Kont Ailesinin Çöpü – Ch 295 – SIRT (1)

“Elimden geleni yapacağım.”

Komutan Cale, arkasını dönmeden önce İmparatorluk Prensi Adin’e yanıt verdi.

Soylular, Cale’in kırmızımsı kahverengi gözlerini kaplayan koyu mavi cehennem ateşini görebiliyordu. Soylulardan bazıları birbirleriyle bakıştılar.

‘Sence yapabilir mi? Özellikle yüzü bu kadar solgunken?’

‘Bilmiyorum. Onur madalyasını aldığı zamandan bile daha sıska görünüyor.’

Cale, geçen yıl Mogoru İmparatorluğunda onur madalyasını aldığı zamandan daha solgun ve zayıf görünüyordu.

Adin, Cale’i gözlemlerken kendi kendine düşündü.

‘Sınırına ulaşmış gibi görünüyor.’

Kadim güçlerin çarpışmasından kaynaklanan bir ölüm. Adin, Cale’in sonuna yaklaştığını hissedebiliyordu.

‘Ne kadar da eğlenceli.’

Bunu eğlenceli buldu.

‘Aptal değil ve ne yaptığını biliyor gibi görünüyor. Öyleyse neden hep adil ve iyi işler yapmaya çalışıyor?’

Adin, Cale’e yaklaştı ve tüm bunları eğlenceli bulduğu için yüzünde endişeli bir ifadeyle sordu.

“Su gücünün ne kadarını kullanabilirsin? Bunu sorduğum için üzgünüm, ama lütfen olabildiğince çok kullan!”

Cale’in ölürken nasıl görüneceğini bir an önce görmek istiyordu.

Cale, koyu mavi alevden uzaklaştı ve Adin’in ne düşündüğünü bilmeden Adin ile göz teması kurdu.

“…Dürüst olmak gerekirse, o ateşle sadece bir kez, Breck Krallığı ile birlikte savaşırken karşılaştım.”

“Biliyorum. Biz… Bunun da Breck Krallığının işi olduğuna inanıyoruz.”

Cale endişeli bir ifade takındı.

“…Bu ateş, o ateşten daha güçlü.”

“Ah.”

Etraftakilerden bazıları nefeslerini kesti.

“Su büyüsü yapın!”

“Rüzgâr büyülerini de kullanın! Yangının yayılmasını önleyin!”

İmparatorluğun büyücüleri hızla hareket etmeye başladı.

Mümkün olduğu kadar rüzgârı durdurmuştular ancak onların su büyüleriyle yangın durdurulamamıştı.

“Ateş büyüyor!”

Aslında, İmparatorluğun rüzgârının Whipper Krallığının rüzgârıyla çarpışması, alevi artık bir ateş hortumu gibi göründüğü noktaya kadar daha da fazla körüklemişti.

Cale, bu olurken yüzüne sıkıntılı bir ifade takındı. Çevresindekiler bu ifadenin ne anlama geldiğini biliyordu.

‘Tamamen söndüremez!’

‘…Her şeyi ortaya koyamazsa ne yaparız?’

Büyü bu ateşe karşı işe yaramazdı.

Zihinlerindeki kaos büyümeye devam etti. Ancak görmedikleri şey, yüzünde hala sıkıntılı bir ifade olmasına rağmen Cale’in gözlerinin yavaşça hareket ettiğiydi.

‘…Soylulardan bazıları bunu bilmiyor gibi görünüyor.’

Sihre dayanıklı ateş. Bazıları, İmparatorluğun aynı tür ateşe sahip olduğunu bilmiyor gibiydi.

Tabii ki, bunu yapan Simyacıların Çan Kulesiydi, ancak İmparatorluk Prensi onu Ormana karşı ve Akçaağaç Kalesinde yapılan ilk savaşta zaten kullanmıştı.

‘Bu Kule Usta Yardımcısı.’

Bu yüzden Cale’in bakışları Kule Usta Yardımcısı Metelona’ya yöneldi. Muhtemelen Simyacıların Çan Kulesinin Kule Ustası ile sık sık görüşüyordu.

‘…Yanındaki kim?’

Cale’in bakışları İmparatorluk Prensinin yanındaki adama yöneldi. Adam hafifçe eğilip Cale’i selamladı.

“Tanıştığıma memnun oldum. Bir kahramanla tanışmak bir onurdur. Benim adım Honte ve ben Kule Efendisi-nimin öğrencisiyim.”

‘Ah, o kişi. Kenar mahallelerden gelen mucizevi simyacı. Muhtemelen kenar mahallelerinden gelip de hayatta kalan birkaç kişiden biri. Bu harika.’

Simyacıların Çan Kulesi yıkım projesine sürükleyecek başka birini daha bulmuştu.

Cale hafifçe başını salladı.

“Selâmları sonraya saklayalım. Şu anda-”

Kahraman sert bir ifadeyle konuştu.

“Önce bu yangını söndürmemiz gerekiyor.”

O anda oldu.

Birden Raon’un sesini duydu.

– Garip bir şey var. İnsan, Honte ölmüş gibi görünüyor.

‘…Hmm?’

Raon’un yorumu bir bomba gibi düştü.

– Ölü bir şey nasıl hareket eder?

‘Ne dedin?’

Cale’in gözbebekleri bir an titredi.

– …İnsan, bu garip. Mary’ye benziyor ama vücudundan hayat enerjisi gelmiyor.

‘Ne gelmiyor?’

– Bunun ne olduğunu bilmiyorum.

‘Aman tanrım.’

Cale tamamen kaygı içine düşmüştü.

‘Hayat enerjisi yok mu? Ölü mü?’

Cale, İmparatorluk Prensine döndü. Doğal olarak Kule Usta Yardımcısı ve Honte’yi de orada görebiliyordu. Honte, Cale’e bakıp gülümsüyordu.

Ayrıca İmparatorluk ve ateş hakkında endişeli görünüyordu.

‘Bu yüz nasıl ölü olabilir? O bir zombi mi? Ne oluyor?’

Cale, Honte’nin bakışlarının Hilsman’a ve kendisine nasıl odaklandığını gözlemledi. İmparatorluk Prensi o anda ona yaklaştı.

“…Kendine bu kadar baskı yapmana gerek yok.”

“Ekselânsları-”

Adin, Cale’in gözlerinin titrediğini ve yüzünün solduğunu görebiliyordu, bu da Cale’in İmparatorluğu kurtarmayı ne kadar çok istediğini anlamasını sağladı.

‘Rosalyn ile düşman mı olacak?’

Şüphelendiği başka bir şey daha vardı ama ondan daha önemli bir şey vardı.

“Sana güveniyorum.”

Batı kıtasındaki tek İmparatorluk Prensinin güvenine sahip olmak.

Bu güvenin ağırlığı çok büyüktü. Soylular, Cale’in gözlerinin sakinleşmeye başladığını görebiliyordu. İmparatorluk Prensinin sözlerini duyduktan sonra Cale’in sakinleştiğini görünce İmparatorlukları için gurur duymaya başladılar.

‘’Bana güveniyormuş’ kıçım.’

Ancak soyluların düşündüğünün aksine Cale, İmparatorluk Prensinin ne kadar sahte davrandığını gördükten sonra sakinleşmişti.

“Huuuuuuu.”

Derin bir nefes verdi ve toprak duvarın ortasına doğru yöneldi.

İmparatorluk güçleri, soylular ve etrafındaki herkes ona bakarken sessizce toprak duvarın çıkıntısına yürüdü.

Yüzbaşı Yardımcısı Hilsman yüzünde üzgün bir ifadeyle onu takip etti.

Kendini feda etmeye karar vermiş efendisinin peşinden giden bir şövalye havası veriyordu.

– İnsan, kendini kontrol edeceğini söylemiştin! Bana söz verdin! Eğer yapmazsan her şeyi mahvedeceğim!

‘Ah, o böyle havlarken gerçekten de havaya giremiyorum.’

Cale, gözlerinin kenarını sıvazlarken altı yaşındaki çocuğun mırıldanmaları karşısında içini çekti.

“…Korkmuşa benziyor.”

Soylular, Cale’in neden böyle davrandığını yanlış yorumladı.

“Komutan!”

Cale tanıdık bir ses duyduktan sonra başını çevirdi.

Caro Krallığının veliaht prensi Valentino. Toprak duvarda tekrar belirmişti. Yüzünde üzgün bir ifade vardı.

‘…Komutan Cale’in şu anda nasıl hissetmesi gerektiğini anlayamıyorum.’

Cale bu savaş alanındaki her şeyi kontrol ediyordu ama yine de kendi hayatını ortaya koyuyordu. Valentino, Cale’in omuzlarındaki ağırlığı hissettiği için Cale’in çok uzun olduğunu hissetti.

Ancak Valentino, Cale’in yüzünde bir gülümsemeyle elini büyük aleve doğru uzattığını görebiliyordu.

Swoooooooooooosh-

Büyü ve beyaz iskelet kuşları. İki tarafın neden olduğu rüzgâr birbirine çarptı.

Son derece sıcak olan koyu mavi Ejderhanın Öfkesi, Cale’in vücudunu ısıttı.

‘Neredeyse buradaki herkes benim düşmanım.’

Hilsman, Raon ve Valentino.

Üçü dışındaki herkes düşmandı.

Cale bu yüzden kararını verdi.

‘Hadi biraz kan tükürecek kadarını kullanalım.’

Raon burada olduğuna göre herhangi bir tehlike olmamalıydı.

Ancak, gücünün çoğunu kullanır ve bayılırsa, savaş alanı son derece kaotik hale gelirdi.

Cale gözlerini kapattı.

– Beni mi arıyorsun?

‘Evet. Seni arıyordum.’

Gökyüzünü Yiyen Suyu.

Net sesi duyulabiliyordu.

Cale’in isteğini yerine getirirken, su hareket etmeye başladı.

Şaaaaaaa-

Rüzgâr esiyordu.

İmparatorluk Prensi Cale’e baktı.

‘Kalkan dışında kadim bir güç kullandığını ilk kez görüyorum.’

Başkalarından çok şey duymuştu.

Ancak, Cale’in bu antik su gücünü kullandığını hiç görmemişti.

“…Ha?”

Soylulardan biri farkında olmadan derin bir nefes çekti.

‘O parlıyor. Hayır. Su parlıyor.’

Yarı şeffaf mavi bir su Cale’in beline dolanmıştı.

“…Oh, genç efendi-nim.”

Yardımcı Yüzbaşı Hilsman, olan biteni gözlerinde hayranlıkla izliyordu.

Büyük ateşe karşı küçük bir insan.

O insanı çevreleyen parıldayan su.

Ateşle kıyaslandığında pek bir şeye benzemiyordu ama güzeldi.

Cale’in gözleri kapalı olduğu için doğal olarak bunun hakkında hiçbir fikri yoktu.

Şu anda bir anlaşma yapıyordu.

– XXX benzeri gökyüzünü yemeye mi çalışıyorsun? (XXX yazarın küfür için kullandığı sansür.)

‘Hayır.’

Cale ne istediğini düşündü ve Gökyüzü Yiyen Su ile bir anlaşma yapmaya çalıştı.

Onun berrak sesi zihninin içinde çınladı.

– Ah! O ateş hortumu özgürlüğünü engelliyor olmalı. Onu yok edip XX’yi XXX olacak şekilde mi yapmalıyım?

‘Bu manyak su.’

Cale niyetini suyla paylaştı.

‘Şu kasırgayı ucu ucuna söndürecek kadar güç kullanalım.’

– Tamam. O kasırgayı istediğin gibi söndüreceğim.

‘Yeter ki düşmeyeyim ya da bayılmayayım.’

Cale, suyun, iradesini yerine getirirken hareket etmeye başladığını hissedebiliyordu.

Hâkim Sudan farklıydı.

Pürüzsüzdü.

Yavaş yavaş inen bahar yağmuru ya da yanaklarınızı hafifçe ıslatan, çiseleyen bir yağmur gibiydi.

Cale, kadim bir güç kullanırken ilk kez böyle bir düşünceye sahipti.

‘O sessiz.’

Gücün, içinde bulduğu göl kadar sessiz olduğunu hissetti.

Bu gücü ilk kez kullanacağı için başta endişelenmişti, ancak şimdi rahattı.

Süper Kayanın sesini uzun zamandan sonra ilk kez duydu.

– Avcı, avının boynunu kırmadan önce gizlice ve sessizce yaklaşır.

‘Ha?’

– Gökyüzü Yiyen Suyu. Bu adın anlamını unutma.

‘Belki de?’

Cale’in irkildiği andı.

Kapalı gözleri kısılırken İmparatorluğun büyücülerinden biri bağırdı.

“Son derece büyük bir güç hissediyorum!”

Bu başlangıçtı.

“Y, yeraltından bir şey akıyor gibi görünüyor!”

“Bir araya toplanıyor! Hepsi tek bir noktada toplanıyor ve son derece büyük bir güç kaynağı yaratıyor!”

Yeraltı.

Su yeraltında akıyordu.

Yeraltındaki küçük su akıntıları tek bir noktada bir araya geliyordu.

Sadece İmparatorluk Prensinin etrafındaki yüksek dereceli büyücüler bu su akışını hissedebilirdi. Cale’e dönerken gözbebekleri titriyordu.

Manadan farklı bir güç.

Bu gücün kaynağı doğaydı.

Yeraltında güçlü bir kuvvet toplanıyordu.

Ve o büyük güç nihayet büyümeyi bıraktığında…

Cale gözlerini açtı.

İmparatorluğun güçleri aynı anda bir şeyler görebiliyordu.

Çaaaat-

Yer çatlıyordu.

Yerin çatlama sesini duyabiliyorlardı.

Daha sonra yeraltından su fışkırdığını görebiliyorlardı.

Hayır, yerden keskin bir su mızrağı fırladı.

Rüzgârların çarpışmasının neden olduğu büyük lacivert ateş hortumunu görebiliyorlardı.

Bir şehri yutacak kadar büyük olan o cehennem ateşine doğru döndüler.

Boooooooooooooom-

Su mızrağı o cehennem ateşini kesti.

Mavi sudan yapılmış mızrak, aşağıdan yukarıya doğru, o koyu mavi kasırganın merkezini kesti.

Baaaaaam! Baaaaam!

Patlamanın parlaklığı ve gürültüsü, insanların bir an için kulaklarını ve gözlerini düzgün kullanamamasına neden oldu.

Su koyu mavi ateşi yedi.

Mızrak kasırganın ortasından geçti ve onu parçalara ayırdı.

“…A, aman tanrım-”

İmparatorluğun tüm güçleri tek bir noktaya bakıyordu.

O cehennem ateşi yavaş yavaş yok oluyordu.

Su mızrağı da yavaş yavaş gökyüzünde kaybolmaya başladı.

Ancak, kaybolmayan bir varlık vardı.

Bakışları bir kişinin sırtına yöneldi.

Komutan Cale Henituse, Roan Krallığının kahramanı.

Roan Krallığının kahramanının yarattığı mucizeyi kişisel olarak hissedebiliyorlardı. Hepsinin derisinde tüyler diken diken oldu.

Cale’in de tüyleri diken diken oldu.

‘…Ne oluyor be?’

Yangın tamamen söndürülmüştü.

Hayır, iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu. Önündeki Akçaağaç Kalesini açıkça görebiliyordu.

‘Bu eski bir Ejderha tarafından yapılan bir ateşti. Ondan bu kadar kolay mı kurtulabildim? O kadar güç kullanmadım bile, değil mi?’

Gökyüzü Yiyen Suyun Ejderhanın Öfkesini yutması, Hâkim Suyun onu yutmasından daha az zaman almıştı.

– Gökyüzü dâhil her şeyi yiyebilirim.

Suyun berrak sesini tekrar duyabiliyordu.

Cale yavaşça başını indirdi ve ellerine baktı. Elleri titriyordu. Ellerine bakarken bir soru sordu.

O tek değildi.

– …İnsan, kan tükürmüyor musun? O kadar güç kullandıktan sonra bile iyisin!

‘Ben de tam olarak öyle hissediyorum.’

Raon ve Cale’in aklında aynı soru vardı.

Süper Kaya o anda devreye girdi.

– Su, tek bir vuruş yapmadan önce gizlice ve sessizce hareket eder.

Cale irkildi.

– Her şey bir anda içeri girene kadar sakin olacak.

Cale kaşlarını çatmaya başladı. Eli yavaş yavaş daha hızlı titremeye başladı.

‘Belki de? Yok canım?’

– Suyun artçı sarsıntısı her zaman kuvvetli olmuştur. Güçlü ol.

Cale öfkeyle bağırmaya başladı.

“Seni or-, öhö!”

O anda oldu.

Cale’in ağzından çıkan koyu kırmızı kan, hem koyu mavi alev hem de mavi su kaybolduğu için herkesin dikkatini çekti.

Kendini feda eden kahraman yavaş yavaş yere düşüyordu.

———-
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir, eheh (=w=)

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *