“…Ne kadar yorucu.”
Cale eliyle omzunu sıvazladı.
Haris Köyü.
Cale, Harris Köyüne seyahat etmişti. Kimseye söylemeden kendi başına gelmişti, bu yüzden şu anda Lordun Şatosunda kaos olabilirdi…
“Hepsi sahte. Yani, önemli değil.”
‘Önemli değil.’
‘Sahte. Bu gerçek değil.’
Cale önüne bakarken bu sözleri tekrarladı.
Önünde uzun bir taş duvar görebiliyordu.
Bu taş duvar, Karanlıklar Ormanı ve Harris Köyünü ayırmak ve Henituse bölgesini Karanlıklar Ormanının mutant canavarlarından korumak için oluşturulmuştu.
Eğer.
Eğer, Raon şu anda burada olsaydı.
‘İnsan, insan! Evimize mi gidiyoruz? Herkesi görecek miyiz? Hepsini görmek istiyorum!’
Cale kaşlarını çatmaya başladı.
“Ona elmalı turta almalıyım.”
Cale, kale duvarının önünde dururken, testi bitirdikten sonra ne yapacağını düşündü..
Cale, avucunun tepesindeki küçük pembe altın yıldırımı sessizce gözlemledi.
“…Ne kadar garip.”
Cimri.
Yıkım Ateşinin pembe altın rengi kesinlikle Cale’in avucundaydı, ancak ne kadar denerse denesin cimrinin sesini duyamıyordu.
Bu Kırılmaz Kalkan, Korkunç Dev Arnavut Kaldırımı ve Rüzgârın Sesi için de aynıydı.
Hiçbiri Cale’e yanıt vermiyordu.
Cale başını kaldırdı.
Svoooooosh- Svoooooosh-
Rüzgâr ayaklarının ucunda toplandı.
Vücudu çok geçmeden havaya fırladı. Taş duvarın tepesine uçtuğunda yemyeşil ormanı görebiliyordu.
Karanlıklar Ormanı.
Cale yeşil ormanı görür görmez içini çekti.
“Burası aynı.”
Cale, hafızasındakine neredeyse tıpatıp benzeyen Karanlıklar Ormanını görebiliyordu.
Vücudu hızla hareket etmeye başladı.
Mağara girişine doğru ilerliyordu.
Oraya vardığında Rüzgârın Sesinden kurtuldu ve yavaş yavaş mağaraya doğru yürümeye başladı.
Kitap hala elindeydi.
Cale konuşmaya başladı.
“…Beyaz Yıldızın son savaş sırasında şahsen göründüğü ilk yer Henituse bölgesiydi ve sonra ve sonra-”
“Lanet olsun.”
Cale küfür etmekten kendini alamadı.
Kitabı açtı.
İçindekileri hatırlayamıyordu.
Bir tahminde bulundu ve bir sayfayı açtı.
< Beyaz Yıldız, Roan Krallığını ve tüm Batı kıtasının kuzeydoğu bölgesini işgal etmeye, Henituse bölgesinden başladı. Bu süre zarfında çok sayıda kayıp verildi ve çok sayıda kahraman da hayatını kaybetti. >
Cale’in eski takım lideri Lee Soo Hyuk’un sesi aklına geldi.
‘Merhaba, çaylak. Nasıl oluyor da bir kez gördükten sonra hatırlamak istediğin bir şeyi hatırlıyorsun da, hatırlamak istemediğin hiçbir şeyi sanki hafıza kaybın varmış gibi hiç hatırlamıyorsun?’
Cale, kitaba bakarken sihirli bir ışıkla aydınlatılan mağara yolundan yürüdü.
Bu kitabı iyice okuyamazdı.
Bu kitabın içeriğini çok iyi hatırlayamazdı.
Yine bir sayfa buruştu. Cale sinirlenmeye başlamıştı.
“Şu çılgın hırsız.”
‘Nasıl böyle bir test yapabilir?’
Cale’in bakışları biraz sakinleşti.
Bu mağarada sadece ayak sesleri duyulabiliyordu.
Yürümeye devam ederken adımları yavaşladı.
Lordun Şatosundan, Karanlıklar Ormanına ve hatta bu mağara girişine herkesten daha hızlı koşmuştu.
Ancak bu mağaranın sonunda olması gereken yere giderken… Cale’in Süper Kayanın Villasına doğru giden adımları yavaşlamaya devam etti.
Orada onu neyin beklediğini düşünmeye devam etti.
Elbette Cale, oraya gitmesi gerektiğini biliyordu.
Bu testi bir an önce bitirmesi gerektiğini biliyordu.
Gerçek dünyada onu bekleyen insanlar olduğunu biliyordu.
“…Ama yine de.”
Cale yürümeyi bıraktı.
Sesi sakindi.
“Ben böyle olamam.”
Cale yumruklarını sıktı. Yüzünde hiçbir duygu yoktu. Kapalı bir yumrukla yere vurdu.
Pat!
Cale, hareket etmeyi bırakan uyluklarına ve bacaklarına vurdu.
Daha sonra kendi kendine konuşmaya devam etti.
“Ben böyle olamam.”
Yavaşlıyordu.
Zaman geçerken, o yavaşlıyordu. Dağlarca yapacak iş varken yavaşlıyordu. Burada nasıl durabilirdi?
Bu Cale Henituse’nin, hayır, Kim Rok Soo’nun yapması gereken bir şey değildi.
Pat, pat!
Yürümeye devam etmek istemeyen yorgun uyluklarına vurmaya devam etti. Ancak ifadesi soğukkanlılığını koruyordu.
“Kim Rok Soo, ben… Ben.”
Eski takım lideri Lee Soo Hyuk’un sesini zihninde duydu.
Nefret etse de hatırladığı bir şeydi.
‘Çenenizi kapatır mısınız?’
‘Neyi kapatayım? Pekâlâ, görünüşe göre biraz sonra sonsuza kadar susacağım zaten.’
‘…Lütfen saçma sapan konuşma da yapmayın.’
‘Söylemek istediklerimi söyleyeceğim. Kim Rok Soo, merhaba Rok Soo.’
‘…Ne var?’
‘Gerisini sana bırakıyorum. Anladın mı?’
‘…Bana tembel olmamı söylediğinizi sanıyordum?’
‘Hey, dünyada hiç istediğin gibi giden bir şey gördün mü? Sen, öhhö! Her neyse… Ben, gerisini sana bırakıyorum, Rok Soo. Hey Rok Soo. Benim için işlerle ilgilen.’
‘Lanet olsun.’
Cale tekrar doğruldu.
Ardından bir kez daha yürümeye başladı.
Durmadan önce yavaşlayan adımları tekrar normal hızlarına dönmüştü.
Orada olduğunu bilmeden konuşan diğer departmanlardaki insanların sesleri aklından geçiyordu.
‘Hey. O yılan Kim Rok Soo, hayatını kurtaran kişi öldüğünde ağlamadı bile. Bir insan nasıl bu kadar duygusuz olabilir?’
‘…Kim bilir. En azından takım lideri Lee Soo Hyuk ayrılmadan önce iyi bir halef seçti. Kim Rok Soo işinde çok iyi.’
‘Duygusuz bir p*ç olabilir ama en azından işinde iyi.’
Duygusuz bir Cale mağaranın sonuna doğru yürüdü.
En çok korktuğu şey.
Cale bunun ne olduğunu biliyordu, ancak bu sefer sahteydi.
“Bu yüzden önemli değil.”
Cale yürümeye devam ederken bunu kendi kendine söyledi.
Hiç tereddüt etmeden yoluna devam ederken belli bir tempoda yürüyordu. Cale sonunda yolun sonunu görebildi.
Yolun içine periyodik olarak yerleştirilmiş loş sihirli ışıklardan daha parlak bir ışık görülebiliyordu.
Cale ışığa yürüdü.
“Aynı görünüyor.”
Tamamen aynıydı.
Cale’in Süper Kayanın Villasını son gördüğü zamanki gibiydi.
Bu yüzden villaya daha rahat bir tavırla girebildi.
Ardından odanın kapılarını tek tek açtı.
“Ha, ha-”
Daha sonra gülmeye başladı.
“…Ha, aman tanrım.”
İnanamadı.
Boş bir kahkahaydı.
Aziz Jack’in dua odası ve yatak odası.
Kılıç ustası Hannah’nın yatak odası.
Kara Büyücü Mary’nin laboratuvarı ve yatak odası.
Rosalyn’in laboratuvarı.
Cale her kapıyı açtığında kahkahası daha da yükseliyordu.
Aynıydı.
Odaları tam olarak Cale’in hatırladığı gibiydi.
Eh, küçük farklılıklar vardı.
Aziz Jack’in masasının üstünde Güneşin Kınamasını gördü. Kırık ilahi eşya orada duruyordu.
Kılıç ustası Hannah’nın kılıcı nazikçe yatağının üstüne yerleştirilmişti.
Mary’nin birçok siyah cüppesinden biri ve siyah bir wyvern kemiği Mary’nin laboratuvarındaydı.
Rosalyn’in sihirli değneği ve Cale’in ona verdiği ancak kullanmayı bitiremediği en yüksek dereceli sihirli taşlar masasının üstündeydi.
Cale bir an durdu ve kitaba baktı.
< ...Beyaz Yıldız ve astlarının çetin saldırısına uğrayanların çoğu hayatını kaybetti ve cesetleri hiçbir iz bırakmadan ortadan kayboldu. >
< ...İşte bu yüzden bu büyük kahramanların çoğu için mezar yapmak zordu. Gömülecek bir şey yoktu. >
“Ha, ha-”
Cle’nin boş kahkahası villada yankılandı.
Konuşmak için ağzını açtı.
“Bu onların mezarı.”
Karanlıklar Ormanının altında bulunan bu büyük merkez. Burası onların mezarıydı.
Cale başka bir odanın kapısını açtı.
Lock ve kardeşlerinin kaldığı odalar önünde belirdi.
Cale, yürümeye devam etmeden önce Kurt Kralın Lock’a verdiği günlüğünü okşadı.
Beacrox ve Ron.
Korkunç baba-oğul ikilisinin odalarını da gördü.
“Ha!”
Ron’un yatağının üstüne baktı. Üzerinde bir kol duruyordu. Mary’nin ona verdiği sahte koldu. Bu, Ron öldükten sonra da yok olmamış gibi görünüyordu.
Cale, bir kez daha açmadan önce gözlerini kapadı.
Daha sonra hareket etmeye devam etti.
Daha sonra Eruhaben’in odasına girdi.
Daha sonra…
Cale, kapıyı açtığında Choi Han’a verdiği kılıcı görebiliyordu. Kılıç kırıktı ve sadece kabzasının bir kısmı kalmıştı.
< Kahraman Choi Han, ölümlerin en acımasızıyla karşı karşıya kalan kişiydi. Beyaz Yıldıza doğrudan saldırdı ve beyaz ışıkla vurulduktan sonra iz bırakmadan ortadan kaybolduğunda Beyaz Yıldızı masum vatandaşlardan uzaklaştırdı. >
< Geriye kalan tek şey kılıcının kabzasıydı. >
< Bu kitabın yazarı, başkaları için kendini feda eden gelmiş geçmiş en genç kılıç ustası olan bu kahramanın geçmişini araştırdı. >
Cale sayfaları çevirmeye devam etti.
< Ancak, Choi Han'ın, Cale Henituse'nin ilk kez kendisini bir kahraman olarak tanıttığı Roan Krallığının başkent Meydan Terör Olayından önceki geçmişi hakkında hiçbir şey bulunamadı. >
< Sanki Cale Henituse'nin başarısıyla birlikte ortaya çıkmıştı. >
Pat. Pat.
Cale, yumruklarıyla bacaklarına hafifçe vurdu.
Sinirli hissediyordu.
< Cale Henituse. Ona eşlik eden kahramanların çoğunun geçmişini öğrenmek mümkün oldu. >
< Ancak Choi Han ve Raon Miru'nun hikâyelerinin Cale Henituse'nin başarısıyla başladığı ve onun en büyük başarısıyla sona erdiği söylenebilir. >
Cale konuşmak için ağzını açtı.
‘Bunu kim yazdı tanrı aşkına?
Bu açıklamaların nesi var?’
Bunları söylemek istiyordu. Ancak ağzından hiçbir şey çıkmıyordu.
“Haaaaa.”
Derin bir nefes aldı.
Cale, ağzını tekrar kapatmadan önce düzgün nefes alabildiğini doğruladı.
Çat.
Cale, yürümeye devam etmeden önce kitabı sertçe kapattı.
Artık sadece bir oda kalmıştı.
‘Benim odam.’
Cale, Süper Kayanın Villasının en üst katına doğru yöneldi. Bütün katı yatak odası olarak kullandığı için üst kata çıkmak zorundaydı.
Sonunda odasının önüne gelmişti.
“Haaaaa.”
Cale derin bir nefes aldı.
Pat. Pat.
İçeri girerken yumruklarıyla bacaklarına vurdu. Görebildiği ilk şeyler Basen’e hediye ettiği dolma kalem ve ile Lily’ye hediye ettiği kılıçtı.
Gördüğü sonraki şeyler Kont Deruth ve Kontes Violan’a aitti.
Onlar da çok mücadele etmiş görünüyorlardı.
Bu yüzden sadece eşyaları kalmıştı.
Bu dünyanın Cale’i, aile üyelerinin eşyalarını da buraya getirmiş gibiydi.
Cale bu duyguyu anlamıştı.
Burası artık sadece onun bildiği bir yerdi.
İşler bittiğinde herkesle kalmayı planladığı yer burasıydı.
Cale’in bunu neden onların mezarına çevirdiğini anlamıştı.
“Ha! Bu da burada.”
Cale, Alberu Crossman ile iletişim kurmak için kullandığı görüntülü iletişim cihazını masada gördükten sonra alay etti.
< Alberu Crossman. Başkenti hedefleyen Beyaz Yıldıza karşı savaştı ve öldü. >
Pat. Pat.
Cale tekrar uyluklarını yumrukladı.
Yürümeye devam edebilmesi içindi.
Ancak kısa süre sonra tekrar yürümeyi bıraktı.
Cale yatağının üstüne baktı.
“…Bu beni deli ediyor.”
Gerçekten delirecek gibi hissediyordu.
Masada üç kumbara vardı.
Bunların kim olduğunu sormasına gerek yoktu.
Raon, On ve Hong.
Üç çocuğun kumbarası yatağın üstündeydi.
Bacaklarını yumruklayan elleri havada durdu.
“… Kahretsin.”
Cale, kalbinden yükselen duyguları bastırdı.
Kumbaraların yaklaşık yarısı doluydu. Cale ceplerine baktı.
“…Neden hiç param yok?”
Kumbaralarını doldurmak istedi ama parası yoktu.
Cale yatağın kenarına oturdu.
Pat. Pat.
Cale bu sefer kitabın sayfalarını yumrukladı.
“Buradan çıkmak için ne yapmam gerekiyor?”
Bu soruyu sorarken sesi sakin çıkıyordu.
Ancak gözleri kan çanağına dönmüştü ve omuzları çökmüştü.
En çok korktuğu an.
O an ile karşılaştığında testi geçeceğini düşünmüştü.
Bu yüzden Henituse Malikânesine gitmiş ve Süper Kaya Villasına gelmişti.
Geçmişin tüm izlerini gözden geçirdi.
Geleceğe böyle devam edebileceğini düşündü.
Cale’in onu bekleyen insanlara gitmesi gerekiyordu.
O anda oldu.
Svoooooooosh- Svooooooosh-
Rüzgârın sesini duyabiliyordu. Cale başını çevirdi.
Rüzgâr pencereye vuruyordu.
Cale yürüdü ve pencereyi açtı.
Svoooooooooosh- Svoooooooosh-
Rüzgârın sesini duyabiliyordu.
Rüzgâr yüzünü yaladı.
Cale’in ifadesi tuhaflaştı.
Rüzgârın akışını söyleyebilirdi.
Yukarıdan aşağıya doğru esiyordu.
Onu takip etmesini söylüyor gibiydi.
Yüzünde, Kim Rok Soo’nun ekip üyelerinin onun için endişelenmesine neden olan yorgun ifadeye benzer şekilde yorgun bir ifadeye sahip olan Cale, konuşmaya başladı.
“Takip etmemi mi istiyorsun?”
O anda oldu.
‘Beni duyabiliyor musun?’
Cale irkildi.
Bu sesi daha önce hiç duymamıştı.
‘Beni duyabiliyor musun?’
‘Bizi duyabiliyor mu?’
‘Bizi duyması gerekiyor!’
Tek bir ses değildi.
Birden birçok ses duydu.
Her ses benzersizdi.
Hepsi Cale’in onları duyup duymadığını soruyordu.
Cale aşağıya baktı.
Pencere pervazına bastı ve orada durdu.
Svoooooosh- Svoooooosh-
Rüzgâr yukarıdan aşağıya doğru esiyordu.
Cale’i yol gösteriyor gibiydi. Cale arkasına baktı. Orada oturan birçok eşyayı görebiliyordu.
“Bu benim geleceğim değil.”
Buradaki eşyaları değil, bu rüyanın dışındaki gerçek dünyadaki insanları düşünmeye başladı.
‘Beni duyabiliyor musunuz efendim?’
‘Hey, beni duyabiliyor musun?’
Hala onunla konuşan sesleri duyabiliyordu.
Seslerin sayısı yavaş yavaş artıyordu.
Cale, bu seslerin kime ait olduğu konusunda iyi bir fikri olduğunu düşündü.
“Rüzgâr Elementalleri.”
Kimse ona söylemeden bile onlar olduğundan emindi.
Cale arkasını döndü ve pencereden aşağı baktı.
Oldukça uzun villanın altındaki zemini görebiliyordu.
“Haa, çok sinir bozucu.”
‘Bu kadar yüksekten güvenli bir şekilde inebilecek seviyede herhangi bir dövüş sanatı bilmiyorum.
Choi Han da beni taşımak için burada değil.
Raon da benim için uçuş büyüsünü kullanmak için burada değil.’
Cale gülümsemeye başladı. Elindeki kitabı odaya fırlattı.
Kitap yatağın üzerine düştü.
Cale daha sonra pencere pervazını tekmeledi.
Svoooooosh- Svoooooosh-
Rüzgâr vücudunu sarmaya başladı.
Aşağıya iniyordu.
Rüzgârın Sesi hızla düşen vücudunu çevreledi.
Cale gözlerini kapattı.
– Testi geçtin.
Cale, bu mesajı duyduktan sonra tanıdık bir ses duydu.
– Beni duyabiliyor musun?
– Cale, beni duyabiliyor musun?
– Beni duyabiliyorsun, değil mi?
‘Hmm?’
– Bana cevap ver.
Hırsız. Süper Kaya. Cimri.
Cale, zihninde bu sesleri duyduktan sonra gülümsedi.
“Sizi duyabiliyorum. Sizi yüksek sesle ve net duyabiliyorum.”
Sesi garip bir şekilde hafiflemişti. Ancak Cale gözlerini açarken homurdandı.
“Nasıl böyle korkunç bir test yaratabilirsin- ha?”
Hırsıza şikâyet etmek üzere olan Cale, gözlerini açar açmaz irkildi.
‘Gözlerini açtı!’
‘Testi geçmiş olmalı!’
‘Seni koruyorduk!’
Sesleri duyabiliyordu. Yine de seslerin sahiplerini göremedi.
Cale, elindeki kırbacı görebiliyordu. Eskisi gibi parlamıyordu.
‘Tanıştığıma memnun oldum! Tanıştığımıza çok memnun oldum!’
‘Tamam! Sonunda sohbet edecek bir insan var! Mükemmel!’
Gürültülüydü.
Kalabalık bir pazarın ortasında duruyormuş gibi hissetti.
‘Seni korumak için ne kadar uğraştığımı biliyor musun?’
Ancak Cale, bir Elemental’in sesini duyduktan sonra irkildi.
Elementaller, Cale’i koruduklarını söylüyorlardı.
‘Şimdi düşününce-‘
Cale, pozisyonunda bir tuhaflık olduğunu fark etti.
Yarı saydam bir kubbe görebiliyordu.
Rüzgârdan yapılmış bir kubbe onu ve çömleği çevreliyordu.
Damlayan suyu duyabiliyordu.
Cale başını kaldırdı. Raon’un ateş küresi hâlâ ışıl ışıl parlıyordu.
“…Lanet olsun.”
Cale kaşlarını çatmaya başladı.
Tapınağın tavanı yavaş yavaş çatlamaya başlamıştı.
Tavandan siyah sıvı akıyor ve aşağı düşüyordu.
Cale başını eğdi.
Tapınak oldukça büyüktü.
Ancak, tapınağın neredeyse yarısı siyah bir sıvıyla dolmuştu.
Tapınak yavaş yavaş ölü mana ile dolmaya başlamıştı.
‘Önledik ama yakında patlayacak!’
Rüzgâr Elementalleri konuşmaya devam etti.
‘Şu anda bu tapınağı ve kara dağı koruyoruz, ama kara dağ yakında patlayacak!’
‘O zaman okyanus kararacak!’
‘Sorun bu değil! Herkes ölecek!’
Üç gün. Paralı Asker Kral Bud, antik eseri üç gün içinde iade etmeleri gerektiğini söylemişti.
Cale bilinçsizce konuşmaya başladı.
“Kaç gün?”
‘Bu testte kaç gün kaldım?’
– Bir hafta! Seni serseri!
Süper Kaya endişeli bir sesle bağırdı.
– …Üzgünüm. Bu kadar uzun süreceğini bilmiyordum. Referans olması için, testte ve gerçek dünyada zaman farklı akıyor.
Hırsız özür dilercesine dikkatli bir şekilde açıkladı.
‘…Bir hafta mı?’
Cale, Süper Kayanın tepkisini düşünürken bilinçsizce konuşmaya başladı.
“…Kahretsin, bu kötü.”
Raon, Choi Han, On, Hong ve Ron. Hepsinin yüzü zihninde parladı.
‘Haklısın! Bu kötü! Kara dağ patlayacak!’
‘Ölü mana depolama tesisi havaya uçarsa kötü olur!’
Rüzgâr Elementalleri konuşmaya devam etti ve Cale düşüncelerini paylaşarak onlara tepki verdi.
Kara dağ. Ölü mana depolama tesisi yakında patlayacaktı.
Bu durumda…
“Ateş denizi.”
Cimri, çabucak Cale’in sözlerine cevap verdi.
– Beklenildiği gibi! Gözlerini açar açmaz bir ateş denizi mi istiyorsun? Sen gerçekten çılgın bir p*çsin!
‘Ne?’
Cale, cimrinin saçmalığına inanamadı. Ancak gerçeğe döndükten sonra kahkahasını gizleyemiyordu.
Bu boş bir kahkaha değil, tam bir kahkahaydı.
Cale’in ellerinde pembe altın akımı akmaya başladı.
———-
Bu bölümleri çevirirken ne kadar ağladığımı bir ben bir de Allah bilir… Ha bir de ıslanan klavyem hahah haahhh……….
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir, eheh (=w=)
sjaisjsushsisus yatagimda sumuklu pecete yigini var su an..bunu yazarken bile olaylari hatirlayinca gozlerim doluyo