gibiydi.
– Nelan Barrow. Son savaşta kurtardığım çocuğun adı buydu.
Süper Kayanın öldüğü son savaş.
Savaşta, hayatta kalan tek çocuğun adı Nelan Barrow’du.
Cale tekrar açmadan önce gözlerini yavaşça kapattı.
“Huuuuuuu.”
Derin bir nefes aldı.
Cale’in parmağı ilk sayfayı çevirdi.
Orada bir önsöz yazılmıştı.
< Bu, tanrı olma arayışında dünyayı hem cennete hem de cehenneme çeviren bir insanın kaydıdır. >
Bu Cale’e, eskiden Üç Yasak Bölgeden biri olan Rüzgâr Adasını düşündürdü.
Tapınağın tavanında bulunan duvar resmini hatırladı.
Karanlık Orman adlı bir organizasyona ve beş doğal özelliğin yanı sıra gökyüzü özelliğine de sahip olan, tanrı olmaya çalışan bir insanın hikâyesiydi.
İnsanlara hükmetmek için, bazı bölgeleri yemyeşil bir cennete çevirebilmek, bazılarını ise ıssız cehennemlere çevirebilmek adına gökyüzünün kendisi olmak istemişti.
Süper Kaya daha önce o kişiden bahsetmişti.
‘Beyaz Yıldız, benim öldüğüm gün yok edildi.’
Tanrı olmak isteyen kişi Beyaz Yıldızdı.
Cale daha sonra Süper Kayanın şu anki Beyaz Yıldız hakkında söylediği bir şeyi hatırladı.
‘Cale, bence şu anki Beyaz Yıldız antik Beyaz Yıldızı taklit ediyor.’
Cale gülümsemeye başladı.
Şu anda elindeki kitap, Ejderha Avcısının antik Beyaz Yıldız hakkındaki ilk kaydıydı.
Cale’in parmağı sayfaya dokundu.
“Buydu.”
Mevcut Beyaz Yıldızın antik Beyaz Yıldızı taklit edebilmesinin nedeni buydu.
“Bu kayıttı.”
Mevcut Beyaz Yıldız, bu kayıt defterini okuduktan sonra eski Beyaz Yıldızı taklit edebilmişti.
Bu kesinlik Cale’in zihnini doldurdu.
Sonraki cümleyi okudu.
< Muhafızın son vasiyetini yerine getirmeyi seçtim. >
Cale’in ağzında ‘muhafız’ kelimesi dolaşıyordu.
– Ahem, benden bahsediyor.
Süper Kaya garip bir sesle yorum yaptı ama Cale bunu kolayca görmezden geldi.
Neden?
“…Bunun anlamını biliyor musun?”
– Neden bahsediyorsun?
Cale, Süper Kayanın geri sorduğunu duyduktan sonra tekrar konuşmaya başladı.
Sayfadaki bir sonraki cümleyi işaret ediyordu.
“Burada ne diyor?”
– …Böyle bir dil mi var?
Süper Kaya şaşkınlıkla karşılık verdi. Ancak Cale, arkasından gelen sesleri duyduktan sonra sakinliğini zar zor koruyabildi.
“Hmm? Bize mi soruyor? Ha? Bu hangi dil?”
“Daha önce hiç görmedim! Benim kadar harika ve güçlü birinin bile bilmediği kelimeler var!”
“Ben bilmiyorum!”
“Fikrim yok!”
Grup da şaşkınlıkla cevap verdi.
Ancak Cale, Bud ile ortalama dokuz yaşındaki çocuklardan gelen yüksek sesler arasında, o çok kısık sesi duymayı başardı.
“…Ha?”
Choi Han’dı.
Normal Choi Han’dan farklıydı.
Aklı yerinde değil gibiydi.
Cale, yüzündeki ifadeyi düzeltti.
Bu dünyaya geldiğinden beri ilk kez poker suratını giyebildiği için minnettardı.
Sayfadaki bir sonraki cümle farklı bir dildeydi.
Cale, ne antik çağlardan kalma Süper Kayanın, ne Doğu kıtasının Bud’unun ne de birçok farklı dil öğrenmiş Raon’un okuyamadığı metni okuyabiliyordu.
< Buraya benim gibi gelme ihtimali olan bir yabancı için. >
Ve bunun altında…
< Choi Jung Gun >
Etrafında sesler yükselmeye başladı.
“Mm, sanırım bu konuda biraz araştırma yapmamız gerekiyor. Antik bir metin mi?”
“Dedeye soralım! Veya a, benim a, an-! Her neyse, soralım!”
“Ne ilginç harfler! Daha çok sembollere benziyorlar!”
Bud ve ortalama dokuz yaşındaki çocuklar yüksek sesle sohbet ediyorlardı. Cevabı bulmak için daha da çok uğraşıyorlardı çünkü solgun Cale biraz sakinleştikten sonra ilk bunu sormuştu.
Ancak Cale bu sözleri okuyabiliyordu.
Koreceydiler.
Cale sakince sessiz kişiden gelecek tepkiyi bekledi.
Yüksek seslerin arasından Choi Han’ın son derece sakin sesini duyabiliyordu.
“…Amca?”
‘Haaaaaaaaaa.’
Cale kendini gülmekten alıkoymak zorunda kaldı.
Mutlu olduğu için değildi.
Çünkü inanamıyordu.
Tamamen şaşkına dönmüştü.
Neredeyse bir kahkaha patlatacaktı.
Choi Han mutlu bir ailede doğmuş ve ebeveynlerinin sevgisiyle büyümüştü. Ancak, en sonunda kendi başına boyutlar arasında seyahat etmiş ve Karanlıklar Ormanında tek başına uzun zaman geçirmek zorunda kalmıştı.
Choi Han.
Choi Jung Gun.
Cale, bu dünyaya geldiğinden beri, aklından sık sık belirli bir düşünce gelip geçiyordu.
Beyaz Yıldız ortaya çıktığından beri bu düşünce zihnini daha sık doldurur olmuştu.
‘Choi Han nasıl burada ana karakter olabilmişti?’
Choi Han, Beyaz Yıldızı nasıl yenebilmişti?
Rosalyn ve Lock gibi birçok güçlü arkadaşı olmasına rağmen Choi Han, Raon, On ve Hong gibi mevcut arkadaşlarının çoğu yanında olmadan Beyaz Yıldızı nasıl yenebilirdi?
Bunun gibi sorular sık sık Cale’in zihnini dolduruyordu.
Ayrıca farklı bir düşünce de vardı.
Sadece 5. cilde kadar okumuştu.
Bu durumda, daha sonra Choi Han için ‘bir şeyler’ olmuş olması muhtemel değil miydi?
Ne olursa olsun zafer kazanan bir ana karakter miydi?
Bunu düşünmeden edemiyordu.
Ve şimdi Cale, ‘ana karakter Choi Han’ için o ‘bir şeyi’ bulmuştu.
“İnsan! O tuhaf metinde daha fazlası yazılı!”
Orada Korece yazılmış daha çok şey vardı.
< Bu kitabın benim gibi bir yabancıya verilip verilmeyeceğini bilmeme imkân yok. Tabii ki, bir yabancının bu kitabı asla görmemesi çok daha olasıdır. >
Haklıydı.
Asla olmayacak olma ihtimali çok daha yüksekti.
Bir yabancı, sadece Ejderha Avcısının tacına sahip birinin erişebileceği Işık Şatosunun altındaki bir bölgede bulunan bir kitabı nasıl görebilirdi?
Ancak Cale, bu kitabın orijinal hikâyede Choi Han’ın bir şekilde eline geçeceğini düşünüyordu.
< Sanırım buna sadece bir anı diyeceğim. >
Bu kayıt defteri, antik Beyaz Yıldızın ve eskiden Choi Jung Gun olarak bilinen ilk Ejderha Avcısı Nelan Barrow’un anılarının bir kaydıydı.
< Bu metin sadece benim geldiğim yerden gelen bir yabancının okuyabileceği bir şey. Çünkü memleketimle ilgili hiçbir şeyi bu dünyayla paylaşmadım. >
Bu, Cale’i ilk Ejderha Avcısı hakkında düşünmeye sevk etti.
Ailesi olmadığı söyleniyordu.
Hiç evlenmemişti ve hiç çocuğu olmamıştı.
Neden buna dikkat etmemişti?
Choi Han’ın buraya gelmesine benzer şekilde, bir gün bu dünyada ortaya çıkan biriydi.
Önsöz sadece bir sayfa ile bitmiyordu.
Cale, olabildiğince sakin bir ifadeyle önsözün Korece bölümünün bir sonraki sayfasına geçti.
Sayfayı çevirmek üzere olduğu o kısa sürede…
Cale, sonraki sayfada ilk birkaç kelimeyi gördükten sonra kitabı hemen kapatmak zorunda kaldı. Bu sayede diğerleri içeriği göremedi.
Cale o anda birinin kitaba uzandığını görebiliyordu.
“Ben…”
Choi Han’dı.
Sakin görünüyordu ama Cale, Choi Han’ın aklının şu anda bir karmaşa içinde olduğunu görebiliyordu.
Choi Han, Cale’e doğru elini uzattı.
“Cale-nim, kitaba bakabilir miyim?”
Sonra diğerlerinin sesini duydu.
“Oh! Choi Han! Okuyabiliyor musun? Bir şey anladın mı?”
“Bay Choi Han, bir bakmak mı istiyorsunuz?”
Raon ve Bud, Choi Han’a aynı anda sordu.
“Hey, alkolik Paralı Asker Kralı! Choi Han’ımız aslında çok akıllı! Senden çok daha akıllı!”
“Katılıyorum! Choi Han akıllı!”
“En küçüğümüz haklı!”
Bud daha sonra ortalama dokuz yaşındaki çocukların ona aptal olduğunu söylemesini dinlemek zorunda kaldı.
Cale, tüm bunlar olurken hâlâ her zamanki sabırlı ifadesine sahipti.
“Cale-nim.”
Choi Han ona bir kez daha seslendi.
Memleketinin ilk izlerini onlarca, hayır, sayılamayacak kadar çok yıl sonra bulmuş olması mümkündü. Ve o iz, amcası olduğuna inandığı birine aitti.
Cale, Choi Han’ın nasıl hissettiğini sormadan bile anlayabiliyordu.
“Şimdilik.”
Yine de.
“…Cale-nim?”
Cale, her zamanki gibi açık açık eklemeden önce kaşlarını çattı.
“Beyaz Yıldızı arkadan tokatlamak istiyorsak, şimdilik bu kitaba bakacak vaktimiz yok.”
Choi Han bir şey söylemek istedi ama Cale devam etti.
“Hafızamın ne kadar iyi olduğunu biliyorsun, değil mi? Ben hem metinleri hem de görüntüleri hatırlayabilen biriyim.”
Cale kitaba dokundu.
“Önce bu kitabın içeriğini çabucak ezberleyeceğim. Okuyamayacağım bir şeyse görüntüyü ezberlemem gerekiyor.”
Paralı Asker Kralı alkışlamaya başladı.
“Ahh! Arkadaşım gerçekten harika! Ahh!”
Cale doğal olarak onu görmezden geldi ve konuşmaya devam etti.
“Choi Han, bu dili biliyor musun?”
“…Sanırım biliyorum.”
‘Sanırımmış, kıçım. Elbette Korece biliyorsun.’
Cale içini çekerek normal bir şekilde konuşmaya devam etti. En azından denedi.
“O zaman daha da iyi. Önce bu kitabın içeriğini resim olarak ezberleyeceğim. Beyaz Yıldızla ilgilendikten sonra daha ayrıntılı bir şekilde okumak için geri dönelim.”
Gruptan bazıları başlarını salladılar.
“Bu durumda, Beyaz Yıldıza karşı savaşta bir şeyler ters gitse bile Choi Han’ın metni okumasında bir sorun olmamalı çünkü hepsini ezberlemiş olacağım.”
Cale, Choi Han’a baktı ve konuşmaya devam etti.
“Acele etmemiz gerekiyor. Lort-nim, Eruhaben-nim, Ron ve Beacrox, Beyaz Yıldız orada yalnız olduklarını anlarsa tehlikede olacak.”
Choi Han’ın kitaptan uzaklaşmaktan ve başını sallamaktan başka seçeneği yoktu.
“Haklısınız Cale-nim. Acele edelim ve sonra geri dönelim.”
Cale, Choi Han memleketiyle ilgili izlerinden çok arkadaşlarını önemsediği için rahatlamıştı.
Elini salladı ve herkese uzaklaşmasını söyledi.
“Geri çekilin. Beni rahatsız ederseniz bu sadece beni yavaşlatır.”
Herkes şikâyet etmeden geri çekildi.
Cale, diğerlerinin ondan uzaklaşmasını izlerken ağzı kurumaya başladı.
Kitabı tutan avucu terliyordu.
Kitabı açmak bile zordu.
Kitabı çabucak kapatmadan önce gördüğü kelimeleri hatırladı.
Kayıt.
Gördüğü her şeyi kaydetme gücü.
Diğerlerine söylediklerinin aksine Cale, köye girdiklerinden beri gücünü zaten kullanıyordu.
Tüm kayıtlar zihnini dolduruyordu.
Bir sonraki sayfadaki bilgiler bile bu hızlı özellikle kaydedilmişti.
Başka kimsenin takip edemeyeceği bir hız olduğu için kitabı hemen kapatmayı başarmıştı.
Cale, zihninde zaten ezberlenmiş olan sonraki kelimeleri açıkça hatırladı.
Bu, Choi Jung Gun’un, ilk Ejderha Avcısı Nelan Barrow’un kaydettiği bir şeydi.
< Çok yavaş yaşlandığımı fark ettim. Ömrüm, Ejderhalar kadar uzun yaşayabileceğim noktaya gelmişti. >
Bu Choi Han için de geçerliydi.
< Ancak ben ölümü seçtim. >
Choi Jung Gun kendisi için ölümü seçmişti.
< Kalan yaşam gücümle bir kılıç yarattım. >
< O kılıcın adı Felaket Kılıcı. >
Bu Cale’in de aşina olduğu bir isimdi.
Felaket Kılıcı.
Ejderha Avcılarının her nesilde aldığı antik güçlerden biriydi.
< Şimdi bile, hala düşünüyorum. >
< Ben de hayatım pahasına savaşsaydım, Beyaz Yıldızı daha çabuk öldürebilir ve daha az Muhafızın ölmesini sağlayabilir miydik diye merak ediyorum. >
Cale’in, şimdi Choi Han’ın romanda Beyaz Yıldızı nasıl yeneceği hakkında bir fikri vardı.
Neredeyse tahmin edebiliyordu.
Muhtemelen Beyaz Yıldıza kendi hayatını umursamadan hücum edecekti.
Önsözdeki son Korece sözü hatırladı.
< Geçmişe dönebilseydim, hayatıma mal olsa bile arkadaşlarımı korumak için savaşırdım. >
‘Ne saçmalık ama.
Neden hayatını tehlikeye atıyorsun? Bu kime yardım eder ki?
Bu kahrolası Bir Kahramanın Doğuşu.’
Normalde, Cale’in huysuz kişiliği bu kitabı yırtar, sonra yakar, bir şekilde küllerini de yok eder ve her bir atomunu bu dünyadan silerdi.
———-
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir, eheh (=w=)