Ancak, Cale’in ürpermiş boynuna rağmen işler sorunsuz ilerledi.
– İnsan, hareketsiz durmak da eğlenceli.
Cale, Raon’un yorumuna hafifçe başını salladı.
‘Tabii ki. Hareketsiz durmak en iyisidir.’
Dağ dağdır ve su sudur. Cale, patikadan akan bir nehir gibi veliaht prens ile birlikte elçiyi takip etti. (Bu durumda neden kullanıldığından gerçekten emin olmadığım bir Budist söylemi.)
Doğal olarak, muhafızları rolünü üstlenen insanlar da onlarla birlikte hareket etti.
O anda, düşük rütbeli bir görevli onlara yaklaştı.
“Genç efendi Cale-nim, yakında ışınlanma çemberine geçeceğiz.”
‘Neden bana bunu söylemek için buraya kadar geldi?’
Cale, bu yetkilinin buraya gelip ona bunu söylemesini garip buldu ama yine de nezaketi için ona teşekkür etti.
“Anladım, haber verdiğin için teşekkür ederim.”
“Tabii ki. Bu yüzden majesteleri size öne çıkmanızı söylüyor.”
“… Affedersiniz?”
“…Affedersiniz?”
Cale sordu ve görevli karşılık verdi. Yetkili, şaşkınlık içinde gözlerini kırpıştıran Cale’e baktı ve konuşmaya devam etti.
“Umm, majestelerinden duymadınız mı?”
“… Ne hakkında konuştuğundan emin değilim.”
Hafifçe kızaran görevli ön tarafa baktı ve Cale’in bakışları da oraya yöneldi.
Arkalarında ana karakter olan veliaht prens ile elçiyi koruyan Şövalyeler Tugayı vardı. Alberu ve Cale göz teması kurdu.
Alberu parlak bir şekilde gülümsüyordu.
Cale irkildi.
“Genç efendi Cale, acele edin ve buraya gelin!”
Alberu acele etmesini işaret etti ve görevli, Cale’e bakarken söylediklerinde yanılmadığı için rahat bir nefes verdi.
“… Şimdilik oraya doğru ilerleyelim.”
Cale ve muhafızları yavaşça Alberu’ya yaklaştı.
Alberu, üst düzey yetkililer tarafından çevrelenmiş veliaht prens onu çağırmış olmasına rağmen, gelişigüzel bir şekilde ona doğru yürüyen Cale’e bakarken gülümsedi.
“… Majesteleri, beni mi çağırdınız?”
“Evet. Benimle ışınlanma çemberine gireceksiniz.”
Cale, Alberu’nun kibarmış gibi davrandığını görünce endişesini bastırdı ve sordu.
“Sarayın ışınlanma çemberine mi?”
“Hayır. Bu sefer kale duvarının yanındaki ışınlanma çemberine gideceğiz. Elçi alayını vatandaşlara göstermeyi planlıyorum.”
‘Haa, gerçekten mi?’
Alberu’nun aslında ne düşündüğü Cale’in zihninde barizdi.
Alberu, şu anda terör olayıyla ilgili soruşturmanın peşini bırakmayan veliaht prens olarak biliniyordu. Ayrıca dâhil olduğu her idari görev olumlu sonuçlar getirmişti. Böyle yetenekli bir birey bir de üstüne adalete odaklanmıştı.
O veliaht prens İmparatorluğun daveti üzerine yola çıkıyordu.
Gerçeği bulmak için yola çıkmıştı.
Yanında terör olayının kahramanı Cale Henituse vardı. Veliahtın bu olanları gizlice gerçekleştirmesine imkân yoktu.
Cale şimdiden sinirlenmeye başlamıştı.
Ancak Alberu, konuşmaya başlarken Cale’in ne düşündüğünü bilmiyormuş gibi yaptı.
“Vatandaşların Gümüş Kalkanlı Genç Efendi ile tekrar buluştuklarını görebileceğim! Hahahah!”
Gümüş Kalkanlı Genç Efendi. Kalkanlı Genç Efendi.
Cale bu lakaplardan nefret ediyordu.
Ancak Cale, bunun veliaht tarafından doğru bir hamle olduğu konusunda hemfikirdi. Alberu’ya cevap verdi.
“Sizinle kıyaslanamam, majesteleri, krallığımızın yıldızı. Öyle değil mi?”
Cale, başlarını sallayan diğer yetkililere bakarken saygılı bir şekilde sordu.
“Tabii ki. Majesteleri, söylediğiniz gibi krallığın yıldızı, genç efendi Cale!”
“Yıldız! Bu ifadeyi gerçekten seviyorum!”
Bu elçi grubunun yarısı Alberu’yu takip eden soylulardan oluşuyordu, diğer yarısı ise aslen tarafsız soylu hanelerden gelen diğer prensleri ve yetkilileri takip eden düşük rütbeli soyluların bir karışımıydı.
Alt rütbeli soylular ve tarafsız soylular, gücü artmaya devam ederken Alberu’ya karşı ihtiyatlı olmaktan kendilerini alamıyordular, bu yüzden her biri onun için en azından bir iltifat sözü eklediler.
Cale, Alberu’nun yüzündeki gülümsemenin seğirmeye başladığını izlerken yüzüne bir memnuniyet gülümsemesi oturttu. O sırada bir yetkilinin sesi kulağına ulaştı.
“Genç efendi Cale, majestelerinin çok değer verdiği birine benziyorsunuz.”
Bu yorumları duyduktan sonra birçok meraklı bakış ona döndü.
Cale Henituse, güç kazanmakta olan veliaht prensin bizzat çağırdığı adam. Bu adam, vatandaşların merak ettiği bir soyluydu.
İleride nasıl bir etkileşime gireceklerini bilemedikleri bir soylunun bu oğluna bakan her yetkilinin bakışı farklı anlamlar taşıyordu.
Cale sadece gülümsedi ve düşünmeye başladı.
‘İmparatorluğun başkentinde neyin lezzetli olduğunu söylemiştiler?’
Büyük bir şey yapacak olmalarına rağmen, Cale fazla iş yapmayı planlamamıştı.
Veliaht prens daha sonra elçi grubuna emretti.
“Hadi gidelim.”
Elçi grubu hareket etmeye başladı.
* * *
Cale, Gyerre bölgesine ulaşmak için ışınlanma çemberini kullandı.
“Pfft, ahem, ahem.”
Kahkahalarını tutmaya çalışan Alberu’yu görmezden geldi. Raon’un sesi Cale’in kafasında yankılandı.
– İnsan, kalkanının kopyası elinde olan çocuk muhtemelen iyi bir şekilde büyüyecek! O başarılı biri olacak!
Cale tekrar hızla gülümsemeden önce kaşlarını çattı.
Elçilik ve veliaht için yapılan tezahüratlar harikaydı. Ancak aralarında Gümüş Kalkanlı Genç Efendi için de bağıran sesler vardı.
‘Hiç unutmayacaklar mı?’
En kötü yanı, küçük bir çocuğun ‘Sizin gibi havalı bir insan olmak istiyorum genç efendi-nim!’ diye bağırmasıydı.
Babası onu daha iyi görebilmesi için havaya kaldırmıştı.
İkisi göz teması kurdu ve Cale bilinçsizce konuştu.
‘Eğer benim gibi olursan hiç havalı olmayacaksın.’
Çocuğun gözbebekleri titremeye başladı, Cale bir an ne söylediğini fark etti ve Alberu kahkahasını tutuyordu. Bir de gerginleşen çocuğun babası vardı.
Cale çocuğun babasına baktı ve aklına gelen herhangi bir şeyi söyledi.
‘Onun yerine baban gibi ol. Sadece ailen sana sarılıp böyle yukarı kaldırabilecek kadar havalı.’
Çocuk babasının havalı olduğunu duyunca heyecanlandı ve baba da bu sözlere duygulandı.
Elçiden sorumlu diplomat Daltaro, Cale’in yanıtından memnun kaldı.
Cale bundan sonra sustu ve ışınlanma çemberine giden alayı takip etti.
‘…Bu zordu.’
Amaçsız hareket etmek Cale’in hoşuna gitmiyordu.
Ancak artık bir amaç vardı.
Cale’in ifadesi saygılı, asil bir genç efendiye dönüştü.
Veliaht elçisine başlarını eğen bir grup vardı.
“Majesteleri veliaht prens ile tanışmak bizim için bir onurdur.”
Grubun önünde yaşlı bir kadın vardı.
Cale, onun Kontes Violan’ı hatırlatan, tek bir saç teli bile çıkmamış bir topuz halindeki beyaz saçlarını görebiliyordu.
Bu, Düklüğün kurucusunun neredeyse seksen yaşındaki kızı ve Düklüğün mevcut lideri Sonata Gyerre’ydi. Demir Kanlı Kadın ve Talihsiz Kadın olarak da biliniyordu.
‘Kocası, tek oğlu ve onun karısı suikaste uğradı.’
Eski Dük uzun bir süre yaşamıştı.
Bu nedenle, en büyük çocukları ellili yaşlarına gelene kadar halef tayini gerçekleşmemişti. Sonuç olarak, Marki Stan’in ailesinde olduğu gibi her türlü şey oldu.
Sonata’nın kocası, oğlu ve gelini bir araç kazasında ölmüştü. Sadece Sonata ve o sırada arabada olmayan torunu Antonio hayatta kaldı.
Antonio’nun doğumundan bir yıldan kısa bir süre sonra meydana gelen bu olay, ona Demir Kanlı Kadın takma adını veren şeydi.
‘Sonunda, halef olarak sadece Sonata kaldı.’
Kardeşlerinin en küçüğü olan Sonata, ayakta kalan son kişiydi.
Kalan tek varis olarak Düşes pozisyonuna yükseldi ve Stan ailesinin aksine, kalan soyunu benimsemeyi seçti.
Daha sonra Antonio’yu gelecekteki Dük olarak yetiştirdi.
“Uzun zamandır görüşemedik Düşes Gyerre.”
“Majesteleri, geçen yıl İmparatorluğu ziyaret ettiğinizden beri görüşmediğimize inanıyorum.”
Alberu, Sonata’nın sözlerine başını salladı ve Antonio Gyerre’e baktı.
Temiz ve düzenli görünüyordu.
Bu sözler Antonio’ya çok yakışmıştı. Antonio Alberu’ya doğru hafifçe eğildi.
“Sizi tekrar görmek bir onur, majesteleri.”
“Teşekkürler, genç efendi Antonio.”
Sonata, Antonio’yu işaret etti.
“Şimdi size ben rehberlik edeceğim, ama siz yarın yola çıkana kadar majestelerinden ve elçiden Antonio sorumlu olacak.”
Alberu gelişigüzel sordu.
“Görünüşe göre genç efendi Antonio yakında haneyi devralacak?”
Beyaz saçlı kadın gülümsemeye başladı.
“Bunu yapmak çok doğal değil mi?”
Gyerre bölgesi ikinci prensi destekliyordu. İşte bu bölgenin gelecekteki Dükü, veliaht prens Alberu’dan sorumlu olacaktı. Niyeti Antonio’ya önemli bir görev vermek ve bu süreçte veliaht prensle ilişkiler kurmaktı.
Ancak Gyerre ailesi hala ikinci prense olan desteklerini bırakmamıştı.
‘Dünya böyle işler.’
Cale, Düşes Gyerre’nin hareketlerini anlamıştı. Cale bakışlarını Alberu ve Düşes Sonata’dan çevirdi ve onun yerine Antonio’ya baktı.
‘Hmm?’
Sonunda Antonio ile göz teması kurdu.
‘Neden bana bakıyor?’
Cale nedenini bilmiyordu. Ancak Cale, merak dolu bir gülümsemeyle Antonio’ya baktı. Antonio gülümsemeden önce hafifçe irkildi.
– İnsan, neden yine öyle gülümsüyorsun?
‘Cevabı zaten biliyorken neden hep bunu soruyor?’
Cale, Raon’un sorusunu görmezden geldi ve Düşes Sonata’nın rehberliğinde hareket eden Alberu’ya baktı.
Cale, ışınlanma çemberinden yavaşça ayrıldı ve Gyerre Kalesine ilerlemeye hazırlandı.
Düşes tarafından refakat edilen veliaht prens dışında, elçi grubunun geri kalanından genç efendi Antonio sorumluydu.
Alberu’nun yanında bulunan yetkilileri selamladı. Doğal olarak Cale, geçit töreni için Alberu’nun yanında olduktan sonra bu görevlilerle birlikteydi.
“Genç efendi Cale Henituse, tanıştığımıza memnun oldum.”
Antonio Gyerre. Diğer yetkilileri selamladıktan sonra elini Cale Henituse’ye uzattı. Normal Antonio, daha düşük rütbeli bir aileden birini selamlamak için inisiyatifi ele almazdı.
Antonio, insanlara kendi kişisel standardına bağlı olarak puan verip ona göre hareket eden biriydi.
‘Bu açıdan, Cale Henituse geçer not aldı.’
Çöp olduğuna dair söylentilerin aksine, Cale geçen yıl başkentte görüştüklerinde oldukça asil görünüyordu.
Ayrıca kadim bir güce ve şöhrete sahipti.
‘En önemlisi, o veliaht prensin değer verdiği biri.’
Sinsi ilk prensin değer verdiği biri yetenekli olmalı. Antonio, büyükannesinden Alberu’nun yüzünde masum bir gülümseme olmasına rağmen, son derece kurnaz bir kişi olduğunu birçok kez duymuştu.
‘İlk prens ortalama bir insan değil. Antonio, ona tepeden bakarsan kaybedersin. Büyükannenin ne demeye çalıştığını anlıyor musun?’
Bu yüzden Antonio, Cale ile buluşmayı dört gözle bekliyordu.
Cale, Antonio’nun memnun olacağı bir şekilde tepki verirken Antonio’nun düşüncesini biliyor gibiydi.
Cale, Antonio’nun elini sıkarken kendinden emin ama saygılı bir tavır sergiledi.
“Genç efendi Antonio Gyerre, sizinle tanışmak bir onur. Krallığın güneybatı sınırını koruyan aileyle tanıştığım için çok mutluyum.”
“Hayır, asıl krallığı Karanlıklar Ormanından koruyan Henituse ailesinden biriyle tanışmak benim için bir onur.”
Cale Henituse, lidersiz Kuzeydoğu bölgesinin en güçlü ailesi olan Henituse ailesinin en büyük oğlu.
Güneybatı bölgesinin lideri Gyerre ailesinin varisi Antonio Gyerre.
Onlara bakan birçok bakış vardı, ancak aniden Cale’in etrafını saran üç şövalye, diğerlerinin ne konuştuklarını duymamalarına neden oldu.
Cale, Antonio’ya gizlice fısıldadı.
“Umarım bir şeyler içip sohbet etmek için biraz zamanınız vardır.”
“… Sohbet mi?”
Bakışları Cale’e doğru kayarken Antonio’nun gözleri bulutlandı.
Cale parlak bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Evet, eğlenceli bir sohbet.”
‘Gerçekten eğlenceli bir sohbet olacak. Sadece benim için ama.’
Cale, Antonio’nun ona bakışının biraz değiştiğini fark etti.
“Genç efendi Cale, duyduğumdan biraz farklısınız.”
“Hmm? Benim çöp olduğum dedikodularından mı bahsediyorsunuz?”
Antonio omuzlarını silkti ve Cale’in sorusuna cevap vermedi. Ancak Cale’e bakarken düşünmeye başladı.
‘İyi ve adil olduğunu söylemiştiler, ama görünüşe göre o da güç arıyor.’
En sonunda, soyluların hepsi aynıydı.
Antonio, onu varis olarak resmen ilan ettiğinde büyükannesinin ona söylediklerini hatırladı.
‘Antonio, gördüğüm soyluların hepsi birbirine benziyor. Hepsi kendi bencil sebepleri için hareket ediyor. Ama bunun sadece soyluların değil, insanların doğası olduğuna inanıyorum.’
Antonio sadece onun ifadesine yarım bir şekilde katıldı. Cale’e fısıldadı.
“Konuşmaya her zaman açığım.”
Antonio daha sonra Cale’in elini bıraktı. Cale de geri çekildi ve ikisi konuşmayı sonlandırdı.
Cale, uzaklaşan Antonio’ya baktı ve düşünmeye başladı.
‘Konuşmamız sırasında krallığı umursayan adil bir asil gibi davranmam gerekiyor.’
‘Bir Kahramanın Doğuşu.’
Romanda kötü adam olarak Marki Stan’in ailesi gösterilirken, Antonio Gyerre ne düşman ne de arkadaş olan biri olarak tanıtılmıştı.
Kişiliğinin sadece kısa bir açıklaması vardı.
Bir satır daha eklenmişti.
< Ancak, bunların hepsi onun bir soylu olmaktan gurur duymasından kaynaklanıyordu. >
Antonio karmaşık ama basit bir insandı.
Cale gülümsemesini bastırdı ve veliaht prens onu çağırana kadar kendisine ayrılmış odasında dinlenmeye gitti.
Alberu’nun odasının önünde duran şövalyeler vardı. Bu şövalyelerin hepsi gizli görevdeki Kara Elflerdi.
“Neden öyle gülüyorsun?”
“Ekselânsları.”
“… Neden birden bire bu tonda konuşuyorsun?”
Cale, dikkatli veliaht prensle nazikçe konuşmaya başladı.
“Majesteleri, tarafınıza biraz daha fazla sadık ast katsanız harika olmaz mıydı?”
Alberu, nihayet konuşmaya başlamadan önce Cale’i sessizce izledi.
“Kim?”
“Bu evin sahibi.”
Alberu, kayıtsızca eklemeden önce Cale’e bakarken bir süre düşünmeye devam etti.
“Konuyla ilgilen. Adımı istediğin gibi kullanabilirsin.”
“Evet efendim. Anladım. Başarılı olursam 7:3’lük bir bölünmeye ne dersiniz?”
Alberu bir iç çekti ve başını salladı.
“Bu evin sahibiyse bu kadarına değer. Bu arada…”
“Evet, majesteleri?”
“Mogoru İmparatorluğunun İmparatorluk Prensi muhtemelen senden haberdardır, değil mi?”
Cale kendinden emin bir şekilde başını salladı.
“Beni Gümüş Kalkanlı Genç Efendi ve Orman yangınını söndüren piç olarak tanıyor olmalı.”
Cale Henituse, Ormanın 1. Bölgesindeki yangını söndürürken kimliğini gizlememişti.
Ayrıca Roan Krallığının terör olayını da engellemişti.
“İmparatorluk Prensi seni beni karşıladığından daha dostça karşılamayacak mı sence?”
“Kesinlikle hayır.”
Alberu, Cale’in yanıtı üzerine içini çekti. Cale ile aynı fikirde görünmüyordu.
* * *
Birkaç gün sonra Cale, Mogoru İmparatorluğunun başkentine vardığında.
Alberu’nun beklentilerinin aksine, İmparatorluk Prensi en çok Cale’e özen göstermedi. En çok Alberu ile ilgilendi.
Ancak Cale, Alberu’dan sonra hemen ikinci sıradaydı.
“Oh! Sizin hakkınızda hikâyeler duydum! Sizin Roan Krallığındaki terör olayını önleyen genç kahraman olduğunuzu söylüyorlar!”
İmparatorluk Prensi, Cale’e büyük bir köpeği hatırlatan iri yarı bir adamdı.
Bu, Mogoru İmparatorluğunun İmparatorluk Prensi Adin’di.
“Sizinle tanışmak bir onur, majesteleri.”
“Evet evet. Dünyada sizin gibi bir kahramanın olduğunu bilmek beni mutlu ediyor!”
‘Mutluymuş, kıçım.’
Cale artık emindi.
Önündeki bu sosyopat piç, onu Alberu’dan sonra en büyük düşmanı olarak görüyordu. Cale bunu söyleyebilirdi.
– İnsan, gülümsüyor ama soğuk bir gülümseme gibi.
‘Aynen öyle.’
Cale, Raon’un değerlendirmesine katıldı. Ancak yine de Cale, utanmış ama adil bir birey gibi karşılık verdi.
“Hiç de bile. Ben bir kahraman değilim. Ben sadece herkesin yapacağını yaptım.”
İyi bir insan gibi davranan Cale, İmparatorluğun başkentine ilk kez gelmişti.