Kont Ailesinin Çöpü – Ch 132 – KORKMADAN (3)

Hilsman, aniden kendini tanıtan Cale’e şaşkınlıkla baktı. Ancak biri onu omzundan tutup geri itti.

“Dik dur.”

“Affedersiniz? Hip, evet efendim!”

Eruhaben’di.

Raon, Eruhaben’in yanındaydı ve Cale’i gözlemlerken kısa patileriyle başını kaldırdı.

‘İnsanımız garip bir durum içinde gibi duruyor.’

Kayadaki çatlakların arasından toprağın gücü çıkarken, doğanın her türden farklı gücü Cale’i çevreliyordu.

Eruhaben de bunu fark etti ve geri çekildi.

Kadim güçlerin kendi başına kazanılması gerekiyordu. Diğerleri yardım etmek için müdahale edemezdi. Kişiyi korumak için nöbet tutabilirlerdi ama Eruhaben bir Ejderhanın bir insanı koruyacak seviyeye inmesi gerektiğini düşünmüyordu.

“Goldie! Onu koruyalım!”

Tabii ki, her zaman bazı istisnalar vardı.

Eruhaben, Hilsman’ı Cale’in yanında nöbet tutmaya götürmeden önce içini çeken Raon’u görmezden geldi.

Onlar bunu yaparken kaya çatlamaya devam etti.

Crraaaaaack-

Kendi kendine çatlayan kaya tuhaf görünüyordu.

Dışarıda bunlar olurken kafasının içinde Cale ile şok olmuş bir ses konuşuyordu.

– …Güçlerin dördünü de kazanmış bir insan var.

Sesi şok ve inançsızlık doluydu, ancak Cale sadece çatırdayan kayaya odaklandı.

‘Burası bir giriş kapısıydı demek.’

Kayadaki çatlaklardan karanlığı görebiliyordu.

Karanlık aşağı doğru yöneliyordu ve bir yeraltı alanına gidiyordu.

O zifiri karanlığa adım atmak zor olsa da Cale içeri girmekte tereddüt etmedi.

– Arkadaşlarımın eşyalarını al.

– Bunu yapma hakkını kazandın.

Ev sahibi ona izin verdiğine göre tereddüt etmesi için bir neden yoktu.

Cale karanlığın içinde kayboldu.

Raon, Cale’in içeri girmesini izlerken mırıldandı.

“Goldie, onu takip edelim mi? Zayıf insanımız son derece zayıftır.”

“Aigoo, bunu hak edecek ne yaptım?”

Eruhaben, Raon’u yere doğru itmeden önce bir iç çekti. Raon etrafta sallanmaya başladı.

“Hayır yapma! Bunu büyük ve güçlü bir Ejderhaya yapmaya nasıl cüret edersin!”

“Küçük çocuk, ben de bir Ejderhayım. Uslu bir çocuk ol ve burada bekle.”

Raon somurtarak Eruhaben’in pençesinden kurtuldu. Daha sonra, kaya çatladığında ortaya çıkan mağarayı sakince gözlemledi.

Cale karanlığın içinde kaybolmuştu ve artık görünmüyordu.

Ancak Cale, karanlığın içindeyken doğru yöne gitmekle ilgili herhangi bir sorun yaşamıyordu.

“Toprak bana yolu gösteriyor.’

Bu enteresan bir tecrübeydi.

Bilinmeyen bir dil, Cale’e her adım attığında yolu gösteriyordu. Bu, yürümeye devam ederken korkmamasını sağlıyordu.

Tak. Tuk.

Karanlığa doğru yürümeye devam etti.

‘Geride ne bıraktıklarını merak ediyorum.’

Bunlar antik çağlardan gelen ve bu zamana kadar ulaşan şeylerdi. Cale’in ayakları tüy kadar hafifti.

O anda Süper Kayanın sesini duydu.

– Çok zor bir hayat yaşadım. Küçük yaşta yetim kaldım ve kendi başıma hayatta kalmak zorunda kaldım. Kontrol edebildiğim tek şey altımdaki topraktı ve toprak da bana güç verdi.

– Ah, rüyamın günde üç öğün doyurucu yemek yiyip, endişelenmeden uyumak olduğunu hatırlıyorum.

Cale yürümeyi bıraktı.

– Ancak, bana Tanrı tarafından bir güç verildiğini fark ettim ve bu gücü iyilik için kullanmam gerektiğini düşündüm. Bu yüzden her zaman insanlara yardım etmenin yollarını aradım.

– Bana geçmişimi hatırlatan zayıf insanları koruyabilecek biri olmak istedim.

Cale kollarını kavuşturdu ve sesi sessizce dinledi.

– Ve seçtiğim hayattan pişman değilim.

Cale’in dudakları bükülmeye başladı.

– Ancak pişman olduğum bir şey varsa o da inançlarıma çok sıkı sıkıya bağlı kalmamdır. Arkadaşlarımın tehlikede olduğunu bilsem bile kalıp zayıfları korumayı seçtim.

– Zayıfları korudum ama sonunda bütün arkadaşlarım öldü.

– Bu yüzden yapabildiğim tek şey, onlar gittikten sonra onların eşyalarını bulmaktı.

– En sonunda, onların güçlerini kazanmış insanlara onların eşyalarını aktaramadan bu dünyadan ayrıldım.

– Ama bu toprakları koruyabildiğim için mutluyum.

Cale bir kez daha yürümeye başladı.

Sesin ne söylediğine daha fazla dikkat etmek için bir neden yoktu.

Sesin sahibi farklıydı.

Cale’e kıyasla çok farklıydı.

Cale, kendisini ve kendi insanlarını diğerlerinden daha önemli görüyordu. Başkasını korurken ölmek mi? Böyle bir şeye karşı hiçbir eğilimi yoktu.

‘Benzer olmamız için hiçbir neden yok.’

– Mutluydum. Ancak arkadaşlarımı ölmeden göremediğim için üzülüyordum. Onların malını haleflerine bırakamadığım için üzülüyordum.

– Ben de, ölmeden önce gücümü kimseye aktaramadığım için üzülüyordum.

Cale, karanlığın sonunda zayıf bir ışık görebiliyordu.

Daha hızlı yürümeye başladı.

Işık çok geçmeden tam önündeymiş gibi görünüyordu.

Flaş.

Bir kez daha görebiliyordu.

O anda, derin ses bir kez daha konuşmaya başladı.

– Geride bıraktığım şey bu.

Tavandaki küreler in tüm alanı aydınlattığı geniş bir arazi belirdi.

Cale şok oldu.

“…Ne.”

Harika görünüyordu.

– Ahem, materyalist değildim ama bu yere özen gösterdim çünkü arkadaşlarımın haleflerinin perişan bir yere gelmesine izin veremezdim.

Mermer sütunlardan yapılmış beş katlı büyük bir villa görebiliyordu.

Duvarlar, sütunlar ve çatı basitti, ancak havalı görünecek şekilde yerleştirilmişlerdi. Pencere çerçeveleri, kapılar ve kapı kolları, bir uzman, onları dikkatle oymak için sayısız gece geçirmiş gibi görünüyordu.

Henituse Malikânesinden daha gösterişliydi, hayır, hatta veliahttın sarayından bile.

Villanın önünde de bir bahçe vardı. İçinde ağaç olmamasına rağmen çok sayıda göz alıcı heykeller vardı. İçinden su akmadığı halde mermerden yapılmış bir çeşme de vardı.

“Vay.”

– Benim evim biraz güzeldir. Ahem.

‘Biraz mı? Burası inanılmaz derecede güzel. Bu kişi şaşırtıcı derecede materyalist biri.’

Cale gülümsemeye başladı.

Ancak villanın yanında bir şey görür görmez gülümsemesi kayboldu.

“…O da nedir?”

Ona uğursuz bir his veren bir şey gördü.

Metal zincirlerle çevrili büyük bir taş sütun vardı. Ayrıca sütunun her tarafında tılsım gibi görünen kâğıtlar vardı.

Sadece bu da değil, ortadaki taş sütunu çevreleyen ve koyu kırmızı parlayan sihirli bir daire de vardı.

Bunun bir İblisi, bir hayaleti ve hatta bir İblis Lordunu mühürleyen taş bir sütun olduğunu düşünmek kolaydı.

Cale yavaşça sütundan uzaklaştı.

O anda, derin ses tekrar konuşmaya başladı.

– Burası hakkında üzücü bir gerçek var.

Cale bilmek istemiyordu.

Ancak, her zamanki gibi Cale, kadim gücün sahibinin konuşmasını engelleyemedi.

– Hala hayattayken, kıtada başka hiçbir yerde göremediğim canavarların burada olduğunu gördüm. Doğu kıtasından canavarlardı.

Bu, Cale’in bildiği Karanlıklar Ormanı için de geçerliydi.

Doğu kıtasından canavarların yanı sıra birçok mutant canavar vardı.

– Bu mağaraya girdiğimde bunun arkasındaki sırları anladım.

‘Belki de?’

Cale’in bakışları çirkin taş sütuna döndü.

– Bu mağarada Doğu kıtasına bağlanan gizemli bir yol vardı. Yanlışlıkla bu yola giren canavarlar, buradan Batı kıtasına geçtiler. Yol boyunca mutasyona uğradılar ve daha güçlü ve daha şiddetli hale geldiler.

Cale, elleriyle yüzünü ovuşturdu.

– Ama yol, insanların, Elflerin ve hatta Cücelerin bile geçmesine izin vermezdi. Bu yoldan sadece canavarlar geçebilirdi.

– Arkadaşlarım ve ben bu yolun gizemlerini çözemedik. Yapabileceğimiz tek şey, daha güçlü mutasyona uğramış canavarların karşıya geçmesini önlemek için her iki taraftan girişe barikat kurmaktı. Batı girişini ben korudum.

Bir kez daha işe yaramaz bir şey öğrenmişti.

– En az 100.000 yıl boyunca etkisinin sürmesi gereken güçlü bir mühürdür. Yalnızca benim yetkime sahip biri mührü planlanan son tarihten önce kaldırabilir.

Cale’in çatık kaşları biraz gevşemeye başladı.

Antik zamanlar tam da 10.000 yıl önceye atıfta bulunmak için kullanılan bir terimdi.

“Hmm.”

Cale çevreye bakındı.

Burada villanın ve bahçenin yanında çok fazla alan vardı.

Villaya doğru ilerlerken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

Bunu yapmaktan başka çaresi yoktu.

Yıkım Ateşi geldiğinden beri villayı ona gösteriyordu. Rüzgârın Sesi, Kırılmaz Kalkan ve Kalbin Gücü için de durum aynıydı.

– Gir.

Ev sahibi de içeri girmesini söylüyordu.

Gıııccccccccjjjjjjjj-

En az 10.000 yıllık olan kapı hala düzgün çalışıyordu.

Bu nasıl mümkün olurdu? İçeri girerken Cale’in aklındaki düşünce buydu.

Tak. Tuk.

Zemin mermerden yapılmıştı.

Cale, birinci kattaki boş salona bakıp yukarı çıkmadan önce zarif bir lambanın ve her türden heykelin yanından geçti. Beşinci kata çıkan bir merdiven görebiliyordu.

– Üçüncü katta.

Cale merdivenlere çıktı. Üzerlerinde çok toz vardı ama güzellikleri gizlenemezdi.

İkinci katta boş odalar ve güzel bir teras vardı.

Cale aceleyle üçüncü kata çıktı.

Üçüncü katta da birkaç oda vardı.

– İçteki dört oda.

Cale en uzak odalara yöneldi ve ilk odanın kapısının önünde durdu. Kapıyı ittiğinde açıldı ve odanın içini görmesine izin verildi.

– Obur sadece yemekle ilgileniyordu ve mücevherleri köşeye itmişti. Bu yüzden onları güvende tuttum.

“Kutsal-.”

Mücevherlerle dolu bir vitrin görebiliyordu.

Cale yan odaya gitti.

– Ağlayan bebek iyileşme gücüne sahipti ama çok korkaktı. Ağlayan bebek her zaman silah toplardı, bu yüzden basit silahlar olmalarına rağmen hepsini tuttum.

Cale, ağlayan bebeğin odasına baktıktan sonra yan odaya gitti.

Gıııııırrrrc, bam.

– Bu, cimrinin biriktirdiği para, ama bunun hala aynı para birimi olup olmadığını bilmiyorum. Ama altın ve gümüş para oldukları için faydalı olmalıdırlar. Onları onun için güvende tuttum.

“Hahaha-.”

Cale son kapıyı açtı.

– Hırsız her şeyin kaydını tutardı. Çaldığı şeyler, gücü ve kendi gizli üssü. Bütün kayıtları sakladım.

‘Her şeyi saklamış. Nasıl böyle iyi bir insan olabilir?’

“Hahaha!”

Cale uzun zamandır ilk kez çekinmeden gülebiliyordu.

Şu anda Kuzey İttifakını, Arm’ı ve diğer her şeyi unutmuştu.

Niye peki?

Cale üçüncü kattaki diğer üç odaya baktı. Bakışları beklentilerle doluydu. Hızla diğer üç odanın kapısını açmak için gitti.

– Mm, bunlar benim topladığım şeyler. İnsanlar onları kurtardığım için bana teşekkür edecek şeyler verdiğinde onların hepsini sakladım.

Gıııırc. Gıııırc. Gıııırc.

Üç kapı da açıldı ve Cale içeriyi görebiliyordu.

Cale tekrar elleriyle yüzünü ovuşturdu.

‘Çok mutluyum.’

Süper Kaya Muhafızın gelişigüzel topladığı şeylerin içinde mücevherler, altın paralar ve hatta bazı tuhaf eşyalar vardı.

‘Hobisi bir şeyler toplamak mıydı acaba?’

Cale, Muhafızın hobisini alkışladı.

“Sen gerçekten harikasın! Bütün bunları nasıl topladın?”

Şak. Şak. Şak.

Tozlu ama gösterişli villada bir kişinin alkışları yankılandı.

– Ahem, şey, sanırım biraz düzenli biriydim.

Cale, dördüncü kata doğru ilerlerken hayranlıkla alkışlamaya devam etti. Dördüncü katta, Henituse Malikânesinden bile daha gösterişli olan binanın kendisi dışında hiçbir şey yoktu.

Bu, beşinci kata çıkarken Cale’i mutlu etmeye yetmişti.

Beşinci katta sadece bir oda vardı.

– Bu benim odam.

Sadece bir oda olmasına rağmen, aralarında herhangi bir duvar olmadan birbirine bağlanan bir çalışma, bir yatak odası ve bir ofis de dâhil olmak üzere beşinci katın tamamını kapsıyordu.

Cale, odanın ortasında mermer bir sunak görebiliyordu. Cale’in beline kadar uzundu.

Sunak dümdüzdü ve üzerinde birçok güzel resim işlenmişti. Ayrıca, birçok mücevherle süslenmişti.

Ve o sunağın tepesinde…

“…Süper Kaya.”

Bir bebeğin yumruğundan daha küçük olan küçük bir kaya vardı.

Belli ki Korkunç Dev Taşıydı.

– Bu benim gücüm.

‘…Bu kadar kolay kazanabileceğim bir güç müydü?’

Cale, ‘Korkunç Dev Taşı’nı kazanmanın çok kolay olduğunu hissetti. Gücü kazanmak için tek yapması gereken o kayayı almaktı.

O anda, derin ses bağırmaya başladı.

– Benim gücümü mü kazanmak istiyorsun?

‘Evet?’

– O zaman çiğne!

‘Hmm?’

Cale, sunağa doğru yürümeyi bıraktı.

– Gücümü kazanmak kolaydır. Ancak benim gücüm sadece sen bir şeyi korurken devreye giriyor. Gücümün sadece adalet için kullanılmasını istiyorum!

Kadim gücün sahibi şiddetle bağırırken, kişi değişmiş gibiydi.

– Herhangi bir tehlike karşısında geri adım atmama iradesi!

– Adalet ve iyiliğin gücü dünyayı güvende tutan şeydir!

Süper Kayanın sahibi bağırıyordu.

– Çiğne onu! Bu taşı yersen bu gücü kazanacaksın!

Gerçekten onu çiğnememi mi istiyor?

Cale sunağa yaklaştı.

– Ama güç sadece iyilik için kullanılabilir!

Bu gücü kazanırsa sonunda her türlü can sıkıcı şeye sürükleneceğini söyleyen uğursuz bir sesti. Ancak Cale’in bunu yapmak gibi bir düşüncesi yoktu.

‘Yalnızca toprak elementine ihtiyacım var.’

Gücü kullanmadan sadece elementi kazanabilirdi.

Amacı buydu.

Cale taşı aldı.

– Çiğne onu! Çiğne onu!

‘…Tüm bu antik güç sahipleri tuhaf.’

Cale bir an düşündü.

‘Çiğnemeli miyim?’

Ancak, uzun süre tartışmak zorunda kalmadı.

– Benim gücümü alırsan sana bu villayı da vereceğim! Bu güce sahip olan kişi zaten benim varisimdir!

Cale taşı ağzına koydu ve çiğnemeye başladı.

Cale ısırdığı anda kaya patates cipsi gibi parçalara ayrıldı.

Boom.

Cale, içindeki güç yükselmeye başlamadan önce ayaklarının altında bir titreşim hissetti.

Kadim gücün sahibi konuşmaya başladı.

– Benim gücüm herkesin sahip olabileceği bir şeydir.

– Ancak, gücüm sadece belirli durumlarda kullanılabilir.

Sesi yavaş yavaş çok uzaklardan geliyormuş gibi gelmeye başladı.

– Kalkan ol.

– Koru.

– Kendini feda et.

– Bu, üzerinde var olan yaşam formlarına her şeyini veren yeryüzünün gücüdür.

***

Raon karanlığın içinden birinin onlara doğru geldiğini görebiliyordu.

“İnsan!”

Cale’di.

Raon anında Cale’e doğru uçtu.

“İnsan, insan! Toprağın gücünü sende hissedebiliyorum! Artık iyi olacaksın!”

Raon burnunu çekti ve hayranlıkla Cale’e baktı.

Eruhaben, Cale’e mutlu bir ifadeyle yaklaşmadan önce Raon’a iç çekti. Raon, ifadesi mutlu görünse de sesini yükseltti.

“İnsan! Aptalca şeyler yapmayı bırak ve şimdi kıtayı dolaş.”

“Raon.”

Cale, Raon’un sözünü kesti.

Raon, adını söyleyen Cale’e bakarken tuhaf bir şey hissetti.

Cale gülümsüyordu. Cale parlak bir şekilde gülümsüyordu.

“…İnsan, neden böyle gülüyorsun?”

Cale, Raon’a yanıt verdi.

“İnimi buldum.”

‘Hmm?’

Raon’un başı bir yana eğildi.

Cale üçüyle de konuşmaya başladı.

“Beni takip et. Eruhaben-nim, lütfen beni takip edin.”

Cale karanlığa geri döndü. Daha sonra yolun sonundaki alana gelen üç kişinin ifadelerini gözlemledi.

Raon, Cale’e bakmadan önce çoğu saraydan daha lüks görünen villaya baktı.

“…İnsan! Bu!”

“Bu bizim villamız.”

“İnsan, bunu ciddi olarak mı söylüyorsun?”

Cale başını salladı ve karşılık verdi.

“Evet.”

“Tamam!”

Raon heyecanla daire çizerek uçtu.

Cale, Eruhaben ile göz teması kurmadan önce Raon’a memnuniyetle baktı. Eruhaben gelişigüzel yorum yaptı.

“Şansın garip bir şekilde çok iyi.”

‘Görünüşe göre öyle.’

Cale’in bunu reddetmek için bir nedeni yoktu.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *