Cale ciddi görünüyordu. Çünkü zihni her zamankinden daha karmaşıktı.
‘… Henituse ailesi gerçekten bir Marki olursa……!
Hayır, eğer bir Dük ailesi olursa!’
Zengindiler, deniz kuvvetlerinde en güçlü etkiye sahiplerdi ve Dük mü yoksa Marki mi unvanına sahip olacaklardı? Bunu düşünmek, Cale’in tembel hayatının bir illüzyona dönüştüğü ve ona veda ettiği hissine kapılmasına neden oldu.
‘Hayır, olmaz.’
Roan Krallığının soyluları, bir hanenin para, güç ve şeref sahibi olmasına izin vermek için çıldırmış olmalıydı. Ayrıca, veliaht prens Alberu Crossman ne kadar akıllıydı? O kişi Cale’e ne kadar güvenirse güvensin, ailesinin güçlenmesi için onları zorlayacak kadar mıydı bu güven?
“Genç efendi-nim, iyi misin?”
Cale döndüğünde Witira’nın yüzünde garip bir ifadeyle ona baktığını gördü. Konuşmaya başlamadan önce bir süre düşündü.
“… Genç efendi-nim, neden tüm bunları reddediyorsun?”
Cale Henituse gibi saygın bir konumu, unvanı ve onuru reddeden birini tuhaf bulmuştu.
“Neden olacak?”
Cale kaşlarını çatarak homurdandı.
“Böyle şeyler can sıkıcı. Zaten yapacak çok şeyim var.”
Beyaz Yıldız p*çinden kurtulduktan sonra yapacak çok işi vardı. Takım lideri Lee Soo Hyuk’a verdiği söz nedeniyle tembelken bile çiftçilik yapmaya ihtiyacı vardı.
Çiftçilik kolay bir iş değildi. Kim Rok Soo, hayatı boyunca şehirlerde yaşamış biriydi. Çiftçilikten çok Doğu kıtasının ‘Umut ve Macera Seven Hanı’nda garsonluk yapmak gibi bir işe alışıktı.
‘Benim bir de çiftçilikle ilgili araştırma yapmam gerekiyor.’
Bir tarla oluşturacak ve çiftçiliğe başlayacaksa, bunda kötü bir iş çıkaramazdı. En azından çiftçilik hakkında temel bilgilere sahip olması gerekiyordu.
‘Çocuklar beni izliyor olacak.’
Ortalama dokuz yaşında olan çocuklar, Cale’in yanında onun çiftçiliğini izliyor olacaktı. Cale onlar izlerken çiftçiliği yarım yamalak yaparsa ne olurdu? Tohumları atsa ve tarlayı hiç umursamasa?
Cale çocukların eğitimine yardım etmeyi umursamıyor olabilirdi ama o bile böyle bir şey yapmazdı.
Oynamaya, yemek yemeye, dinlenmeye, uyumaya ihtiyacı vardı ve şimdi tembel hayatına kavuştuğunda çiftçilik de yapması gerekiyordu. Zaten çiftlik yüzünden dinlenmeye vakti olmayacağından endişeliydi, o durumda saygın bir konum kimin umurundaydı? Unvan mı? Bunların hiçbirine ihtiyacı yoktu.
Witira derin derin bir şeyler düşünüyormuş gibi görünen Cale’e doğru konuşmaya başladığında içini çekiyor gibiydi.
“…Genç efendi-nim, Beyaz Yıldızın icabına bakmak gerçekten zor ama yine de almanız gereken şeyleri almalısınız.”
‘Hmm?’
Cale, Witira’nın davranışlarından bir şeyler hissetti. Onu yanlış anlamış gibiydi, kendini feda etmek isteyen biri olduğunu düşünür gibi bir bakışla ona bakıyordu. Cale o bakışı değiştirmek için konuşmaya başladı.
“Beyaz Yıldızdan bahsetmiyorum. Bugünden bahsetmiyorum, gelecekten bahsediyorum.”
“Gelecek mi?”
“Evet. Gelecekte çiftçilik yapmam gerekiyor.”
‘Mm, evet gerçekten, başlarken küçük bir tarla olacak ve büyümesi kolay ekinler ekeceğim.’
“… Çiftçilik?”
“Evet. Beyaz Yıldızdan kurtulduktan sonra yapacak başka ne var? Ben sadece Karanlıklar Ormanına dönüp sakin bir hayat yaşayacağım.”
Bunu düşünmek bile Cale’i mutlu ediyordu. Harris Köyündeki villa, Karanlıklar Ormanındaki Süper Kaya Villası, Sheritt ve Raon’un şatosu. Böyle göz kamaştırıcı yerlerde sessizce yaşamak, hayallerinin tembel hayatıydı.
“…Karanlıklar Ormanında sessizce yaşamak mı?”
“Evet. Ne düşünüyorsun? Kulağa harika gelmiyor mu?”
Cale, bu mutlu geleceği düşünürken gülümsemeye başladı. Sonra kuzey okyanusunun kıyısına doğru baktı.
‘Doğu kıtasındaki hanın kazancını emekli maaşım olarak kabul edip rahat bir hayat yaşayacağım. Kulağa harika geliyor!’
Cale rahatlamış görünüyordu. Ancak Witira ona bakarken kaşlarını çatmaya başladı. Ne söyleyeceğini bulamıyordu.
Karanlıklar Ormanı. O orman nasıl bir yerdi?
Batı kıtasındaki en tuhaf ve en güçlü canavarların bulunduğu yerdi, bu yüzden yanında bir Ejderha varken bile tetikte kalması gerekecekti.
Henituse bölgesinin Karanlıklar Ormanını bölgenin geri kalanından ayırmak için büyük bir taş duvar oluşturmasının nedeni bu değil miydi?
Dahası, Henituse ailesi nesiller boyu Roan Krallığını Karanlıklar Ormanından koruyan muhafızlar olarak biliniyordu. Beyaz Yıldızı yendikten sonraki dünya. O dünya, Cale’in bahsettiği gibi, krallıklar veya farklı Canavar insan kabileleri arasındaki savaş dışında huzurlu olurdu.
‘Ama öyle bir dünyada, genç efendi Cale…
Dünyayı korumak ve barış içinde yaşanmasını sağlamak için tüm unvanları ve konumları bir kenara atıp tehlikeli Karanlıklar Ormanında mı kalmak istiyor?’
Hayır. Hepsi bu kadar da değildi.
‘O tehlikeli Karanlıklar Ormanında çiftçilik yapmak mı istiyor? Orayı dünyanın yararına olacak bereketli bir ülkeye dönüştürmek istediğini mi söylüyor? Bunu başkaları bilmeden, karşılığında herhangi bir zenginlik veya onur istemeden sessizce yapmak mı istiyor?’
Witira hüsrana uğramış hissetti. Daha sonra yanında birinin sessizce mırıldandığını duydu.
“…Gerçekti.”
Sessiz ama tutkulu ses, konuşmacıya doğru bakmasını sağladı. Witira, Clopeh’nin tuhaf bir ifadeyle Cale’e baktığını görebiliyordu.
Clopeh yumruklarını sıktı.
‘Nihayet!’
Clopeh sonunda Cale Henituse hakkında bir şeyler anlamıştı.
Clopeh şimdiye kadar Cale’in aptal mı yoksa akıllı mı olduğunu söyleyememişti.
Cale bazen duygusal bir aptal gibi davranırken, diğer zamanlarda Clopeh’ye bir kukla gibi soğuk davranıyordu.
Ancak Clopeh, Cale’in aptal mı yoksa zeki mi olduğunu neden anlayamadığını şimdi anlıyordu.
‘O benden farklı.
Cale Henituse, bu adamda açgözlülük yok.’
Cale her zaman açgözlü biri olduğunu iddia ederdi, ancak açgözlülüğünün hedefleri zenginlik, onur ya da güç değildi.
Bu çok daha büyük bir açgözlülüktü. Clopeh’nin hayal etmeye cesaret edemediği bir şey için açgözlüydü.
‘…Onun açgözlülüğü barışçıl bir dünya yaratmaktı!’
Clopeh, Cale Henituse’nin her şeyi bir kenara bırakıp Karanlıklar Ormanında çiftçilik yapmak istediğini duyduktan sonra onun kibirli açgözlülüğünü fark edebildi.
‘O kişi inzivada yaşamayı seçiyor çünkü kendisinin de dünyayı tehdit eden bir varlık olmasını istemiyor!’
Beyaz Yıldızın olmadığı bir dünya. Böyle bir dünyada en güçlü grup ne olurdu? Bu grubun lideri kim olacaktı?
Hem Doğu hem de Batı kıtasında en büyük etkiye sahip olan kişi kim olurdu?
Cale Henituse olurdu. Bilge Cale Henituse bunu bilmez miydi?
‘Eminim çok iyi biliyordur.’
Bu nedenle Cale Henituse, dünya barışı adına dünyada daha fazla kaos oluşmasını önlemek için inzivaya çekilecekti.
‘Ancak, başka bir Beyaz Yıldız veya benim başlattığım Yenilmez İttifaka benzer bir grup yeniden ortaya çıkarsa-!’
Cale Henituse yeniden dış dünyaya dönecekti. Bu ulaşılamaz dünya barışı arzusunu yerine getirmek için geri dönecekti. Bu açgözlülük o kadar büyüktü ki, Clopeh yalnızca Cale Henituse’nin açgözlü olmadığını söyleyebilirdi. Açgözlülük kelimesiyle doğru bir şekilde tanımlanabilecek bir şey değildi.
‘…Gerçekten bir efsane olacak.’
Clopeh’nin tüm vücudunu garip bir tutku duygusu sardı. Soruları kaybolurken ve her şey yerli yerine oturmuş gibi görünürken, Clopeh’nin zihnini yalnızca tek bir düşünce doldurdu.
‘Cale Henituse son derece korkunç bir insan.’
Clopeh Sekka da bir efsane olmayı hayal ediyordu. Ancak o rüya kendisi içindi. Ama biri yürürken kendini silmeye razıysa…
‘O gerçek.’
Ardından bakışları Cale’den diğerlerine kaydı. Choi Han’ı görebiliyordu. Choi Han kıkırdıyordu ve Cale’e ‘senin için yapabileceğim hiçbir şey yok’ türünden bir ifadeyle bakıyordu.
‘…Cale Henituse’nin, gerekirse onunla inzivaya çekilecek ve yanında dünyanın bir ucuna seyahat edecek son derece güçlü müttefikleri var.
Bu korkutucu. Bu çok korkutucu.’
Clopeh hem korkuyu hem de zevki aynı anda hissetti.
‘Ben de Cale Henituse’nin tarafındayım.’
Dudaklarının kenarları olabildiğince yukarı kıvrıldı. Ardından, Cale’in etkilendiği başka bir güçlü kişiye baktı.
“Genç efendi-nim, hayalin, umarım gerçek olur.”
Witira hayal kırıklığını bastırdı ve yorum yaparken gülümsemek için elinden geleni yaptı. Cale ona gülümsemeye çalıştı ama başaramadı.
“Karanlıklar Ormanında yarattığın verimli ve geniş tarlanın her yıl mahsulle dolu olması için dua edeceğim.”
Cale kaşlarını çatmaya başladı.
‘Bu Balina ne diyor?! Geniş alan?! Geniş bir alandan kim söz etti?!’
Cale karşılık vermek için ağzını açtı. O anda oldu.
Pfft.
Birinin kıkırdadığını duydu.
“Sadece küçük ölçekli bir çiftçilik. Geniş bir alan değil.”
Choi Han, Witira’ya cevap verirken ve bir soru sormak için Cale’e dönerken yüzünde saf bir gülümseme vardı.
“Öyle değil mi Cale-nim?”
Cale, Choi Han’ın ona acıyan bir bakışla soru sorduğunu görebiliyordu. Kim Rok Soo ne zaman saçma sapan konuşsa akranlarının ona attığı acınası bakışın aynısıydı.
Bu onu rahatsız hissettirdi ama Cale başını salladı ve onayladı.
“Kesinlikle. Gerçekten de küçük ölçekli çiftçilik.”
– İnsan! Tarım mı yapıyoruz? Neyi büyüteceğiz? Tarlayı sihirle sulayacağım! İnsan, Choi Han gochujang ve doenjang yapmak için acı biber ve fasulyeye ihtiyacımız olduğunu söyledi! Önce onları büyütelim!
Heyecanlı Raon’u dinlemeye devam ederken Cale’in ifadesi metanetli bir hal aldı. Ancak Raon’u duyamayan Witira ve Clopeh, gülmemek için büyük çaba sarf eden Choi Han, Cale’in yüz ifadesinin değiştiğini görünce farklı şeyler düşünmeye başladılar.
Choi Han, Choi Jung Soo’nun anılarını görmüştü. 25 yaşındaki Choi Jung Soo, meslektaşı ve aynı yaştaki arkadaşı Kim Rok Soo ile Seul’ün A Bölümünden sorumlu Kore’nin en büyük loncasının lideriyle görüştüğünde olmuştu.
Lonca lideri o sırada Kim Rok Soo’ya bir teklifte bulunmuştu.
‘Kim Rok Soo, neden bizim loncamıza girmiyorsun? Senin yeteneklerini çok iyi buluyorum. Sana en iyi muameleyi göstereceğiz.’
‘Ama istemiyorum.’
‘…Neden diye sorabilir miyim?’
‘Tembel hayat yaşayacak kıvama ulaşana kadar bu şirkette çalışmayı planlıyorum.’
‘Ne? Sana cüzi bir maaş veren ve sana hiçbir şekilde ün kazandırmayan o şirkette çalışmaya devam mı edeceksin?’
‘En azından emekli olunca benimle ilgilenirler.’
‘… Ho, emekli olana kadar sessizce orada mı çalışacaksın?’
‘Muhtemelen sessizce değil, ama hemen hemen, evet?’
‘Ho!’
O lonca lideri, iç geçirip kendi kendine mırıldanırken başını sallamıştı.
‘…Ne harika bir zihniyet.’
Kim Rok Soo, o lonca liderine garipmiş gibi bakmıştı. Choi Han, o sırada Kim Rok Soo’ya bakarken Choi Jung Soo’nun duygularını hatırladı.
‘Kim Rok Soo, bu p*ç, yine böyle. Ve o lonca lideri tembel olmak istediğini söylediğinde bunu anlamış olmalıydı, peki neden bu saçmalıktan bahsediyor? Takım lideri ve Kim Rok Soo, ikisi de birbirine çok benziyor, ahh ahhh.’
Choi Jung Soo’nun duyguları buydu. Choi Han, şu anda Cale, Witira ve Clopeh’ye bakarken Choi Jung Soo’nun duygularını anlıyordu.
Eli Cale’in omzuna vurdu.
“Ne istiyorsun?”
Cale ona homurdanan bir ifadeyle baktı ve Choi Han yüzünde saf bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Çiftçilik yapmanıza yardım edeceğim.”
‘…Bu p*ç, hayır, bu kişi, Choi Han, neden böyle davranıyor?’
Cale konuşmaya başladığında şaşırmıştı.
“Şimdilik Mary’yi görmeye gidelim.”
Cale, Raon ve Choi Han, Batı kıtasının yasak bölgelerinden biri olan Ölüm Diyarına doğru yol alırken, kısa süre sonra arkalarında somurtkan bir Witira ve tutkulu bir Clopeh bıraktılar.
***
Üç gün sonra Cale, Rosalyn onun gidişini izlerken ışınlanma çemberine adım attı.
– İnsan! Hemen arkanda olacağım! 1 dakika sonra görüşürüz!
“Tebrikler, genç efendi-nim! Choi Han ve Mary de yakında yanınıza gelecek!”
“…Tamam.”
Cale zayıf bir şekilde karşılık verdi ve ışınlanma çemberinden gelen parlak ışık kısa süre sonra görüşünü kapladı. O sırada Rosalyn’in parlak sesini duydu.
“Dük mü yoksa Marki mi olacağını bilmiyorum ama umarım bir Düktür!”
‘Kahretsin!’
Cale gözlerini kapattı ve ışınlanmanın onu Roan Krallığının başkentindeki Henituse konutuna götürmesine izin verdi. Ölüm Diyarının Yeraltı Şehrinde, Beyaz Yıldızla başa çıkmak için bir plan yapmaya çalışırken Kont Deruth’tan bir telefon almıştı.
Kont Deruth, geçen sefer veliaht prensin bahsettiği meseleden bahsederken ışıl ışıl gülümsüyordu.
‘Cale, uzun zaman oldu, başkentte görüşelim. Senin için uygun mu?’
Cale kesinlikle orada olacağını söyledi.
‘…Ben orada olmasam bana ne olacağını kim bilebilir?’
Hiçbir şey olmadığından emin olması gerekiyordu. Tüm tören, Cale Henituse hiçbir şey almadan geçmek zorundaydı. Cale, bunun gerçekleştiğinden bizzat emin olmaya karar vermişti.
Paaaaaaaaat!
Parlak ışık gözlerini kör ederken kararlılığını bir kez daha pekiştirdi. Kesinlikle bir tembelin hayatına bir adım daha yaklaşmasını sağlayacak bir şey yapacaktı.
***
“Hyung-nim.”
Işınlamadan gelen ışık kaybolduktan sonra gözlerini tanıdık bir yerde açtı.
– İnsan! Buradayım!
Henituse ailesinin başkent konutunun son iki yılda pek değişmemiş olan yer altı eğitim alanına bakarken kafasında Raon’un sesini dinledi.
“Hoş geldin hyung-nim.”
Onu karşılamaya gelen Basen bile değişmemişti.
“Teşekkürler Basen. Uzun zamandır görüşemedik.”
Basen, Cale’i karşılamaya gelen tek kişiydi. Başka kimse yoktu. Lily, babası ve annesinin çoktan başkentte olduklarını duyduğu için bu tuhaftı.
‘Hepsi meşgul mü?’
Cale’in bunu düşündüğü kısa sürede…
“Hyung-nim.”
Cale ve Basen göz teması kurdu.
“Seni çok uzun zamandır bekliyorum.”
Zayıf ama inatçı görünen çocuk, Cale’e tutkulu bir bakışla bakıyordu.
‘Onun nesi var?’
Cale, Basen’in tuhaf davrandığını düşündü. Ancak çok geçmeden kendini sakinleştirdi. Bu yer altı eğitim sahasında Basen’den başka kimsenin olmamasının daha iyi olacağını düşündü.
“Basen.”
Basen, adını duyduktan sonra doğrudan Cale’e baktı. Cale’in yaptığı her şeyi ve şu anda onun hakkında yayılan söylentileri duymuştu.
Basen aniden, bu evde yaşamaya geldikten yaklaşık bir ay sonra ona acıyan bir ifadeyle bakan genç Cale Henituse’u hatırladı.
‘Sen Henituse ailesinin bir parçasısın. Bunu hatırla. Nereye gidersen git, soyadın Henituse, anladın mı? Babamın ne dediğini hatırlamıyor musun? Aptal değilsen beni dinle. Ne olursa olsun, insanlara içinde Henituse kanının aktığını söyle.’
‘Nasıl…’
‘Kapa çeneni ve dediğimi yap. Aksi halde bu evde yaşayamazsın. Kuzenlerin ve diğerlerinin seni rahat bırakacağını düşünüyor musun? Aptal gibi mi davranacaksın?’
Hyung-nimi hayatını bir çöp olarak yaşarken bile yumruğunu ona doğru hiç kaldırmamıştı, sadece ona bir yabancıymış gibi davranıyordu. Basen, Cale’in ona yardım etmek için yapabileceği en iyi şeyin bu olduğunu biliyordu.
‘Anneni koruman gerekiyor. En azından sen…’
Basen, o sırada genç Cale’in yüzünde neden bu kadar üzgün bir ifade olduğu konusunda hala bir fikri yoktu. Genç Cale ve Cale’in annesi. Kimse Cale’in annesi hakkında bir şey söylemek istemiyordu.
Basen abisine bakarken konuşmaya başladı.
“Evet, hyung-nim.”
Cale arkasına bakarken yavaşça konuşmaya başladı. Başkente gelmesinin ana nedeni. Bu, bunu gerçekleştirmenin ilk adımıydı.
Yeraltı eğitim alanı sessizdi. Sessizliği bozmak için bir ses yavaşça konuşmaya başladı. Aslında tek bir ses değildi.
“Hyung-nim, senin bölge lordu olmanı diliyorum.”
“Bölge lordu olmaya ne dersin?”
İkisi aynı anda konuştu. Basen ve Cale.
“Bölge lordu ben mi?”
“Bölge Lordu olmamı mı istiyorsun? Neden?”
İkisi de birbirlerine bakarken gözbebekleri titriyordu.
– Hmm? İkiniz de bölge lordu olmak istemiyor musunuz? O zaman küçük Lily’ye bunu yapmak isteyip istemediğini soralım! Büyük kılıcıyla tüm düşmanları yok edecek! Basen’den ve senden daha güçlü olacak gibi görünüyor, zayıf insan! O güvenilir!
Raon heyecanla Cale’in zihnine bağırdı.
Antrenman sahasının kapısının açıldığını duydular ve Cale tam zamanında ortaya çıkan Lily ile göz teması kurdu. O sırada Raon’un sesini de duydu.
– Oh! İnsan! Geleceğin güçlü kızı Lily! Yeniden güçlenmiş!
Belki de Raon çok yüksek sesle gevezelik ettiğindendi… Cale, Lily hâlâ biraz şoktayken bilinçsizce Lily’ye bir soru sordu.
“Bölge lordu olmak ister misin?”
Lily’nin çenesi şokla düştü. Ne Cale’i ne de Basen’i selamlamadan kendi kendine konuşmaya başladığında şok olmuş görünüyordu.
“Ne oluyor?”
Lily’nin düşünceleri açıkça görülüyordu ve bu, Raon dışında odadaki herkesin içinden geçen düşünceydi.
———-
Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğimdir, eheh (=w=)