Kont Ailesinin Çöpü – Ch 255 – YE BİTİR! (2)

Sssssssssss-

Cale’in vücudu gölün dibine batmaya başladı.

Gölün içini sisle dolmuş gibiydi, net görmek zordu.

Akışı sadece Cale’in ağzından damlayan kırmızı kan izledi ve su kırmızıya boyandı.

Boom! Boom! Boom!

Cale’in vücudu titremeye başladı.

Göl gürlüyordu.

Sanki birinin kalp atışıymış gibi, ritim içinde gümbürdüyordu.

Kaybolan ses geri gelirken Cale’in başı gürlemeyle titriyordu.

– Ben köle olarak doğdum.

Sesi göl boyunca yankılandı.

Yargı Suyu.

Hayır, Gökyüzü Yiyen Su’yun sesi geri döndü.

– Ailemin kim olduğunu bilmiyorum çünkü hatırladığım tek şey ayak bileklerimdeki zincirler. Ama bir gün, bir tanrı beni bulmaya geldi. İlk anım ayak bileğimdeki zincirlerle ilgiliydi. Köklerinin bir köleye ait olduğunu binlerce kez işitmiş olan kadını bir tanrı ziyarete geldi.

– Beni kölelikten kurtarmadan önce yeteneklerim olduğunu söyledi. Bana dünya için kullanılabilecek yeteneklerim olduğunu söyledi. Tanrı benim ilk zincirlerimi böyle yok etti.

– Ancak onun yerine bana yeni bir zincir taktı. Bu zincirin adı ‘Yargı Suyu’ydu. Bu ikinci zincir bileklerimde değil, kalbimdeydi.

– İnsanlar bir tanrının dikkatini çektiğim için bana saygı duydular ve sorunlarıyla ilgileneceğime güvendiler. Ancak, onun yerine beni kullanmak isteyenler oldu ve ayak bileklerime zincir takanlar da onlardı.

İşte o an, üzerine üçüncü bir zincir takılmak üzereydi.

– Kaçtım.

Hayatında mutlu olduğu tek zamandı.

Nefes nefese kaçıyordu ama mutluydu.

– Bana yardım etmek isteyen bazı insanlarla tanıştım ve Doğu kıtasına kaçtım, ancak tek başıma kaçtım.

Kaçmasına yardım eden insanlar, kendi ayak bileklerine zincirler takıp Batı kıtasında kalmayı seçmişlerdi.

Yapacak bir şeyleri olduğunu söylemişlerdi.

Hepsi yapacak bir şeyleri olduğunu söylemiş ve savaşmak için o topraklarda kalmışlardı.

Bu şekilde kaçmıştı.

Böylece özgür olmuştu.

Boom! Boom! Boom!

Gölün içi daha hızlı gürlemeye başladı. Aynı zamanda Cale’in vücudu bir akıntıya kapılmış gibi yoğun bir şekilde sallanmaya başladı.

Ve o sis gibi gölün içinde.

Şaaaaaaa- Şaaaaaaaa-

Bir şey sisi kesiyor ve Cale’e yaklaşıyordu.

Çırıııınnnkk-

Onlar zincirlerdi.

Sudan yapılmış yarı şeffaf zincirler gölün dibinden fırladı ve hızlı bir şekilde Cale’e doğru koştu.

O anda sesini duydu. Sesi gülüyormuş gibi geliyordu.

– Ama nasıl özgür bir hayat yaşayacağımı bilmiyordum. Daha önce hiç böyle yaşamamıştım. Özgürdüm ama özgür bir hayatı nasıl yaşayacağımı bilmiyordum.

Gölün içindeki gümbürtü daha da güçlendi. Zincirler, Cale’e yaklaşmaya devam ederken gümbürtüden etkilenmedi.

Ssssssssssss-

Hızla gelen zincirler, kendine gelmeye çalışan Cale’in kol ve bacaklarını birbirine bağlamaya başladı.

Cale kaşlarını çatmaya başladı.

Çırınk, çırııınnk.

Zincirler Cale’in uzuvlarını bağladı ve onu gölün dibine çekmeye başladı.

Sanki bir daha gitmesine izin vermek istemiyorlarmış gibi onu dibe çekiyorlardı.

O anda göl şiddetle sallandı.

Boom-

Cale bir nefes verdi.

“Uh!”

Zincirler biraz sallandı. Göl daha da şiddetli hareket etmeye başladı. Cale’in vücudu titriyordu, sıkı zincirler de sonunda çılgınca sallanmaya başladı.

Boom. Boom.

Gürleme daha da güçlendi.

Sonunda zincirler bile akıntıya kapıldı.

– Kaç.

Kadının sesi Cale’in zihnini doldurdu.

Sesi, sanki bir mağaranın derin kısmına geri dönüyormuş gibi çok uzaklardan gelmeye başladı. Onun zayıf sesini duyabiliyordu.

– Ben bu zincirlere hâkim olamam.

O anda oldu.

Cale gülümsemeye başladı.

Suda bu kadar uzun süre kalabilmesinin nedeni kendini göstermeye başladı.

Oooooooong-

Boynundan mavi bir ışık çıkmaya başladı.

Bu sis gibi gölde görülmeyen saf mavi bir renkti.

Cale’in suyun içinde en özgür olmasını sağlayan şey buydu.

Hâkim Su.

Cale, elinde kalan az miktarda suyu kullanmaya başladı.

Mavi bir ışık vücudunu çevrelemeye başladı.

Sadece küçük bir miktar olsa bile, doğası hükmetmekti.

Uzuvlarını bağlayan zincirler kırılmaya başladı. Cale, zincirlerin geri kalanını nazikçe vücudundan uzaklaştırdı.

– …Bu bir hükümdarın gücü mü?

Cale, kadın zihninde konuşurken esnemek için boynunu eğdi.

Gözbebekleri gölün içindeki sis kadar bulutlu değildi.

Bir hedefi olan gözbebekleri berraktı.

‘Neden kaçayım ki?’

Cale, kazanabileceği bir savaştan kaçmazdı.

Vücudu hızla gölün dibine doğru yöneldi.

Ne zincirler ne de başka bir yabancı güç yüzünden batmıyordu.

Cale’in hedefi dipteydi.

Vücudu gölün en derin kısmına batmaya devam etti.

Gölün dışındaki diğerlerinin bunu bilmesinin hiçbir yolu yoktu.

Bu, özellikle bu iğne benzeri alanda hiçbir şey tespit edemeyen Beacrox için geçerliydi.

Ancak, su mızrağının aniden hareket etmeyi bıraktığını ve zincirlerin aniden göle battığını görebiliyordu. Zincirler, Cale’i aramak için hareket ediyormuş gibi görünüyordu.

Şşşşhhh-

O ürkütücü sesleri çıkarırken zincirler hareket ediyordu. Beacrox’un ayakları sanki göle doğru koşmaya hazırmış gibi seğiriyordu.

Ancak hareket etmedi. Cale’in göle atlarken ki yüzünü hatırladı.

Cale atladığında gülümsüyordu. Yüzünde hiçbir korku belirtisi yoktu, sanki onlara onun için endişelenmemelerini söylüyordu.

Beacrox’un bildiği Cale, durumu her zaman sakince değerlendirdiği için başarı şansı olmayan bir şey yapmazdı.

Böyle birinin göle atlamasının bir nedeni olmalı.

‘Sanırım beklemem gerekiyor.’

Beacrox, Eruhaben’in yüzündeki ifadeyi gördükten sonra yanlış düşünüp düşünmediğini merak etti.

“…Eruhaben-nim?”

Eruhaben hiçbir şey söylemedi.

Göle bakarken kaşlarını çatmaya devam etti.

Kaşlarını çatmaktan başka çaresi yoktu.

Cale Henituse bir planı varmış gibi göle atlamıştı.

Her zamanki Cale’i tanıdığı için endişelenmemeliydi. Ancak, bir şey garipti.

‘Onu hissedemiyorum.’

Göle atladığı andan beri Cale Henituse’nin aurasını hissedemiyordu.

Doğayla dolu o aura hiç hissedilemez hale gelmişti.

Aurası sanki bu dünyadan kopmuş gibi anında yok olmuştu.

Bunu Eruhaben’den bile daha hızlı fark eden bir varlık vardı.

Güm. Güm.

Kara Ejderhanın kalbi çılgına dönmüştü.

Cale’in varlığına ve aurasına en duyarlı olan genç Ejderha Raon’du, bu yüzden hemen onun aniden ortadan kaybolduğunu fark etmişti.

Raon bir sürü ses duyabiliyordu. Bu yüzden neler olduğu hakkında iyi bir fikri vardı. Zeki Ejderha, Cale’in ya göle atladığından ya da göldeki bir şeyin Cale’in aurasını hissetmesini engellediğinden şüphelendi.

Ancak Cale’in yokluğu genç Ejderha tarafından çok net bir şekilde hissediliyordu.

Güm. Güm.

Eruhaben ve Beacrox da oradaydı. Bu yüzden Cale’e önemli bir şey olmayacağını biliyordu.

Bu kesin olarak bildiği bir şeydi.

Ancak Raon’un gözlerindeki ifade değişmeye başladı.

“Küçük çocuk, Cale için endişelenme.”

Eruhaben’in rüyanın dışından gelen sesi Raon’un kulaklarına ulaştı. Ancak Raon Miru bu sözlerden memnun değildi.

1 dakika, 2 dakika.
Zaman geçmeye devam etti, ama insanın aurasını hiç hissedemiyordu.
İlk defa böyle bir şey oluyordu.
Cale’in yokluğunu hiç yaşamamıştı.

Raon Miru başını kaldırdı.
Sınav… Hayallerinin içindeki zemindeydi.
Büyük Ejderha hâlâ ona bakıyordu.

Raon, bu rüyadan uyanmak için o Ejderhayı yenmesi gerektiğini düşünüyordu.

Dışarı çıkması gerekiyordu.
Bu sınavdan olabildiğince çabuk kurtulması gerekiyordu.
Böyle güçlü bir varlıkla karşı karşıya kaldığında ne yapmalıydı?

Tüm insanlar ayak bileklerine asılıyken bile kanatlarını çırpan genç Ejderha, daha güçlü bir rakibi nasıl yenebileceğini düşünürken yaralarını görmezden geldi.

Geçmişte de, Kara Ejderha başka bir Ejderha gibi güçlü bir düşmanla karşılaştığında ne yapması gerektiği konusunda endişelenmişti.

O anda oldu.
Kara Ejderhanın gözbebekleri bulutlandı.

Süper Kaya Villasında bir noktada Cale ile yaptığı konuşmayı hatırladı. Bu, ilk büyüme evresine giremedikten sonra hayal kırıklığı içinde battaniyelerin altına saklandığı, başka bir Ejderha ile karşılaşıp onunla savaşmak zorunda kalırsa ne yapacağını merak ettiği zamandı.

‘…Ya korkunç bir kişiliğe sahip bir Ejderha ile tanışırsam?’

Cale endişesine böyle cevap vermişti.

‘Akıllı olduğunu sanıyordum.’
‘Ben akıllıyım……! Hayır. Büyüyemiyorum bile-‘

Cale ona çok basit bir cevap vermişti.

‘Sadece kaç.’
‘…Ne?’
‘Korkunç bir Ejderha ile karşılaşırsan kaç.’

Kaçmak.
Cale, daha güçlü bir rakiple karşılaşırsa tereddüt etmeden kaçmasını söylemişti. Nedenini söylemeye devam etti.

‘Büyük ve güçlü olmak hayatta kalmaktır.’

Raon.
Kara Ejderha başını kaldırdı ve bir kez daha büyük Ejderhaya baktı.

Bu sınavın üstesinden gelmek için Kara Ejderhayı yenmesi gerektiğini düşünüyordu.

‘Mağaradan kurtuldun.’

Ancak Cale’in sözleri o anda Raon’un zihnini doldurdu.

‘Hayatta kalmak. Güçlü olmak budur.’

Raon sonunda net bir şekilde görebildi.

Başının üzerinde uçan büyük Ejderha yerine, o Ejderhadan bile daha büyük olan gökyüzünü görebiliyordu.

Gökyüzü o kadar genişti ki, büyük Ejderha bile orayı dolduramazdı.

30 metre uzunluğundaki Ejderhadan bile daha büyüktü.

‘O tarafta.’

Raon’a ne yapması gerektiğini söyleyen Ejderha olarak içgüdüleri değil, şimdiye kadar yaşadığı deneyimlerdi. Cale ile yaşadığı deneyimler ve anılar ona yeni bir yol gösteriyordu.

O Ejderhayla savaşmak ve onu yenmek bu sınavdan çıkmanın tek yolu değildi.

Sadece bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu.

Sadece bu sınav alanından çıkması gerekiyordu.

Raon gülümsemeye başladı. Birisi bu gülümsemeyi görseydi, bunun Cale’in gülümsemesine benzediğini söylerdi.

Genç Ejder tekrar kanatlarını çırpmaya başladı.

Bir Ejderhanın büyümesinin kendisine karşı bir savaş olduğunu duymuştu.
Ancak Raon başka bir şeyin farkına varmıştı.

Kendine karşı savaşmasına gerek yoktu.
Mesele, onu kendisiyle savaşmak zorunda bırakan bu savaş alanıydı.
Hedefi değiştiğinde birçok yol görünür hale geldi.

O güçlü Ejderhaya giden tek bir yol vardı.
Ancak, o Ejderhadan bile daha yüksek olan gökyüzüne ulaşmanın birçok yolu vardı.

Yürümeyi seçtiği yol onun yolu olacaktı.

Genç Ejderhanın dudaklarının köşeleri yukarı kalkmaya devam etti.

Tek başına büyümüş bir Ejderhanın onlara böyle bir şeyi anlatacak kimsesi olmazdı. Ejderhalar, her zaman tetikte olan ve bu nedenle yalnız olmayı tercih eden bencil ve şiddetli yaratıklardı.

Ancak Raon diğerlerinden çok şey öğrenmişti.

Kazanmak önemli değildi.

Kara Ejderha sonunda en çok sevdiği yöntemi buldu.

‘Hadi kaçalım.
Bu hile değil.
Önemli olan herkesin hayatta kalması.’

Raon Miru.
Kara Ejderha aniden mutlu olmaya başladı.

‘Yolumu görebiliyorum.
O Kara Ejderha gökyüzünün sadece bir kısmını kaplıyor.’

Gökyüzünün ötesine bakıyordu.

“Gitmem gereken yer orası.”

Raon uçmaya başladı.

Daha sonra insanları ayak bileklerinden itti.

“Bunların hepsi sahte.”

O Ejderha ve ayak bileklerini tutan insanların hepsi sahteydi.

Bu savaş alanı sahteydi.

Gerçek şeyler başka yerlerdeydi.

Gerçeklik.

Öğrendiği yolda yürümek. Asıl gerçeklik bu yoldu.

O yolun sonunda onu bekleyen bağlantıları görebiliyordu.

‘Onları kurtaracağım.’

Raon uçmaya başladı.

‘Zayıf insanımızın aurasını hissedemiyorum. Acele etmem gerekiyor.’

Büyüme evresi umurunda değildi. O zaten güçlüydü.

Değilse de, o zaman insanının ona yapmasını söylediği şeyi yapması gerekiyordu.

‘Kaç ve sonra onlara arkadan vurmak için geri gel. Hayatta kal ve en beklemedikleri anda onları vurmak için daha güçlü bir şekilde geri dön. O zaman kazanırsın.’

Tüm yapması gereken buydu.

Raon, büyük Ejderhayı ve gökyüzünü geçerek onun ötesindeki gerçekliğe uçmaya devam etti. Oraya uçmak için her şeyini verdi. Bunu yapmak zordu ama Raon durmadı.

Ve onun uçması bazı değişikliklerin olmasına neden oldu.

Rüyasında kullanamadığı mana, Raon’un vücudunu sarmaya başladı. Raon, sınavın kendisinden uzaklaştırdığı gücünü geri kazanmıştı.

Ancak Raon Miru, bakışlarını başka hiçbir yere değil de gökyüzüne odaklayarak yukarı doğru uçmaya devam ettiği için bunu bilmiyordu.

* * *

Aynı anda başka bir yerde.
Sonsuzluk gibi görünen bir süre boyunca aşağı doğru giden kişi sonunda hedefine ulaştı.

Cale gölün dibini görebiliyordu.
Başını yukarı kaldırdı.

Şaaaaaaa- şaaaaaaaa-

Zincirler ona ulaşmak için sis gibi suyun içinden geçti. Hâkim Su, hâkimiyet aurasını yaymasına rağmen zincirler ona saldırmaya devam ediyordu.

Sadece Cale’in uzuvlarını zincirlemeyi başarırlarsa duracak gibi görünüyorlardı.

Cale’e, yargılanması gereken bir günahkârmış gibi davranıyorlardı.

Sadece Cale’i hedefliyorlardı.

– Kaç!

Sesi geçen seferden daha yüksekti.

– Hâkimiyet auran zayıflıyor.

Cale’in Hâkim Suyu, tam da bahsettiği gibi azalıyordu.

– Öyleyse kaç!

Göl yeniden gürledi ve zincirlerin yönünü değiştirdi.
Ancak Cale kaçmadı.

‘Neden bana kaçmamı söylüyor?’

Cale kıkırdadı ve gölün dibinde yere bastı.

Etrafı suyla çevriliydi.

O kadar sisliydi ki önünü tam olarak göremiyordu. Su vücudunu sallıyordu, ancak hala ona ulaşmaya çalışan zincirlerin suyu kestiğini duyabiliyordu.

Ancak gölün dibi topraktı.

Cale’in içi hâlâ çalkalanıyordu.

İçinin bir daha böyle çalkalanmasını yaşamak istemiyordu.

Bu yüzden gölü görünce kararını verdi.

‘Önce içini alt üst edelim.’

Cale, gölün dibinde yere bastı.

Boom-

Şimdiye kadarki diğer seslerle kıyaslanamayacak kadar büyük bir gürültü gölün içini salladı.

Bir şans.

Cale, Süper Kayanın gücünü yalnızca bir kez kullanabilirdi.

Cale şu anda bu şansı kullandı.

Ooooooo-

Gölün dibi.

Gölün dibinde büyük taş mızraklar belirmeye başladı.

Cale kaybedeceği kavgalara girmezdi.

Bu onun kazanacağı bir savaştı.

———-
Kafanızda kıtanın haritası netleşsin diye buyrun haritanın linki burada : https://trash-of-the-counts-family.fandom.com/wiki/Western_Continent
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir eheh (=w=)

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *