Kont Ailesinin Çöpü – Ch 155 – KUCAĞIMA DÜŞÜYOR (2)

Cale, kaskatı kesilen simyacıya baktı ve konuşmaya başladı.

“İçeri girebilir miyim?”

Simyacı, etrafta kimsenin olmadığını doğrulamadan önce ağzını birkaç kez açıp kapadı ve sonra yana doğru hareket etti.

“Gelin, haaaa, şimdilik içeri gelin.”

Cale hemen içeri girdi. Sanki kendi oturma odasına giriyormuş gibi rahat bir tempoda yürüyordu.

Sonra sırtı kırık bir sandalyeye doğru yürüdü ve oturdu.

Etrafına baktığında, düzgün bir şekilde dezenfekte edilmemiş simya aletlerini görebiliyordu.

Bu dünyadaki simya, ‘Dünya’daki simyaya benziyordu.

Altın yapmak için kullanılıyordu. Ancak bunu yapmanın yöntemleri farklıydı.

Batı kıtasındaki simyacılar, altın yaratmak için doğal elementleri kullanmaya çalışırdılar. Özellikle su, rüzgâr, toprak, tahta ve ateşi kullanmaya çalıştılar. Bu beş doğal element, altın yaratmaya çalışmak için kullanılan ana elementlerdi.

Bu beş unsur mana ile de iç içeydi.

Cale, önünde köşeleri kırık olan masaya baktı. Orada duran yuvarlak bir kâse vardı.

“Evde sadece soğuk su var. Nasıl bir rahip-nimsiniz bilmiyorum ama lütfen bu soğuk suyu için ve yolunuza devam edin!”

Simyacı kâseyi soğuk suyla doldurdu ve Cale’e doğru itti. Cale kâseye bakmadı bile.

Bakışları odadaki simya aletlerinin arasındaki alkol şişelerine odaklanmıştı.

“Neye bakıyorsunuz? Aigoo, sadece ne?!”

Orta yaşlı simyacı, Cale’in bakışlarının alkol şişelerinde olduğunu gördü ve onları bir kenara fırlattı.

“Ah, lanet olsun.”

Alkol şişeleri simya aletlerine çarpıp yüksek sesler çıkardı. Karışıklık orta yaşlı adamın kaşlarını çatmasına neden oldu. O sırada rahibin sesini duydu.

“Sarhoş sahte simyacı. Yeraltı örgütlerinin birbirleriyle savaşırken kullanmaları için zehir ve küçük bombalar yapıyor.”

Simyacılar sihirli bombalar kadar güçlü bombalar yapamazdılar, ancak küçük bombalar yaratmak için doğanın gücünü ödünç alabilirdiler.

Bununla birlikte, yüzde yüz başarı oranına sahip sihirli bombalarla karşılaştırıldığında, başarı oranları, doğanın gücünün, mana salıp salmayacağına bağlıydı.

Bu yüzden Akçaağaç Kalesinde buldukları zaman ayarlı sihirli bombanın muhteşem olduğu söylenebilirdi.

Yorgun ve sarhoş adamın bakışları rahibe döndü.

İkisi göz teması kurdular.

“Paranı aldığın sürece her şeyi yapabileceğini duydum. Yanlış mıyım?”

Cale, adamın adını henüz bilmiyordu. Onun hakkında bildiği sadece birkaç şey vardı.

Bu adam, ‘Kahramanın Doğuşu’nun ilk beş cildinde yer almayan biriydi ve Billos onun hakkında sadece ince planlar yapmadan akışa göre hareket etmeye yetecek kadar bilgi getirmişti.

‘Yaklaşık 10 yıldır bu sahte simyacı rolünü oynadığı söyleniyordu. Yeraltı örgütleri onun sahte bir simyacı olduğunu düşünüyor çünkü zehirleri ve küçük bombaları ancak yarı yarıya düzgün yapılıyor.’

Yüzde 50 başarı şansı olan sahte bir simyacı. Bu, Cale’in homurdanmasına neden oldu.

‘Bu, gerçek olanın yüzde 50’sini nasıl yapacağını çok iyi bildiği anlamına geliyor.’

Bu yeterliydi.

Cale’in istediği, temel simya becerilerine sahip biri ve başka bir şeydi. Bu orta yaşlı adamda o başka bir şey de vardı.

Sahte simyacı.

Adını kimsenin bilmediği söylenirdi.

Ancak birçok lakabı vardı.

“Yani, bana bir iş yapmam için para ödemek istediğini mi söylüyorsunuz? Bir rahip beni işe almak mı istiyor?”

“Durum bu.”

“…Ho!”

Simyacı yerden bir şişe alkol aldı. Şişeyi açtı ve içmeye başladı. Ardından elinin tersiyle dudaklarının kenarındaki alkolü sildi ve konuşmaya başladı.

“Hiç bu kadar çılgın bir rahip görmemiştim!”

Orta yaşlı adam bakışlarını, ifadesine yanıt veriyormuş gibi görünen rahibe çevirdi. Daha sonra vücudu titremeye başladı ve irkildi.

Cale, masanın üstüne küçük bir şişe koymuştu. Siyah bir sıvıyla doluydu.

“B, bu-”

Cale, simyacının ellerinin titrediğini görebiliyordu. Simyacı bakışlarını küçük şişeden çevirdi ve rahibe baktı.

Ancak rahip simyacının yüzüne değil sol bileğine bakıyordu. Orada el yoktu.

“Bu sıvı sol bileğinizdeki gibi siyah görünüyor, simyacı-nim.”

Yuvarlak sol bilek siyaha boyanmıştı. Ateşin yaktığından arda kalan kalıntılara benziyordu.

“B, bu. Bu, çocukken zehirlendiğim zamandan kalma.”

Simyacı hızla bileğini koluyla kapattı. Cale nazikçe konuşmaya başlarken sol kola bakmaya devam etti.

“Zehrin ne kadar ciddi olduğunu anladığında elini iyileştirmek yerine kesmeyi seçmişsin gibi görünüyor.”

Cale, Billos’un ona söylediklerini hatırladı.

‘Alkol alırken hep acıdan şikayet eder.’

Orta yaşlı adam, Cale’in bakışlarından kaçındı.

“Bu sizi ilgilendirmez rahip-nim!”

“Hmm, ölü mana tarafından zehirlendiğinde vücudunun karardığını duymuştum.”

Ölü mana kullanan insanlar, vücutlarının her yerinde siyah örümcek ağları varmış gibi görünürler. Ölü mana tarafından zehirlenenler hücreleri öldükçe yavaş yavaş siyaha boyanırlar.

Kara Büyücüler de dâhil olmak üzere ölü manadan etkilenen herhangi bir insan, yaşamları boyunca yoğun acı çeker.

“Siyah olmasına bakarsak, ne kadar ciddi bir zehirdi? Ayrıca her gün acı çektiğini duydum?”

Simyacı düşünmeye başladı.

Bunun devam etmesine izin veremezdi.

Aniden ortaya çıkan bu rahip yüzünden her şeyin mahvolmasına izin veremezdi. Simyacı, rahibin bakışlarından kaçınmayı bıraktı ve başını geri çevirdi. O anda kendisine bakan mavi gözlü rahip konuşmaya başladı.

“15 yıl önce…”

Simyacı nefes almakta güçlük çekiyordu.

“15 yıl önce Simyacıların Çan Kulesi, imparatorluğa katkıda bulunmak istediklerini söyleyerek gecekondulardan bazı yetim çocukları aldı. Onlara bir şeyler öğrettiler ve küçük işleri yaptırdılar. Yaş aralığının 5 ile 15 arasında olduğunu söylediler sanırım?”

15 yıl önce. Makul bir süreydi.

“İmparatorluk vatandaşları, korkunç olduğunu düşündükleri Simyacıların Çan Kulesine haraçlar gönderdiler ve şimdi Kule Liderinin kişisel öğrencisi, kenar mahallelerden bir çocuk.”

Bazı yetimler ve kenar mahalle çocukları farklı düzeylerde başarı göstermişlerdi.

“Sonra Simyacıların Çan Kulesi, kalan çocukları İmparatorluğun dört bir yanındaki Simya Kulelerine gönderdiklerini duyurdu.”

İnsanlar onlara inanmıştı çünkü gecekondulardaki başarılı çocuklar haberi veriyorlardı.

Cale, solgun orta yaşlı adama bakarken gülümsedi.

“Ancak, yaklaşık 10 yıl önce bu boku yapmayı bıraktılar.”

Bok.

Cale, övülen bu harekete ‘bok’ diyordu.

Cale masaya birkaç sayfa kağıt attı.

“Çünkü 10 yıl önce, vatandaşları kaçırmak ve onları deneylerde kullanmak için İmparatorluğun kraliyet ailesiyle işbirliği kurmaya başladılar.

Cale konuşmaya devam ederken bu durumu açıklayan belgelere dokundu.

“Sonuçları hakkında endişelenmeden öldürebilecekleri çocuklara artık ihtiyaçları yoktu.”

Cale artık resmi konuşmuyordu. İkisi de oturuyor olmalarına rağmen Cale adama sanki ona yukarıdan bakıyormuş gibi bakıyordu. Solgun, orta yaşlı adam birkaç kelimeyi güçlükle ağzından çıkardı.

“D, dur-”

Ancak Cale öyle duracak biri değildi. Bu zavallı adamla konuşmaya devam etti.

“Ve sen 10 yıl önce bu kenar mahallelerde ortaya çıktın.”

Bu orta yaşlı adam, sözde başkentin Simyacıların Çan Kulesinin bir parçası değildi.

İmparatorluk genelinde birkaç Simya Kulesi daha vardı.

10 yıl önceden bahsediyorsak, bu adam da genç olurdu.

Cale’in Billos’un raporunu dinledikten sonra bu adama odaklanmasının nedeni buydu.

Bu adamın 10 yılı ve Aziz tarafından kendisine verilen bilgilerde anlatılan 10 yıl, ilişkili gibi görünüyorlardı.

Cale, konuşmaya devam ederken hem üzüntü hem de korku hisseden simyacıyı gözlemledi.

“Duyduğuma göre kenar mahalle halkı, özellikle de çocuklar seni seviyor ve sana ahjussi, hatta amca diyorlarmış?”

Adını kimse bilmediğinden bu kişiye hitap etmek için kullanılan birçok lakap vardı.

Cale bu yüzden onu aramaya gelmişti.

“Alkol aldıktan sonra paranın geri kalanını çocuklara yiyecek almak için harcadığını duydum.”

Gecekonduların çocukları bu alkolik simyacıyı sever. Çünkü onlara her zaman yiyecek verir ve yaralarını iyileştirir.

Cale, gözbebekleri titreyen adama sordu.

“Sen kimsin?”

Sahte bir simyacı gibi davranan ve ölü mana tarafından zehirlendiği için kendi elini kesen bu kişi kimdi?

“Ben, ben, ben-“

Orta yaşlı adam düzgün tepki veremedi. Kaos, endişe ve korku. Bu duygularla ve benzerleriyle dolu olan adam şiddetli bir şekilde titriyordu.

Cale tekrar konuşmaya başladı.

“Çan Kulesi bir ölü mana bombası geliştirdi.”

Simyacının titreyen vücudu bir an için titremeyi bıraktı. Ancak gözleri hala inanamıyormuş gibi titriyordu.

“Eminim 15 yıl önce ölen çocuklar ve son 10 yıldır kobay olarak kullanılan insanlar sayesinde olmuştur.”

“Aaaaaaaaah, ah.”

Orta yaşlı adam bir çığlık ya da inilti gibi olan bir ses çıkardı ve yüzünü kapattı.

10 yıl önce gerçeği öğrendikten sonra kaçan acemi bir simyacıydı. Orta yaşlı adam artık boğucu bir korkunun vücudunu doldurduğunu hissetti.

Suçluluk duygusundan kaynaklanan korkuydu.

O anda, korku bataklığında boğuluyormuş gibi hisseden adam, rahibin sesini duyabiliyordu.

“Simyacıların Çan Kulesini yok etmeyi planlıyorum.”

Rahibin bir kelime daha söylediğini duydu.

“Kesinlikle.”

Kesinlikle yok etmek.

Bu cümle korkunun içinden gök gürültüsü gibi kükredi. Kıvrılmış olan adam sağ elini yüzünden çekip rahibe baktı.

Rahibin yüzünde korkunç bir ifade vardı. Ne mutluluk ne öfke ne de destek gösteren bu kayıtsız bakış korkutucuydu. Rahip tekrar konuşmaya başladı.

“Sana bir kez daha soracağım. Sen kimsin?”

Cale kıvrılmış adama baktı.

Kötü ama iyi bir insandı.

Yetenekleri çok fazla olmasına rağmen, vicdanı, suçluluk ve sorumluluk duygusu olan biriydi.

Pişman olmayı bilen biriydi. Kendi ahlak anlayışı olan biriydi.

Cale, İmparatorlukta Güneş Tanrısı Kilisesini yeniden kurarken tek başına bir kilisenin işi zorlaştıracağına karar vermişti.

Bu, başka bir güç kaynağına da ihtiyacı olduğu anlamına geliyordu.

Cale, Whipper Krallığının İç Savaşını bu yüzden düşünmüştü.

Sihir Kulesinin bir parçası olmayan saklanan büyücüleri düşündü. Sihir Kulesine isyan ettiler ve saklandılar.

Birkaç tane olsa bile aynı durumda simyacıların olacağından emindi.

Onları yüzeye çıkarmalıydı.

Ayrıca liderleri olarak hizmet edecek birine ihtiyacı vardı.

Bu lider figür, Cale’in şu an üzerinde çalıştığı kişiydi.

Raon’un sesi Cale’in zihninde duyulabiliyordu.

– İnsan, bu alkolik adam, deneyi 15 yıl önce de o zavallı çocuklar üzerinde yaptı mı?

‘Kim bilir?’

Cale’in bilmesine imkân yoktu. Onun için hemen hemen hepsi aynıydı.

O sırada orta yaşlı adamın sesini duydu.

“R, Rei Stecker. Bu benim adım.”

Rei Stecker. İmparatorluğun Güney Simya Kulesinde sadece bir ay stajyer olarak bulunmuş, çok yetenekli, acemi bir simyacı. Adını 11 yıl aradan sonra ilk kez söylemişti.

Adını söyler söylemez 11 yıl önceki anıları aklına geldi.

“Bir ay. Beni stajyer olarak bir ay boyunca kenar mahalle çocuklarından sorumlu tuttular. Bana çocukların başkentten geldiğini söylediler. Onlara bakarken hiçbir şey bilmiyordum ve ben-”

Onlarla yakın ilişki kurmuştu.

“Sonra bir ay sonra bir deney gördüm. Bu deney sırasında-”

Rei’nin omuzları titriyordu. Sıska orta yaşlı adamın vücudu sanki düşecekmiş gibi görünüyordu.

En yakın olduğu çocuğun elini tutmuştu. Çocuğu kurtarmak istedi. Çocuğun tırnakları o sırada elinin arkasını çizmişti ve Rei ölü mana tarafından zehirlenmişti.

Güney Simya Kulesi ondan kurtulmaya çalıştı. Kendi bileğini kesip koşmaya başladı. Deli gibi kaçtı. 1 yıl sonra öldü sanmış olacaklar ki, peşinden gelmeyi bıraktılar.

“O piçlerin o deney sırasında ne yaptığını gördüm.”

“Rei Stecker, buraya senin hikâyeni dinlemeye gelmedim.”

Rei rahibe doğru baktı.

“Seni işe almaya geldim. Paranı aldığın sürece her şeyi yaptığını duydum?”

Bu sözler Rei Stecker’ı sakinleştirdi. Sonra masadaki ölü mana şişesine baktı. Ayrıca Çan Kulesinin sırlarını içeren belgeleri de gördü.

Önündeki rahip ciddileşiyordu.

“Sana istediğin kadar para vereceğim. Şartlarım ne olursa olsun beni takip edecek misin?”

Rei Stecker, rahibin sorusunu duyduktan sonra titreyen bir sesle sordu.

“… Çan Kulesini yok etmeyi mi planlıyorsunuz?”

“Evet. Kesinlikle.”

Rei ayağa fırladı.

Daha sonra odanın bir köşesine yürüdü ve tahta bir kalas kaldırdı. Altında bir kutu vardı.

Rei şişeyi açtı ve bir cam kavanoz çıkardı.

Kutuyu masanın üstüne koydu.

Kavanozun içinde siyah bir el vardı. Çürümeyecek bir el.

O elin arkasında küçük bir çizik vardı.

Rei Stecker, çocuğu tutan elini bir kenara atamamıştı.

Cale, Rei’nin gözlerinde suçluluk ve öfkenin yandığını görebiliyordu.

Cale konuşmaya başladı.

“Beni bekle. Sözleşme ile birlikte geri döneceğim.”

“Paraya ihtiyacım yok. Lütfen suçumu ödememe yardım et.”

Cale ayağa kalkmadan önce bir an durdu. Kendisine dikkatle bakan Rei’ye baktı ve konuşmaya başladı.

“Karşılığında istediğin buysa, yapacağımız şey bu.”

Cale sakin görünse de Rei kaşlarını çatmaya başladı. Dudaklarının kenarları titriyordu.

Cale, eski püskü evden ayrılmadan önce ona son bir şey söyledi.

“Soğuk suyu iç ve kendine gel. Alkoliklerle pek ilgilenmiyorum.”

Cale bunu söyledikten sonra ayrıldı ve kapı arkasından kapandı.

Rei Stecker soğuk su dolu kâseyi kaldırmadan ve içindeki tüm suyu içmeden önce bir süre kapıya baktı.

“Uh.”

Fincanı masaya bırakıp konuşmaya başladı.

“Artık tazelenmiş hissediyorum.”

11 yıldır böyle hissetmemişti.

* * *

Soruşturmanın ilk günü.

Veliaht prens Alberu, Güneş Tanrısı Kilisesine baktı ve Cale’e fısıldadı.

“Gizli bir odada gizli bir masa mı var?”

Son derece arkadaşça görünen duruşları gardiyanları, sekreterleri ve hizmetçileri meraklandırdı ama bunların hiçbiri Cale’in sorunu değildi. Cale, Alberu’nun sorusuna içtenlikle yanıt verdi.

“Evet majesteleri. Görünüşe göre bir yığın hazine.”

“Mm.”

Alberu homurdandı ve gülümsemesini gizledi.

Cale, Alberu’yu izledi ve Aziz Jack’in ona söylediklerini hatırladı.

‘…Güneşin Mahkûmunu bulmayı başardılar mı emin değilim.’

Güneşin Mahkûmu.

Azizin düşmanlara karşı savaşırken ve inananları yanına toplarken kullanması için tek başına adı bile muhteşemdi.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *