Bir insan ne zaman daha çok sinirlenir?
Güçlü bir şekilde tek bir yumruk tarafından darbe alınca mı yoksa sinir bozucu yumruklarla beş altı kez vurulduklarında mı?
Tabii ki ikincisi.
Cale vurulmadan önce beş yumruk atmıştı. Bu da demek oluyordu ki, bir yumruk yemek sorun olmayacaktı.
“Dışarı mı çıkıyorsunuz?”
“Evet.”
Çay dükkânında fazla insan kalmamıştı.
Akşam 9’u geçiyordu. Bu, çay dükkânlarındakinden daha fazla insanın barlarda olduğu vakitlerdi. Çukurlarda madencilik yapanların içki içmeye gittikleri zaman tam da bu vakitler olduğu için barlar şu an insanlarla dolu olmalıydı.
“Bir sonraki ziyaretinizi dört gözle bekliyorum, genç efendi.”
Cale, Billos’un sözlerini başıyla onayladı.
“Çay harikaydı.”
Cale düşüncelerini Billos ile paylaştı.
“Ve kitap, sadece yarısını geçmeme rağmen iyiydi. Özellikle yetenekleri takdir edilen ana karakteri ve gelişme şeklini beğendim.”
O anda Billos’un kaşları, normale dönmeden önce bir an çatıldı. Cale’i izlerken bulanık bir ifadesi vardı.
Ancak Cale kitabın içeriğini hatırlamaya çalıştığı için fark etmedi. Choi Han hakkında çok fazla endişelendiği için bu duruma çok ilgi gösterememişti.
Yine de kalbinde bu aciliyet duygusu varken okumaktan keyif almıştı.
Orijinal Cale’in bedenine sahip olmaktan kaynaklanan bir otomatik ayar olabilirdi, ancak Cale bu dünyanın dilini anlayabiliyordu ve kitabı okumak ve eğlenmekle ilgili hiçbir sorunu yaşamamıştı. Cale’in yüzünde, boş bir ifadeyle orada duran Billos’la konuşmaya devam ederken bir gülümseme oluştu.
“Başkasının o kitabı okumasına izin verme, böylece ne zaman gelirsem okuyabilecek olayım.”
Bu gerçekten de, başka birinin malını tekeline almaya çalışan Kont’un olgunlaşmamış oğluydu. Zengin bir tüccar loncasının piç oğlu Billos bundan hoşlanmayabilirdi ama ne yapabilirdi ki? Sonuçta Cale, Kont’un oğluydu.
“Evet! Bu kitabı sadece genç efendi Cale’in okuması için ayıracağım!”
Ancak Billos’un tepkisi Cale’in beklediğinden farklıydı. Billos, Cale’in yakında geri dönmesini temenni ederken pırıl pırıl gülümsedi.
“Lütfen kısa süre sonra tekrar gelin genç efendi. Sizin için bekliyor olacağım.”
“Yani, neden olmasın.”
Cale gitmek istemiyordu ama Choi Han’la karşılaşabilmek için oradan ayrılmak zorunda kaldı. Kapıdaki zil bir kez daha çaldı ve Cale gittikten sonra aniden çay dükkânının içindeki sesler yükseldi.
Ancak çay dükkânının dışı, içeriden çok daha yüksek sesliydi. Bu bölge başkentten uzak olsa da, birçok sanatçının burada ikamet etmesi ve özel bir şarap türüne sahip olması burayı popüler bir mekân haline getiriyordu. Madenlerde geçen uzun bir günün ardından dinlenmek isteyen madencilerin yanı sıra turist olan bu kişiler de içkiye içmeye çıkmışlardı.
Cale o sokakta tek başına yürüdü.
‘Düşünürsek, gerçekten garip birisi.’
Normalde fantezi veya aksiyon temalı romanlarda, ailenin çöpleri haydutlarla veya kötü kalabalıklarla takılma eğilimindedirler. İçki içerler, kadınlarla yatıp kalkarlar ve sokaklarda veya dükkânlarda kargaşaya neden olurlar.
Komik olan, Cale Henituse’un aslında haydutlardan ve dolandırıcılardan nefret etmesiydi. Aslında onları küçümserdi.
‘Hepsinin pislik olduğunu düşünüyordu.’
Onun için tüm pisliklerin en beteriydiler. Daha iyi bir gelecek için umudu olmasa da buna rağmen çok çalışan ve çabalayan vatandaşlardan olmak çok daha iyiydi.
Bu yüzden sarhoşken insanları hiç dövmezdi ama gördüğü haydutlara bir şeyler fırlatmakla ilgili hiçbir sorunu yoktu. Yani, bir şeyler fırlatmaya çalışırdı da diyebilirdik çünkü sarhoşken hedef alma yeteneği berbattı.
Belki de nedeni buydu.
“Aigoo, genç efendi, siz mi geldiniz?”
Barın sahibi Cale’den aşırı derecede korkuyordu. Çünkü bir gün, Cale oturduğu yerden içki içerken etraftaki neredeyse her şeyi kırmıştı. Aslında, Cale muhtemelen Western şehri barlarının kara listesinde bir numaradaydı.
Bar sahibinin selamlamasına cevap vermedi ve ona bir altın para attı.
“Her zamankinden getirin. Oh, ve kızarmış tavuk göğsü. Üzerine tuz koymayın.”
“Affedersiniz? Eee, önce bir yere oturmak istemez misiniz?”
Cale kaşlarını çatmaya başladı. Adam hemen ellerini salladı ve başını eğdi.
“Hemen! Hemen getireceğim!”
Bar sahibi hızlı hareket ediyordu, ama mutlu olmuş gibiydi. Çünkü Cale oturmayı planlamıyormuş gibi görünüyordu. Cale içeri girdiğinde sessizleşen bara baktı. Herkes onun bakışlarından kaçarak başını çevirdi. Şehirdeki tüm barlardan bu barı neden seçmek zorunda kaldığını merak ediyorlardı. Bardaki haydutlar ve dolandırıcılar şu anda son derece gergindiler.
“tch”
Cale’in dilini cıklama sesi bardaki sessizlikte kolayca duyulabiliyordu.
“Genç efendi, işte istediğiniz siparişler.”
“Harika.”
Cale şişeyi ve tavuk göğsüyle dolu torbasını aldı. Bu en sık tükettiği alkoldü. Muhtemelen bu bardaki en pahalı içkiydi. Hiç pişmanlık duymadan şişeyi aldı ve barı terk etti.
Cale hemen şişeyi açtı ve bardan çıkar çıkmaz şişenin yarısını içti.
Ah.
İçkinin tadı oldukça iyiydi. Cale’in alkol toleransı yüksek olduğundan, şişenin yarısını bir anda içmesi onu hiç etkilemedi. Kolayca kızarırdı ve bu yüzden insanlar alkolün onu kolay etkilediğini düşündürdü.
Cale, elindeki şişeyle hızla yürüdü.
Bütün gün içinde kaldığı çay dükkânının önüne geri döndü ve onu gördükten sonra şehrin girişindeki gardiyanların kaskatı kesildiğini fark etti. Onların böyle davrandığını görmek onun kapıdan çıkmak istemesine neden oldu, ama ne yazık ki, gideceği yer orası değildi.
“Ah, sıcaklamaya başladım.”
Cale, içmeye devam ederken ısındığını hissetti. Çok uzak olmayan şehir surlarına ulaşana kadar biraz daha yürüdü. Şehrin giriş kapısından başlayan yüksek şehir duvarı, olası davetsiz misafirlere karşı savunma yapma amacına hizmet ediyordu.
‘Bu kişisine göre değişir tabii.’
Cale kitaptaki bilgileri hatırladı.
‘Şehir kapısından yaklaşık olarak 100 adım ileride.’
Choi Han’ın şehir duvarının üzerinden atladığı yer orasıydı. Cale, hızla oraya doğru koşarken elindeki şişeyi sıktı. Tenha bir bölge olduğu için sokaklarda çok fazla insan yoktu.
Cale hesaplanan yere vardığında derin bir nefes aldı.
Şehir kapısından tam 100 adım uzaklıktaydı. Yerleşim bölgesinin bir köşesiydi, bu yüzden gardiyanların duvarın üstüne koyduğu meşaleden ve konutların pencerelerinden çıkan ışıklardan başka bir ışık yoktu.
Ama bu yine de yeterince aydınlık sağlıyordu. Cale, gözlerinin karanlığa alışmasına izin verdikten sonra yavaşça hedefine yaklaştı.
‘Tam da beklediğim gibi.’
Şehir duvarının altında kıvrılmış bir şey görebiliyordu. Aslında birden çok şey vardı.
Soğuk yüzünden titreyen hassas görünümlü şeyler. Cale konuma doğru yürümeye devam etti. Kıvrılmış yaşam formlarının seslerini duyabiliyordu.
“Miyav miyaaavv.”
Şehir duvarının altında kıvrılmış halde duran iki kedi miyavlıyordu. Cale gülümsemeye başladı.
‘Tam da burası.’
Doğru yeri bulmuştu. Choi Han duvarın üzerinden atladığı anda, bir yavru kedi, mahallenin alfa kedisi tarafından hırpalanıp şehir duvarının kenarına itiliyordu. Choi Han, kedinin üstüne düşmemek için vücudunu hızla büküyordu. Bu, tesadüflerin büyük rol oynadığı bir dünyaydı.
‘O gerçekten iyi bir adam.’
Choi Han, yavru kediye zarar vermemek için beklenmedik bir şekilde vücudunu büktükten sonra bileğini burkuyordu. İlk defa onlarca insanı öldürüp köylülerin cesetlerini gömdükten sonra Western şehrine ulaşmak için deli gibi koşmuştu. Vücudu, böyle bir hareket yaptıktan sonra onu düzgün bir şekilde yere inmesini sağlayamayacak şekilde sınırına ulaşmıştı.
“Miyaaaavvv miyaaaavv.”
Cale kıvrılan ve titreyen kediye ve titreyen kediyi yalayan, kardeşi gibi görünen diğer kediye baktı. Sonra bakışlarını çevirdi.
Durduğu yere yakın sokaklardan birine bakmak için döndü. Onu görebiliyordu.
‘İşte onu buldum.’
Kenar mahallelerde yaşayan evsizlerden biri gibi görünürken acı içinde yüzünü buruşturan adam. Cale, düzensiz siyah saçları ve eski ve yanmış elbiseleri görebiliyordu.
Romana göre, Cale ve Choi Han yarın karşılaşacaktı. Bu gece Cale’in sarhoş olduğu ve yan tarafına yara izi aldığı geceydi. Her ne kadar ufak tefek detaylar olsa da işler çoktan romanda olduğundan farklı şekilde ilerliyordu.
Cale, kedi yavrularına bakmak için çömelmişken ayağa kalktı. Choi Han, birkaç dakika öncesinden Cale’in bakışlarını hissetmiş olmalı, yavaşça başını kaldırdı ve gözleri düzensiz siyah saçlarının altından Cale’e odaklandı.
‘Kahretsin, titriyorum.’
Cale kalbinin deli gibi attığını duyabiliyordu.
Tam olarak görülemeyecek kadar karanlık olmasına rağmen, Cale’in, Choi Han’ın saçlarının arasından görebildiği gözleri aşırı derecede soğuktu.
Cale, içmeyi seçmesinin iyi bir fikir olduğunu düşündü.
Böylesine akıllıca bir karar aldığı için kendisini tebrik etti ve olabildiğince sakinleşti. Bir yumruk atması ve iyi bir ilk izlenim bırakması gerekiyordu.
Cale, kendisine bakan Choi Han’la konuşmaya başlamadan önce derin bir nefes aldı.
“Açmış gibi görünüyorsunuz.”
Cale dilini cıkladı ve çantadan tavuk göğsünü çıkardı. Sonra son derece nazik bir hareketle Cale, kızarmış tavuk göğsünü Choi Han’a değil, yavru kedilere ikram etti.
“Zavallı şeyler. Devam edin ve yiyin.”
Cale, yavru kedilerin bu kadar küçük olacağını düşünmemişti. Yine de tavuk göğsünü yiyebileceklerini umuyordu. Kedilerin daha iyi yiyebilmesi için tavuk göğsünü parçalara ayırırken dilini cıkladı.
Burada çömelip bu yavruları besleyerek ne halt ettiğini merak ediyordu.
Dürüst olmak gerekirse, Cale kedileri sevmezdi. Bununla birlikte, Choi Han küçük hayvanlara değer verirdi.
Yaralı kedi, Cale’in kedilerden hoşlanmadığını anlamış olmalıydı ki dişlerini gösterip hırlamaya başladı ama Cale yavru kedinin altın gözlerine bakarken gümüş kürkünü sevmeye başladı. Yavru kedi bundan hoşlanmamış olmalıydı çünkü Cale’in elinden kaçmak için her şeyi yapıyordu.
“Zavallı şeyler. Bunu yiyin ve hemen iyileşin.”
Bunu söylerken Choi Han’a bakmadı bile ancak Choi Han’ın kesinlikle ona baktığını düşünüyordu.
“Gidecek bir yerin var mı?”
Bir yanıt duymadı. Ancak Cale konuşmaya devam etti. Gardiyanlar yakında bu bölgede devriye gezmeye gelecekti ve Choi Han, gardiyanlardan kaçınmak için topallamaya başlamadan önce harekete geçmesi gerekiyordu.
“Ya da kalacak bir yer?”
Cale, hırıldayan altın gözlü gümüş tüylü kediyi okşadı ve soru sorarken ona saldırmaya çalışan kırmızı kediyi itti. Kırmızı kedi bir sebepten dolayı Cale’e saldırmaya çalışıyordu. Karanlıkta bile parlak bir şekilde parıldayan diğer kardeşinin gözleriyle aynı altın gözler ona odaklanmıştı.
Ancak Cale’in Choi Han’a odaklanması gerekiyordu.
“Aç mısın?”
Hâlâ yanıt gelmiyordu. Cale de zaten bunu bekliyordu.
Choi Han şu anda muhtemelen onu gözlemliyordu ama bir yandan dinlenmek de istiyordu.
Hem vücudu hem de zihni sınırlarına ulaşmıştı. Ayrıca geçen gün büyük bir şok yaşamıştı. O küçük köyün köylüleri dışında hiçbir insan teması olmadan tek başına yaşayan Choi Han gibi biri için Western şehri ona tamamen yabancıydı. Şimdiden onlarca yıl yaşamış olabilirdi ancak zihnen hala gençti.
“Hiçbir şey söylemeyecek misin?”
“…Benimle neden konuşuyorsun?”
Choi Han sonunda Cale’in zayıf olduğuna karar vermiş görünüyordu.
Choi Han şu an çok yorgun ve bitkin olmasına rağmen Cale kolayca öldürebilecek kadar zayıftı. Bu yüzden Cale’in ona niye iyi davrandığına dair hiçbir fikri olmadığı halde onun iyi niyetini kabul etmenin uygun olacağını düşündü.
Cale ayağa kalktı ve Choi Han’a doğru yürüdü. Gardiyanlar yakında devriye gezerken bu yerden geçecekti.
“Hey.”
Yaklaştığında Choi Han’ın durumunu daha iyi görebiliyordu. Berbat bir haldeydi. Ancak, belki de ana karakter olduğu içindi ki, gözleri açıktı. Choi Han’ın Koreli olduğunu gösteren siyah saçı ve siyah gözbebekleri aslında oldukça güzeldi. Cale bu yüzden Choi Han’la normalmiş gibi konuşurken gülümsedi.
“Beni takip et. Seni besleyeceğim.”
En iyi ilk izlenimi bırakmak için lezzetli yemekler sunan kişi olmak, iyi bir seçenekti.
Translator: Yasemin
Bölüm çok güzeldi. Teşekkürler💐