Kont Ailesinin Çöpü – Ch 210 – ŞİMDİ ANLADIN MI? (1)

Cale, veliaht prensle yaptığı sohbetin ertesi günü insanları Komutan ofisinde topladı. Ofisin kapalı kapısını açtı.

Kapı alçak bir sesle açıldı ve Cale ofisin içini görebildi.

“Komutan-nim, buradasınız.”

Ofisteki uzun oval masayı görebiliyordu. Masada oturan herkes Cale’i selamlamak için ayağa kalktı.

Ubarr komutanı, Birinci Şövalyeler Tugayının Şövalye Kaptanı, Büyücü Kaptanı Tasha, görüntülü iletişim cihazlarından ve kayıtların tutulmasından sorumlu genç Leydi Amiru ve kuzeydoğu bölgesinin deniz üssünün çekirdeğini oluşturan diğer pek çok kişi burada, ofisteydi.

İfadeleri iyi görünmüyordu. Cale masanın başına doğru ilerlerken gözleriyle onları izliyordu, başlarını hafifçe eğdiler.

“Komutan-nim, yemek yediniz mi?”

“Yemek yediniz mi komutan-nim?”

‘…Ne…?’

Cale, insanların kendisini ciddi ifadelerle bu şekilde selamladığını duyduktan sonra garip hissetti.

‘Neden yemek yiyip yemediğime bu kadar önem veriyorlar? Bugünlerde yeni trend bu mu?’

Cale, masanın başına otururken kayıtsızca başını salladı. Ubarr efendisi o oturur oturmaz konuşmaya başladı.

“Komutan-nim, başkente gidecek misiniz?”

Soru, odadaki havayı kasvetli hale getirdi.

Bu sabah deniz üssünden bir mesaj almışlardı. Mesaj, komutan Cale Henituse’un Büyük Soylular Toplantısında bulunmasının talep edildiğini belirtiyordu.

Bu yüzden deniz üssü sabahtan beri karmaşa içindeydi.

“Evet gideceğim.”

Cale’in kendinden emin yanıtı, başka soru sormalarını engelledi.

Komutan Cale Henituse. Son derece zeki bir insandı. Böyle bir kişinin verdiği bir kararı nasıl çürüteceklerini bilmiyorlardı.

Büyücü Kaptan, Kara Elf Tasha, sinirli ifadesini gizlemek için başını cüppesinin içine sakladı.

‘Bu soylular-‘

Ancak o daha sözünü bitiremeden biri konuşmaya başladı.

“Bütün o soylu piçler hep aynı şeyi yapıyor.”

‘Hah.’

Tasha içinden büyük bir nefes aldı. Daha sonra başını yana çevirdi.

İlk Şövalyeler Tugayının Kaptanı.

O ifadesiz adam, sanki hiçbir şey söylememiş gibi keskin bir ifadeyle orada oturuyordu. Gözlerin üzerine düştüğünü görünce sertçe konuşmaya devam etti.

“Ah, elbette, düzgün soyluları istisna ederim. Sadece kendi gruplarını ve çıkarlarını bu kadar önemseyen soylulardan piçlerden bahsediyorum.”

‘Vay be.’

Tasha, kendisinin de söylemek istediği bu sözleri ondan duyunca şaşırmıştı. Şövalye Kaptanın bunları söylemekte sorun yaşamaması, buradaki herkesi, özellikle de Cale’i kendi tarafında saydığı anlamına geliyordu.

Şövalye Kaptan hiç bir şey söylememiş gibi ağzını kapattı. O ilk sözü söyledikten sonra diğer insanlar da konuşmaya başladı.

“Savaş bitmedi ve kuzeydoğu bölgesinin deniz üssü hala buraları temizlemekle meşgul. Komutan-nimimizin onların istedikleri an oraya gitmesini nasıl emredebilirler?! ”

“Savaşın ne kadar acımasız ve korkutucu olduğunu bilmeyen bu aptallar orada öylece oturup ona patronluk taslamaya çalışıyorlar!”

“Muhtemelen sizi bastırmaya çalışıyorlar komutan-nim!”

İçlerinden biri öfkeyle bağırdı.

“Ve onlar sadece sizi de çağırmamışlar, komutan-nim! Choi Han-nim ve kara büyücü-nim’i de çağırıyorlar! Sadece ne-”

Tak.

Cale avucunu masaya hafifçe vurdu. Konuşan kişi ağzını kapatmadan önce Cale’e baktı.

Sakin bir ses konuşmaya başladı.

“İşte bu yüzden gidiyorum.”

Masanın etrafındakiler sessiz kaldı. Cale bu olana öfke, sinir ya da herhangi bir duygu göstermiyordu. Ancak hiçbir duygu göstermemesi, deniz üssündekilerin ne düşündüğünü anlamasını sağladı.

Cale, kendisine bakanlarla konuşmaya devam etti.

“Gelecekte, deniz üssümüzden insanları istedikleri gibi çağıramayacaklar.”

Kayıtlardan sorumlu olan Amiru, eli hızla not almaya devam etmeden önce bir an tereddüt etti.

Deniz üssümüzden insanlar.

Cale’in sadece bu seferlik sessizce başkente gitmesinin nedenini biliyordu. Soylulara kızdığı için ya da onların kendisini baskı altına almalarından korktuğu için değildi.

Amiru ve diğerleri, soyluların gelecekte de deniz üssünden insanları bu şekilde çağırabileceklerini düşünüyorlardı. Aslında bu, gelecekte daha fazlasının ortaya çıkmasını talep etmelerinin başlangıcı olabilirdi.

Bu, kuzeydoğu bölgesinin soyluları için o kadar kötü olmazdı, ancak daha düşük unvanlara sahip olanlar sola ve sağa sürüklenmek zorundaydı. Güç için verilen kaotik mücadelede yem olma ihtimalleri yüksekti.

Bu yüzden endişeliydiler.

Ancak komutanları, onları bu endişeden hızlı bir şekilde kurtarmak için kendinden emin bir sesle konuştu.

“Elbette, biraz bilgi ve ödülümüzü de alacağımdan emin olacağım.”

Amiru elindeki kalemi sıktı.

Bu kişi gerçekten her zaman diğerlerinden bir adım öndeydi ve her zaman insanları şaşırtıyordu.

Kalemini tekrar hareket ettirmeden önce derin bir iç çekti.

O anda Cale’in sesini tekrar duydu ve söyledikleri, ona bakmak için başını kaldırmasına neden oldu.

“Hepinizi buraya toplamamın sebebi başkente gideceğimi haber vermekti ama bir sebebi daha var.”

Cale onları burada sebepsiz yere toplamazdı. Şimdi hareket etmesi kolaydı çünkü ışınlanabiliyordu, ancak gelecekte her zaman deniz üssünde olması onun için zordu.

“Ben yokken…”

Konuşmaya devam etmeden önce her biriyle doğrudan göz teması kurdu.

“…Roan Krallığının kıyılarının güvende olacağına güveniyorum.”

Oda sessizdi. Konuşan tek kişi diğerlerine sordu.

“Sonuç olarak?”

Amiru, sorusuna cevap vermek için konuşmaya başlayacaktı. Ancak ondan bir adım önde olan biri daha vardı.

Şövalye Kaptanı konuşmaya başladı.

“Bize güvenebilirsiniz.”

“İyi.”

Cale nazikçe gülümsedi.

‘Burada işleri halletmek için yeterli güçleri var. Rahatlatıcı bir yolculuk yapabilirim.’

Cale, yanında taşıması gereken bir yükün daha azaldığını düşünerek gülümsemeye başladı. Ancak diğerleri ona gülümseyemediler, her biri kalplerini sağlamlaştırmak için kendi düşüncelerinde kaybolmuşlardı.

‘Komutanımız-nim dönene kadar burayı koruyalım.’

Hepsinin kafasında bu düşünce vardı.

Tabii ki Cale sözlerinin bu kadar büyük etki yarattığını bilmiyordu.

“O zaman bu toplantıyı burada bitirelim. Konuşacak pek bir şey olmadığı için hepinizi buraya sebepsiz çağırmış gibi hissediyorum.”

Cale, tartışacak bir şey olmadığı için toplantıyı sonlandırdı. Ancak bu görüşme, onunla birlikte ofistekilerin unutmayacağı bir görüşmeydi.

Cale, ofisteki kanepeye oturmadan önce herkesin eğilip ofisten ayrılmasını izledi.

Daha sonra yeni insanların gelmesini bekledi.

Gıcııırrtt.

Kapı biraz sonra yavaşça açıldı ve içeri iki kişi girdi.

Choi Han ve Mary’ydi.

“Oturun.”

Cale karşısındaki kanepeyi işaret etti.

Onunla gidecekleri için, onlara olaylar hakkında bilgi vermek önemliydi.

“Cale-nim, yemek yediniz mi?”

‘Sanırım bu gerçekten de yeni bir selamlama şekli.’

Cale, Choi Han’ın selamına kayıtsızca cevap verdi.

“Hayır, henüz değil.”

O anda mekanik ses odada yankılandı.

“Genç efendi-nim, sağlıklı olmak için yemek yemelisiniz. Yemek yemek zorunda olmadığınız tek zaman, öldüğünüz zamandır.”

‘Neden böyle kötü şeyler söylüyor?’

Cale boş bir ifadeyle siyah cüppeye doğru başını salladı. Mary ancak o zaman sakinleşti.

Şu anda deniz üssünde yayılan bir hikâye vardı.

Hikâye, doğal olarak, hayranlıkla dolu, yüksek sesi olan bir iletişim büyücüsünün, Cale’in askerlerin yemekleriyle ilgili yorumunu diğerleriyle paylaşmasıyla yayılmıştı.

Ama Cale’in bunu bilmesine imkân yoktu. Bu yüzden Cale, işe koyulmadan önce insanları selamlamak için bu yeni trendi bir kenara itti.

Ancak Choi Han biraz daha hızlıydı.

“Başkente gideceğinizi duydum Cale-nim. Biz de geliyormuşuz.”

Choi Han, Cale’in başını salladığını gördükten sonra yutkundu. Amiru ve Şövalye Kaptanı onlara başkente gitme amaçlarını açıklamışlardı.

Ortak silah seçimleri nedeniyle Choi Han’a biraz daha yakınlaşan Şövalye Kaptan, yüzünde ciddi bir ifadeyle ona şöyle söylemişti.

‘Soylu piçler muhtemelen toplantı odasında toplanıp, Komutan-nimi oradan oraya sürüklemeye çalışırken onu ortada tutmayı planlıyorlar. Bu piçlerin unvanlarından başka bir şeyleri yok ve bu yüzden insanlara böyle şeyler yapmaktan zevk alıyorlar. Yıl sonunda Şövalye Tugayı hakkında rapor vermeye gittiğimde aynısını bana da yapmaya çalıştılar.’

Bunu duyan Choi Han ve Mary, Cale’in insanlarla çevrili olacağını ve sorgulanacağını hayal etmiştiler. Şövalye Kaptan başka bir şey de söylemişti.

‘Choi Han-nim ve Mary-nimin de gideceğini duydum. Bununla birlikte yüzleşeceksiniz. Zor olacak, ama onların sözlerinin bir kulağınızdan girip diğerinden çıkmasına izin verin.’

Choi Han, Şövalye Kaptanının önerisini düşündü ve konuşmaya başladı.

“Soyluların önünde mi duracağız? Böyle bir durumda nasıl davranmalıyım?”

Mary cüppesinin altında yumruklarını sıktı ve Cale’e baktı. İkisi, Cale’in konuşmasını bekliyordu.

“Neden bahsediyorsun?”

“…Affedersiniz?”

Cale, Choi Han ona boş boş cevap verirken Choi Han’a ne hakkında konuştuğunu sorar gibi bakıyordu.

Cale, o boş ifadeyi gördükten sonra kaşlarını çatmaya başladı.

‘İkisinin de yanımda olması daha rahatsız edici olur.’

Veliaht prensle bir şeyler planlıyordu.

Korkunç aktör Choi Han ve masum Mary bu plan için işe yarar mıydı?

Beacrox veya Ron yardımcı olabilirdi, ancak bu ikisinin onun planlarına engel olma olasılığı daha yüksekti.

“İkinizin böyle bir yere gelmenize gerek yok. Tek başıma ben yeterli olurum.”

‘Evet, evet aynen öyle.’

Veliaht prens de orada olacağından bu kesinlikle yeterli olurdu. Ayrıca o toplantıda kullanılacak pek çok insan vardı.

Cale, sessiz kalan iki kişiyle konuşmaya devam etti.

“Ah, elbette, gelecekte geçit törenleri için vatandaşların önünde olmanız gereken zamanlar olabilir. Bulunmanız gereken yerler sadece bu gibi yerler.”

‘Çünkü onlar kahraman olacaklar.’

Onun yerine geçebilmeleri ve gerçek kahramanlar olabilmeleri için vatandaşların onları görmesine izin vermeyi planlıyordu. Cale, insanların onu nasıl yakında unutacağını düşünürken gülümsemeye başladı.

O anda Choi Han’ın sesini duydu.

“…Sadece bizi övdükleri zamanlar için hazır olmamız gerektiğini mi söylüyorsunuz?”

“Şey, öyle bir şey sayılır. Sadece tezahüratların oldukça yüksek olabileceğini unutmayın.”

Choi Han kaşlarını çatmaya başladı. Mary cüppesinin koluna yapıştı. Choi Han nihayet konuşmaya başlamadan önce birkaç kez tereddüt etti.

“…Büyük Soylular Toplantısına kadar sizi takip etmek istiyoruz.”

“Gitmek istiyoruz.”

Mary ekledi. Ancak, ikisi de isteklerini belirtmiş olsalar da pek bir şey beklemiyorlardı.

Tanıdıkları Cale Henituse inatçı biriydi.

“Hayır.”

Sözünü tutan biri olduğu kadar, başkaları için kendini feda etmeye karar verdiğinde de fikrini değiştirmeyen biriydi.

Choi Han konuşmaya başladı.

“O zaman toplantı odasının kapısının dışında bekliyor olacağım.”

“Ben de bunu yapmak istiyorum.”

Cale kayıtsızca başını salladı.

İçeride olanlar onları etkilemeyeceği için girişte durmaları sorun olmazdı.

– Zayıf insan, ben seni içeri kadar takip edeceğim.

Görünmez bir Ejderha da sorun olmaz, diye düşündü.

Cale, hepsine aynı anda cevap vermek için ağzını açtı.

“Nasıl isterseniz.”

Üç kişinin de gözleri parladı.

Ancak Cale, hazırlıklarını bitirip Choi Han, Mary ve Raon ile başkente giderken bunu umursamadı.

* * *

Roan Krallığındaki tek ahşap bina.

Burası Büyük Soylular Toplantısının salonuydu.

Salon daire şeklinde oturulacak şekilde düzenlenmişti ve bu kadar çok soylunun orada bulunmasının üzerinden uzun yıllar geçmişti.

Oturma düzeni beş bölüme ayrılmıştı.

Dört kısım, her grubun liderlerinin etrafında toplanmıştı.

Merkez bölgenin Dük Orsena’sı.

Kuzeybatı bölgesinin Marki Stan’i.

Güneydoğu bölgesinin Marki Ailan’ı.

Güneybatı bölgesinin Düşesi Gyerre’si.

Bu kişilerden biri, Roan Krallığındaki en büyük dövüş sanatları ailesi olarak bilinen evin reisi olan Marki Ailan, çoktan oradaydı. Sessizce dairesel salona baktı.

“Marki-nim.”

Bir asil ona yaklaştı ve konuşmaya başladı. Sesi küçümseme doluydu.

“Gyerre ailesi de gelmiş gibi görünüyor.”

Soylu, güneybatı bölgesinin grubunun üyelerinin merkezinde bulunan Düşes Sonata’ya baktı. Yaşlı Düşes ağzı kapalı orada oturuyordu. Görevi torununa devredeceğini söylemesine rağmen, henüz bu gerçekleşmemiş gibi görünüyordu.

“Köle ticareti keşfedildikten sonra kapıları kilitlediğini iddia etmişti, ancak yine de faydalanacak şeyler ortaya çıkınca buraya gelmişler.”

Soyluların gözündeki küçümsemenin nedeni buydu.

Her ne kadar kimse bu konu hakkında bir şey söylemiyor olsa da, soyluların çoğu Gyerre hanesinin çalışanın köle ticaretine karıştığını biliyorlardı. Kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırarak kapıları kilitleyeceğini söylediğinde Düşesle alay etmelerinin nedeni buydu.

Ancak Düşes Gyerre merkez bölge siyasetine yeniden dâhil olmak için ortaya çıkmıştı.

Bu soylunun Marki Ailan ile yaptığı konuşmaya başka bir soylu girdi.

“Başka bir güç kaynağı kazanmak için bu şanstan vazgeçmek isterler mi hiç? Muhtemelen bu savaşın yeni bir gücün ortaya çıkışının kapısı olacağını bilerek hareketsiz duramadılar.”

Soylu konuşmaya devam etti.

“Bakın, şimdiye kadar sessiz kalan Stan hanesinin yeni reisi bile burada, bu Büyük Soylular Toplantısında.”

İşaret ettiği adam nazik ve zayıf görünüyordu.

Bir zamanlar pozisyonu kaybetmiş olmasına rağmen, Taylor Stan hanenin kontrolünü ele geçirmek için geri dönmüştü. Kuzeybatı bölgesinin soylularıyla bir tarafta oturuyordu.

“Merkez grubun tüm soyluları da burada. Hepimiz böyle bir araya gelmeyeli uzun zaman olmuştu.”

Yüzü açgözlülükle dolu olan asilzade, Marki Ailan’a neredeyse fısıldadı.

“Bu sefer ne pahasına olursa olsun kuzeydoğu bölgesinin kontrolünü almalıyız. O komutanı kesinlikle bastırmalıyız. Bunu, o daha fazla güç kazanmadan, şimdi yapmalıyız.”

Soylu, Marki Ailan’ın ifadesini gözlemlerken bunu söyledi.

İfadesi, her zamanki gibi keskindi. Bu soyluyu rahatlattı.

Marki o anda konuşmaya başladı.

“Kuzeydoğu bölgesinden kimse gelmiyor gibi görünüyor.”

Bütün gruplar bir araya toplanmıştı.

Ancak, bu dairesel odada gözle görülür şekilde boş bir bölge vardı.

Bunlar kuzeydoğu bölgesinin soylularının burada olmayan koltuklarıydı.

Kuzeydoğu bölgesi soylularından hiçbiri Büyük Soylular Toplantısına katılmamıştı.

Ancak, Marki Ailan ile konuşan soylu bu durumdan rahatsız olmadı.

“Merak etmeyin Marki Ailan. Bugün erken saatlerde grubumuzla bağlantılı kuzeydoğu bölgesinin soylularıyla konuşabildim. Hâlâ grubumuzun bir parçası olmak istediklerini belirttiler.”

Soylunun ağzının köşeleri seğirdi.

“Hepsi yakında ortaya çıkarlar ve bizim tarafımızı tutacaklar. Onların da kontrolü ele almak istediklerine eminim.”

Soylular en sonunda, her zaman, güç için yaşardılar.

“Savaştan sonra bile uzun ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyorlarsa bizim tarafımızı seçecekler. Bundan eminim.”

“Elbette. Henituse hanesi şu anda güçlü görünse de, tıpkı kumun üzerine inşa edilmiş bir kale gibi. Yeni yükselen bir güç oldukları için sağlam bir temelleri yok. Neden herhangi biri böyle bir tarafa bağlı kalmayı seçsin ki?”

Soylular her türlü şeyi tartışıyordular.

O anda, Marki Ailan’ın bakışları ilk kez kendi grubunun soylularına yöneldi. Sert bir ifadeyle sordu.

“Bundan emin misiniz?”

“…Affedersiniz?”

O anda oldu.

Gıcıııııırtt!

Salonun kapıları açıldı.

“Ha?”

Markiye bakan asil, gözleri fal taşı gibi açılmış halde kapıya döndü.

Tak, Tak, Tak.

Yürüyen birçok insanın ayak sesleri duyulabiliyordu.

Bu insanlar yüzlerinde ciddi ifadelerle içeri girdiler.

Hepsi tek bir kişinin arkasından yürüyerek içeri giriyorlardı.

O kişi Deruth Henituse idi.

Henituse hanesinin şu anki reisinin arkasından gidiyorlardı.

Arkasında, kuzeydoğu bölgesinin katılmaya yetkili tüm soyluları vardı.

“Hey o kişi!”

“Ne oluyor be!”

Güneydoğu bölgesi ve merkezi grubun soylularından bazıları şok olmuş ifadelerle onlara baktı. Bu insanlar bu sabah onlara boyun eğmemişler miydi?

Bu insanlar neden onlara ya da diğer gruplara bakmıyordu? Sadece ileriye doğru odaklanmış bakışlarla yürüyorlardı.

Ve nereye gidiyorlardı?

Doğal olarak dört grubun yanındaki açık alana yöneldiler.

“…Ho.”

Soylulardan biri derin bir nefes aldı.

Daha sonra bir şeyin farkına vardı.

Artık kuzeydoğu bölgesinde de bir grup vardı.

Henituse ailesi bu grubun merkezindeydi.

Ancak yanıldıkları bir konu vardı.

Kont Henituse bir grup yaratmamıştı. Deruth Henituse’nin bir grup lideri olmak gibi bir arzusu da yoktu.

Hepsi bir kişinin isteğiyle, hayır tek kişinin emriyle bir araya gelmişlerdi. Hepsi de hiçbir şey söylemeden sadece ileriye baktılar.

Diğer grupların soyluları fısıldaşmaya başladı.

Ancak bu fısıltılara son vermek için bir ses duyuldu.

Soylular girerken hiçbir şey söylemeyen girişteki şövalye, sonunda konuşmaya başladı.

“Majesteleri, veliaht prens Alberu Crossman şimdi giriyor!”

Soylular bu söz üzerine ürktüler.

Marki Ailan’ın yanındaki soylulardan biri konuşmadan edemedi.

“Ama Cale Henituse henüz burada bile değil.”

Bir soylunun veliahttan sonra oraya girmesi mantıklı değildi. Uygun görgü kurallarına aykırıydı.

“Ha! Kuzeydoğu bölgesinde bir grup oluşturdular ve her şeyi yapabileceklerini sanıyorlar-!”

“Hayır.”

“Marki-nim?”

Sesini yükselten asil, lideri Marki Sand Ailan’a baktı. Marki sert bir ifadeyle konuşmaya başladı.

“Öyle değil.”

Ne demek istiyordu?

Asilzade bu soruyu düşündüğü anda, Marki başını çevirdi.

Bakışları kapalı kapıya yöneldi.

Gıcıırt.

Kapı yavaşça açıldı.

Bütün soylular kendi aralarında fısıldaşmayı bırakıp ayağa kalktılar.

Ancak yine de fısıltıya kapılmadan edemediler.

Veliaht prens Alberu Crossman. Hiç olmadığı kadar gösterişli bir kıyafet giymişti. Daha sonra kapıdan girerken şövalyeye bir soru sordu.

“Neden yakın arkadaşımı da anons etmiyorsun?”

Şövalye saygı duruşuna geçti ve bir kez daha bağırdı.

“Majesteleri, veliaht prens Alberu Crossman ve Kuzeydoğu bölgesinin Askeri Komutanı Cale Henituse şimdi giriyor!”

Tak, Tak.

Salonda ikisinin ayak sesleri yankılandı.

Gülümseyen Alberu Crossman yanında Cale Henituse ile içeri girdi.

Roan Krallığının Kuzeydoğu bölgesinin Donanmasını simgelemek için siyah giyen Cale, keskin bir ifadeyle salona girdi.

Cale ve veliaht prens Alberu. İkisi de aynı noktaya doğru ilerliyorlardı.

Bu soylulara Cale’in durumunu anlatıyordu.

O, Roan Krallığının bir sonraki kralıyla aynı seviyede durabilecek biriydi.

Cale Henituse, orada veliaht prensin yanında duruyordu.

h3><< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *