Cale’in birdenbire dışarı çıkmak istemesini kimse tuhaf bulmamış gibiydi. Ron’un da hiçbir yerde bulunamadığına bakılırsa bir yere gitmiş olması ihtimali yüksekti. Hans’ın Cale’e sorduğu tek soru Cale’in nereye gittiğiyle ilgiliydi.
“Genç efendi, nereye gidiyorsunuz?”
“Endişelenmeni gerektirecek bir yer değil.”
“Evet efendim! Ama bu başkentteki ilk gününüz olduğu için, lütfen bugün alkol şişelerini kırmadan buraya dönebilir misiniz?”
“… Gerçekten bu şekilde çizginin dışına çıkmaya devam edecek misin?”
“Hayır, tabi ki. Lütfen güvende olun, genç efendi.”
Cale arabaya bindi ve sürekli haddini aşan Hans’la nasıl başa çıkılacağını düşünmeye başladı. O bunu düşünürken araç tapınağa geldi.
“Hadi gidelim.”
“Anlaşıldı.”
Cale araçtan inmek için ayağa kalktı. Choi Han, araca bindiklerinden beri sessizdi, hayır, Cale’in odasından çıktıklarından beri. Şu anda kafasında bir sürü karmaşık duygu var gibi duruyordu.
Cale, Choi Han’ın kişiliğini, ‘Bir Kahramanın Doğuşu’nun beşinci cildine kadar anlatıldığı ölçüde biliyordu. Ancak, Cale’in kesinlikle emin olduğu bir şey vardı. Choi Han iyi bir insan olmasına rağmen saf değildi. Çok zekiydi.
‘İnanılmayacak bir bahane sunmaya çalışırsam, ilk başta yine de bana inanabilir, ancak daha sonrasında kesinlikle benden şüphe duyacaktır.’
Choi Han onlarca yıl boyunca tek başına yaşadıktan sonra çok yalnız kalmış olabilirdi, ancak bu deneyim ona kendi başına nasıl hayatta kalacağını ve inatla nasıl hayta karşı direneceğini öğretmişti.
Choi Han şu anda ona olumlu bir açıdan bakıyor ve onu takip ediyor olabilirdi, ancak ‘Bir Kahramanın Doğuşu’nun 5. cildinde görüldüğü gibi, sonunda lider olmak isteyen biriydi. Choi Han, kişisel adalet görüşünü gerçeğe dönüştürmek için yaşayacak biriydi.
“… Çok beyaz.”
Cale araçtan indiğinde gördüğü Ölüm Tanrısı Tapınağı tamamen beyazdı ve bakılınca görülecek bir pislik bile yoktu. Ölüm Tanrısına inananlar, beyazın ölümün rengi olduğunu düşünürdüler ve binanın hiçbir yerinde toz lekesi kalmadığından emin olmak için her şeyi her gün tekrar tekrar temizlerdiler.
“Ne kadar da ilginç bir yer.”
Ölüm Tanrısı Tapınağı, insanlara yaptıklarıyla geceden korkacak bir şeyleri olmadığını göstermek istiyor gibiydi. Güneş batmaya başladığında tapınağı hem inananlara hem de inanmayanlara açıyordular.
“Görünüşe göre, gündüz gelirsen rahiplerin hepsi uyuyor.”
Cale’e göre burası gerçekten de ilginç bir yerdi. Tapınağın girişinde iki rahip tarafından karşılandılar.
“Huzurlu bir dinlenme ile kutsanasın!”
“Huzurlu bir dinlenme ile kutsanasın!”
Ölüm Tanrısının rahipleri genellikle son derece neşeli idi. İnsanlar ölümü bir son olarak kabul etseler de, Ölüm Tanrısı Kilisesinin felsefesi, barışçıl bir huzura doğru giderken hayattan zevk almanın önemli olduğuna inanmaktı.
“Rahip-nim.”
Cale yavaşça rahibe yaklaştı. Rahip meraklı bir ifadeyle Cale’i inceledi. Cale, kıyafetine göre ya son derece varlıklı bir soylu ya da zengin bir tüccar gibi görünüyordu. Ama arkasındaki adam bir dilenciye benziyordu, ancak belindeki kılıç onu biraz güçlü gösteriyordu.
“Sizin için ne yapabilirim?”
“Müsait olan bir Ölüm Odası var mı?”
İki rahibin ifadeleri sertleşti. Soruyu soran rahip, sormadan önce Cale ile Choi Han arasında ileri geri baktı.
“Kimin hayatını ortaya koyacaksınız?”
Rahip bunu söylerken Choi Han’a baktı. Choi Han şu anda bir dağda yuvarlanmış ve bir süre acı çekmiş de buralara gelmiş gibi görünüyordu. Ayrıca yaklaşık iki gündür hiçbir şey yememiş gibi görünüyordu ve kolayca dolandırılabilecek bir tip gibi görünüyordu. Rahibin içinde bunun hakkında acı bir his uyandı.
Rahip bakışlarını zengin soyluya çevirdi. Güzel kızıl saçlı ve yakışıklı bir yüz. Çok yakışıklı değildi ama nereye giderse gitsin bu yüz, dikkat çekmek için yeterliydi. Ayrıca bu adam şu anda gülümsüyordu.
Cale elini hafifçe kaldırırken gülümsedi.
“Benim.”
“Ha?”
Cale kafası karışmış rahibe bir kez daha gülümsedi.
“Hayatıını ortaya koyacak olan benim.”
Choi Han o sırada elini Cale’in omzuna koydu.
“Cale-nim.”
“Ne?”
Cale sert ama endişeli bir ifadeyle Choi Han’a bakmak için arkasına döndü.
“Bunu yapmasanız bile size inanacağım.”
Cale sırıtmaya başladı ve yavaşça karşılık verdi.
“İnanabileceğini sanmıyorum.”
Bu yöntemle Choi Han’ın ona inanmamaktan başka seçeneği olmayacaktı. Cale ona hiçbir şey söylememeyi planlıyordu, bu durumda Choi Han Cale’e nasıl inanabilirdi? Bu yüzden tapınaktaydılar.
‘Neden ona her şeyi anlatayım? Bu sadece romanın karmaşasına ve olaylarına karışmamı sağlar.’
Cale’in Choi Han’la bu kadar ilgilenmesi için hiçbir neden yoktu. Choi Han etrafında olursa Cale huzurlu bir hayat yaşayamazdı. Zaten öyle olacağı şimdiden belliydi. Choi Han, tüm kurt çocuklarını getirerek ona daha fazla sorun getirmemiş miydi?
‘Gelecekte Balina Kabilesi ile deniz insanlarına karşı savaşmak için balinalara biniyor.’
Bu insan merkezli dünyada, Choi Han’ın hem insanları hem de insan olmayanları kabul ederek onları kucaklamasıyla düşünceleri ve değerleri değişmeye başlar. Bunun başlangıcı Balina Kabilesiyle oluyordu. 5. cildin başında ortaya çıkan Balina Kabilesi, dürüst olmak gerekirse, oldukça korkutucuydu.
‘Onlar en ölümcül yırtıcılardı.’
Balina Kabilesi, Canavar halkının en güçlüsüydü. Onlar aynı zamanda en güzel Canavar insanlardı. Balina Kabilesinin birden fazla olarak siyah, gri veya pembe renkleri vardı ama hepsi son derece güzeldi. Buna karşılık, bu dünyanın deniz insanlarının iki bacağı ve yüzgeçleri vardı, pullarla kaplı bir insana benziyorlardı.
‘Ama o kadar inatçılardı ki bir ejderhanın önünde bile alçakgönüllü davranmıyordular.’
Balina Kabilesi son derece korkutucuydu. Sayıları az olsa da, sıradan yumrukları bir insanın kafasını kolayca patlatabilirdi. Lock bile Balina Kabilesine parmağını kaldıramazdı.
‘Öfkeleri acımasız.’
Choi Han her türden insana ve belaya karışıyordu. Cale, onunla ilgilenmeye devam etmek istemiyordu.
“Rahip-nim. Oda?”
“Evet, bir tane müsait odamız mevcut. Onu hemen sizin için hazırlayacağım. Lütfen bodruma doğru ilerleyin.”
“Teşekkür ederim.”
Cale rahibin arkasından yürümeye başladı. Choi Han, şüpheli bir ifadeyle Cale’in peşinden gitti. Cale, Choi Han’ın tereddüdünü fark etti ve yavaşça tapınağın en iç kısmına doğru yürüdü.
Uzun bir süre yürüdükten sonra duvarın bir tarafında çok sayıda kapı bulunan bir yere ulaştılar. Rahip, bu kapılardan birini açtığında bodruma inene bir merdiven ortaya çıktı.
“Ölüm sizi en aşağıda bekliyor.”
“Harika. Hadi gidelim.”
Rahip, Cale’i ilgiyle hiç tereddüt etmeden merdivenlerden aşağı inerken izledi.
Ölüm Tapınağında bahsedilen “ölüm” aynı zamanda “yemin” anlamına da geliyordu.
Ölüm, bir noktada sizi ziyaret edeceği garanti olan bir şeydi. Bu kaçınabileceğiniz bir şey değildi ve sorumluluğunuz, buradayken dünyadaki rolünüzü kabul etmekti.
Bu nedenle Ölüm Tanrısı Tapınağı yetkilileri, yeminlerine karşı gelip bozanlar için ölüm olarak bilinen sonu seçmiştiler.
Bu nedenle, bu Ölüm Odasına veya bazen Yemin Odası olarak adlandırılan yere giden insanlar alçakgönüllü ve ciddi olma eğilimindeydiler. Ancak bu normalliğin aksine, şu an çok rahat ve kendine güveniyor gözüken adam, rahibin gözüne gerçekten eşsiz geliyordu.
‘Bu durum Rahibe Cage’i aklıma getiriyor.’
O, tapınağı çok sık lanetleyen biriydi, ama yine de Tanrı tarafından seviliyordu. Cage. Rahip aniden onu düşündü ama düşüncelerinden çabucak kurtuldu. O anda ise Cage, Tanrının sesini yeniden duyduğu için sinirlenmekle meşguldü.
Rahip, Cage hakkındaki düşüncelerden kurtulduktan sonra Cale’in arkasındaki merdivenlerden aşağı indi. Dibe indiklerinde, rahip kapıyı açtı ve Cale ve Choi Han’a seslendi.
“Bir süre bekleyin lütfen. Burayı hazırlayacağım.”
Rahip daha sonra odaya tek başına girdi. Cale kapalı kapıya baktı ve konuşmaya başladı.
“Bunu yapmamız gerektiğini gerçekten düşünmüyorsan, sana gerçeklerden birini önceden söyleyeceğim. Buna ne dersin?”
Choi Han hemen cevap verdi.
“Evet, lütfen söyleyin bana. Size güveniyorum.”
“Öyle mi?”
Cale gerçeği umursamazca söylemeden önce tek eliyle çenesini ovuşturdu.
“İki gerçeğin ilki.”
Bakışları Choi Han’a döndü.
“Gizli örgütün kimliğini veya amacını bilmiyorum.”
“… Ne …”
Choi Han’ın gözbebekleri titremeye başladı. O anda bir tık sesi duydular ve rahip odadan çıktı.
“Artık girebilirsiniz. Hayatını tehlikeye atan kişinin, rahip-nim için odanın içinde bir kez elini kaldırması yeterlidir. ”
“Teşekkür ederim. Anlıyoruz.”
Rahat Cale ile karşılaştırıldığında, Choi Han son derece kafası karışmış ve endişeli görünüyordu. Rahip bunun üzerine kafa karışıklığı içinde başını eğdi, ama sessizce alanı terk etti. Bu onu ilgilendirmezdi. Cale, Choi Han’a bakmak için dönerken kapı kolunu tuttu.
“İnanması zor değil mi?”
“Yani, anlıyorsunuz ki-”
Cale, Choi Han’ın cevap vermekte zorlandığını görebiliyordu. Choi Han, Cale’e güvendiğini söylemişti ama Cale’in sözlerine güvenemiyordu. Cale nasıl bilemezdi? Bu herhangi bir anlam ifade ediyor muydu? Choi Han daha sonra Cale’in sesini kulağında duydu.
“Seni anlıyorum.”
Choi Han, Cale’e baktı. Cale’in rahat ifadesi onu çok olgun gösteriyordu. Cale daha sonra konuşmaya başladı.
“Haydi içeriye girelim.”
Choi Han, Cale’i beyaz kapının arkasındaki Ölüm Odası’na kadar takip etti.
Beklendiği gibi oda tamamen beyazdı, beyaz bir masa, beyaz bir sandalye ve beyaz duvarlar vardı. Odadaki beyaz olmayan tek şey, ağzı ve kulakları kapalı olarak orada duran rahipti.
Sağır rahip. Cale bu unvana pek sıcak bakmıyordu ama bu rahiplere bu dünyada oldukça saygı duyuluyordu. Soylular ve kraliyet ailesi, gizli bir konuşma yapması gereken veya gizlice bir sözleşme imzalaması gereken herkes bu rahipleri görmeye gelirdi.
Cale elini kaldırmadan önce rahibi selamlamak için sessizce başını eğdi. Rahip, Cale’in hareketine başını salladı ve masanın yanındaki iki sandalyeyi işaret etti.
Cale sağ tarafta otururken Choi Han onun karşısında solda oturdu. Rahip bir kâğıt parçasını onlara doğru itmeden önce masanın başına geçti.
[Hayatını ortaya koyan kişi için. Ölüm Tanrısının eli seninle gelen kişiye dokunacak. Bu gerçekleştiğinde, yeminini söyleyebilirsin. Eğer yeminini bozarsan, ölüm seni bekliyor.]
Ne kadar kötü bir yönergeler dizisi.
Cale, Choi Han’ın okumayı bitirdiğini doğruladıktan sonra kâğıdı rahibe geri itti. Rahip daha sonra Cage’in daha önce yaptığı gibi iki elini de kaldırdı. O anda.
Vuuuuuuuuuuuuuuuu- vuuuuuuuuuu-
Beyaz oda sallanmaya başladı. Belki de burası Tanrıya hizmet eden bir yer olduğu içindi ama oda sallanmaya başlayınca rahibin etrafında siyah bir duman oluşmaya başladı. Siyah duman, ikisi arasında bir bağlantı oluşturmadan önce hem Choi Han’ı hem de Cale’i çevreledi.
“…Ölüm Tanrısının gücü bu mu?”
“Evet.”
Cale, onu çevreleyen siyah dumanı etrafında hissetmeye başlamadan önce Choi Han’ın sorusuna yanıt verdi. Cage de yemini gerçekleştirdiğinde bunu yaşamıştı, ama Ölüm Tanrısının gücü ona bu yeminin tehlikelerini hatırlattı.
‘Bu yemini bozarsam ölürüm.’
Cale, Choi Han’ın da bunu hissettiğinden emindi. Bu yüzden yüzü asılmıştı. Cale, Ölüm Tanrısının dokunuşunu hissedebiliyordu ve yeminine başladı.
“Önümdeki rahip duyamayacağını garanti ediyor ve eğer bu doğru değilse, bedelini hayatıyla ödeyecek.”
Sağır bir rahiple yemin edildiğinde genel olarak ilk önce söylenen söz buydu.
“Ayrıca, ben Cale Henituse, Choi Han’a Ebedi Huzurun Tanrısının önünde gerçeği söylemeye yemin ederim ve eğer söylediklerim birazcık bile olsa yalansa, bedelini ödemek için hemen bu noktada öleceğim.”
‘Hemen.’.Bu kelime Choi Han’ın yüzünü daha da sertleştirdi. O şu anda gergindi.
İlk başta Cale, Choi Han’a her şeyi anlatıp anlatmamayı içinde düşünüp tartmıştı.
Okuduğum romanın içine düştüm. Ben de Koreliyim. Bu yüzden 5. cilde kadar neler olduğunu biliyorum. Bu gizli örgüt, kıtada sorunlara neden olmaya devam ediyor. Kıta kısa süre sonra bir savaş nedeniyle bir kaos içine düşecek.
Cale bunların hepsini söylemeli miydi?
Yoksa böyle bir şey mi söylemeliydi? Kendimi okuduğum romanda buldum ve sonunda zengin bir soylunun oğlu oldum. Bu yüzden sadece huzurlu bir hayat yaşamaya çalışıyordum ama romanda olanları hatırladım ve olayları biraz değiştirdim. Kıta savaş halinde olsa bile, barış içinde yaşamak için kendime fırsat vermek istedim.
Cale iki seçenekden de hoşlanmadı. Birincisi onu kıtanın savaşına dâhil edip savaş alanında ölmesine neden olabilirdi, ikincisi ise Choi Han’ın onu hor görmesine ve onu öldürmesine yol açabilirdi.
Cale bunların hiçbirinin olmasını istemiyordu.
“Birincisi.”
İki gerçeğin ilki.
“Ben, Cale Henituse, o örgütün kimliğini bilmiyorum.”
Ahhhhhh. Choi Han iki eliyle yüzünü kapatmadan önce derin bir iç çekti. Cale’in hala hayatta olduğunu görmek için bir süre sonra ellerini yavaşça uzaklaştırdı.
“Kimliklerini bilmediğimi söylediğimde dürüst davranıyordum.”
Bu bir gerçekti.
Orijinal Kim Rok Soo olan Cale, 5. cilde kadar ‘Bir Kahramanın Doğuşu’nu okumuştu, ancak o kısma kadar gizli örgütün hedefleri veya kimliği hakkında hiçbir şeyden bahsedilmemişti. Tüm söylenen şey örgütün eylemlerinden ibaretti.
“Ve bir şey daha. Bunu söylerken tamamen dürüstüm.”
İki gerçeğin ikincisi.
“Örgüttü onaylamıyorum ve ortadan kalkmasını diliyorum.”
Doğal olarak, Cale hâlâ hayattaydı. Bu tür olaylara neden olan bu insanları sevmiyordu. Muhtemelen kıta savaşında da bir parmakları vardı. Cale, barışçıl bir kıtada sakince yaşayabilmek için onların ortadan kaybolmasını diliyordu.
Choi Han kelimelere boğulmuş gibiydi. Yumruğunu tekrar tekrar açıp kapamadan önce kendini, rahip ve Cale’i birbirine bağlayan siyah ipliğe baktı. Choi Han konuşmaya başladığında Cale, Choi Han’ın korkutucu ifadesi karşısında irkildi.
“Onları tanımıyorsan onlardan nasıl nefret edebilirsin?”
“Çünkü yapmayı planladıkları birkaç korkunç şeyi biliyorum. Kara Ejderha ve Lock bunlardan ikisi. Choi Han.”
Cale işaret parmağıyla kendini gösterdi.
“Hayatımı çöp gibi yaşadım. Bu benim hayalim.”
Choi Han’ın ifadesi, Cale’in rüyasının çöp gibi yaşamaya devam etmek olduğunu söylediğini duyduktan sonra değişti.
“Ailemin halefi olmak gibi bir arzum yok. Basen Henituse, kan bağım olan küçük kardeşim. Onun halef olmasını umuyorum.”
Bu da aynı zamanda gerçekti. Cale bu yüzden Choi Han’a bir soru sordu.
“Öyleyse neden Henituse ailesinin temsilcisi olarak başkente geleyim ki? Özellikle Basen’in halef olmasını umuyorken? Evin reisi olan babam gitmemi söyledi ama hayır diyebilirdim.”
Choi Han bir süre sessiz kaldıktan sonra cevap verdi.
“…Emin değilim.”
“Gizli örgütün başkentte ne yapmayı planladığını bildiğim için.”
Choi Han’ın gözbebekleri bir kez daha genişledi.
“Nasıl bildiğimi sana söyleyemem. Ama başkentte birçok insanı öldürmeyi planlıyorlar. Basen’i böyle bir yere gönderemezdim. Bu olayın olmasını önlemek istiyorum.”
Elbette Cale, başkaları için kendi hayatını ortaya koymak için hiçbir şey yapmayı planlamıyordu.
“Bütün bu sorunları olabildiğince sessizce hallettikten sonra Henituse bölgesine geri dönmeyi planlıyorum.”
“…bana bunları nasıl bildiğinizi söyleyemez misiniz?”
“Doğru. Kim olursa olsun bunu kimseye söyleyemem.”
Choi Han’ın gözleri sorularla doluydu ama ağzı kapalıydı.
Cale gizli örgütün kimliğini bilmiyordu ama sonunda yapacakları birkaç şeyi biliyordu. Onlardan da nefret ediyor ve gitmelerini istiyordu.
Choi Han’ın kafası, bir şeyler düşünmeye başladığında daha da düştü. Şu an kafası karmakarışıktı. Yine de, siyah iplikten gelen Ölüm Tanrısının gücü ona dinginlik verdi. Eğer yalan söylerse Cale’in burada öleceğini biliyordu.
“Ancak, sana bir şey daha söyleyeceğim.”
Bir tane daha gerçek. Bu, Choi Han’ın Cale’e bakmak için hızla kafasını kaldırmasına neden oldu.
“Son gerçek.”
Bu, Cale’in Choi Han’a söylediği üçüncü gerçekti.
“Sana zarar vermek gibi bir niyetim yok.”
Cale bunu söylerken kendinden emindi. Hayatta kaldığına göre, bu gerçek olduğu anlamına geliyordu.
Choi Han kaşlarını çatmaya başladı.
Choi Han, sıktığı yumruğuyla uyluğuna vurmaya başladı. Çok sert vurmasa da sımsıkı sıktığı yumruğundaki damarlar dışarı fırlıyordu. Yavaşça başını kaldırdı. Cale hâlâ hayattaydı.
“…Size güveniyorum.”
Verilmesi çok uzun süren yanıtı dinleyen Cale, bu odaya girmeden önce Choi Han’a söylediği sözleri tekrarladı.
“Anlıyorum.”
Daha sonra gülümsemeye başladı.
Choi Han hala masada otururken içini çekti. Cale’e bakmak için başını kaldırdı. Cale’in gözleri her zamanki gibi saftı ama inatçıydı.
“Cale-nim. Lütfen bir şeye daha söz verin. O zaman size tamamen güveneceğim.”
‘… Böyle bir şey olacağını düşünmemiştim.’
Cale, Choi Han’ın tepkisi konusunda endişeliydi. Bu çok da önemli olmamalıydı çünkü her şeyi kendine uydurmanın bir yolunu bulabilecekti ama Cale’in hoşuna gitmeyen şey ‘sana tamamen güveneceğim’ ifadesiydi. Ama şu an hayır diyebilecek durumda değildi.
“Elbette. Sorun nedir?”
“Cale-nim.”
“Evet?”
“O örgütten intikam almalıyım. Sanırım hayatımda ilk defa bir insandan veya bir grup insandan bu kadar nefret ediyorum.”
Choi Han’ın saf gözleri öfkeyle doldu. Öfkenin arkasında da bir hasret duygusu görülebiliyordu. Choi Han, muhtemelen Harris Köyü hakkında düşünüyordu.
‘Hmmm.’
Cale, ağzından bu sesin kaçmasına izin vermemek için kendini tuttu. Choi Han onu takip etmeyi seçse bile kendi yanında Choi Han’ı istememesinin nedeni buydu. Choi Han iyi bir insandı ama yapmaya karar verdiği bir şeyi her zaman sonuna kadar yaprdı. Bu yüzden Cale, Choi Han’ın son isteğini gergin bir şekilde bekledi.
Choi Han sonunda konuşmaya başladı.
“Kimliklerini öğrenirseniz lütfen bana söyleyin.”
“Ah-, peki, tabii ki.”
‘Zor bir şey isteyeceğini sandım.’
Cale, yemin ederken şaşkın bir ifadeye kapıldı.
“Ben, Cale Henituse, kimliklerini öğrendiğimde Choi Han’ı bilgilendireceğim. Bu yemine karşı gelirsem bunu hayatımla öderim. Yeterince iyi mi?”
“Evet, çok teşekkür ederim.”
Choi Han sonunda gülümsemeye başladı. Rahatlamış görünüyordu. Cale Choi Han’ın bu halini gözlemlerken düşünmeye başladı.
‘Kimliklerini nasıl öğrenebilirim ki?’
Aslında kimliklerini öğrenmek için, hatta kimlikleri hakkında en ufak bir ipucu bulmak için Choi Han’ın romanda izlediği yoldan gitmesi gerekecekti. Ama bunu yapması için deli olması gerekirdi. Choi Han başkentten ve Roan Krallığından çıktığında her türden kahramanla karşılaşacaktı; insanlar ve aynı şekilde insan olmayanlarla.
Bunu düşünmek bile Cale’i kötü hissettirdi.
“O zaman işimiz bitti mi?”
“Evet.”
Bamm!
Cale elini kaldırdı ve masaya vurdu. Elinin çarpmasıyla masayı hafifçe salladı ve rahip gözlerini açıp başını salladı. Alan bir kez daha titredi.
Oooooooong-
Bununla birlikte, duman her birinin vücudunda kayboldu. Cale’in bunu çılgın rahibe Cage ile yaşadığı zamandan biraz farklıydı. Cale, cebinden bir kâğıt parçası çıkarırken iki yeminin vücuduna kök saldığını hissetti.
10 milyon galonluk çekti. Cale o parayı sakince oturan rahibin önüne koydu ve ayağa kalktı. Daha sonra odadan çıkmadan önce rahiple vedalaştı. Choi Han, Cale’in peşinden odadan çıkıp kapıyı kapatmadan önce para ve Cale arasında bir ileri bir geri baktı. Ardından kafa karışıklığıyla Cale’e baktı.
Cale, Choi Han’ın bakışlarına kayıtsızca karşılık verdi.
“Hayatta hiç bir şey bedava değildir.”
“Anlıyorum.”
Cale, daha önceki rahibi birinci katta girişte onları beklerken bulmak için merdivenlerden yukarı çıktı.
Rahip hala hayatta olan Cale’i selamladı.
“Hayatınız mukadder zamanına kadar devam etsin.”
Bu onların sana, yaşamaya devam edebilmen için yeminini bozma deme şekliydi. Tamamen acımasızdı.
“Çok teşekkür ederim, rahip-nim.”
Cale, yanıt olarak rahibe gülümseyerek teşekkür etti. Rahip tekrardan Cale’in gülümsemesini ve rahat sesini tuhaf bulmuştu ama Cale tapınaktan çıkmak için çabucak yanından geçti.
Daha sonra arabaya bindi ve araba hareket etmeye başlayınca konuşmaya başladı.
“Referans için, o çılgın büyücü, o kişi başkentte olacak olayın lideri.”
“……Onları görürsem öldürmeme izin var mı?”
“Neden bana bu kadar açık bir soru soruyorsun? İstediğin gibi yap.”
‘Benim için fark etmez nasıl olsa.’
Ancak o çılgın büyücü en üst düzey bir büyücüydü ve ışınlanma uzmanıydı, bu yüzden Choi Han romanda bu isteğini asla gerçekleştirememişti.
“Evet. Onları öldüreceğimden emin olacağım.”
Cale, Choi Han’ın kızgın yüzünden başını yana çevirdi. Cale’in kaldıramayacağı kadar kızgın görünüyordu.
Eve döndüklerinde, Cale’in üstesinden gelmekte zorlandığı başka bir kişi daha vardı.
“Genç efendi.”
“Ron.”
Yüzünde sevecen bir gülümseme olan suikastçı Ron, odasında dinlenmeye çalışan Cale ile konuşmaya gelmişti.