Ama Lock, Cale’in cevabına sadece başını salladı ve konuşmaya başladı.
“Bilmiyorsanız ben anlatayım ister misiniz?”
Bunu bir soru şeklinde sormuştu, ama aklından geçeni söylemek istiyor gibiydi. Cale, “hayır” demek için başını salladı.
“Gerek yok.”
“Fakat.”
Cale, Lock’a baktı.
“On Mavi Kurt Kabilesi çocuğunu almamı ve bir Şövalye Tugayı oluşturmamı mı istiyorsun?”
Lock, Balina Kabilesinden korkan ama arkadaşları için Balina Kabilesinin Şefine saldırmaya hazır olan biriydi.
‘Bazı din fanatiklerinden daha çılgın birini himayeme almamı ve onu benim astım yapmamı mı istiyorsun?’
“Saçma sapan konuşmaya devam etmeye gerek yok.”
Cale’in soğuk sesi Lock’un omuzlarını çökertti. Cale, Lock’un tepkisini hiç umursamadı ve konuşmaya başladı.
“Küçük çocukların şövalye olmasını mı istiyorsun? Benden çocukları korumamı istedin ama önerin isteğine aykırı görünüyor.”
Cale onları bu kadar genç yaşta şövalyeler olarak eğitirse, din fanatiklerinden bile daha çılgın bir savaşçı grubu haline geleceklerdi. Bu korkunç bir düşünceydi.
Ama en önemlisi.
“Ya onların görüşleri? Neden onlar adına karar veriyorsun?”
Cale, soruyu tüm kardeşleri için karar vermiş olan Lock’a sordu. Lock, başını eğip özür dilemeden önce bir an için boş bir ifade takındı.
“Ben özür dilerim.”
“Özür dilemene gerek yok.”
Cale, kafasını hafifçe kaldıran Lock’a rastgele yanıt verdi.
“Ama benden ne istediğini bildiğim için karşılığında ne isteyebileceğimi düşüneceğim.”
Elbette, ne istediğini aslında çoktan düşünmüştü. Şimdilik buna ihtiyacı yoktu, ancak yaklaşık 3 ay içinde Cale’e para kazandırmak için kullanılabilecek antik bir güç tehlikeli bir dağda ortaya çıkacaktı. Bu güç sadece 6 ay boyunca var olacaktı ve çılgın mod dönüşümüne girebilen Lock gibi biri o dağa tırmanmak için en iyi seçenek olurdu.
‘Eğer bu eski gücü Ormanın Kraliçesine satarsam, topraklarımız iflasa gitse bile, hayatımın geri kalanında kendimi şımartmak için yeterli param olacak.’
Doğal olarak fiyatı satmadan önce yükseltecekti, ancak harcayacak çok fazla parası olan biri için fiyatı yükseltmenin yanlış bir şey olduğunu düşünmüyordu.
“Benden istediğiniz bir şey olacak mı ki?”
Cale, Lock’un sesindeki endişeli tona karşı iç çekti. Lock daha da endişeli görününce Cale bir kez daha sordu.
“Bu kadar açık cevapları olan sorular sorma. Elbette yardımına ihtiyacım olacaktır.”
Ahh. Lock derin bir nefes aldı ve ardından başını salladı.
“Evet. Benden her ne isterseniz onu yapacağım. Lütfen bir karara vardığınızda bana haber verin.”
“Elbette.”
Cale, cebinden küçük bir para kesesi çıkarıp Lock’a atmadan önce bunu söyledi. Cale paranın nedenini açıklarken Lock keseyi yakaladı.
“Kardeşlerini uzun zamandır ilk kez görüyorsun, o yüzden git ve onları başkentte bir tura çıkar.”
“…Bir tur mu?”
“Evet. Hepinizin başkent gibi bir şehre ilk gelişiniz değil mi? Git onlara da lezzetli yemekler ısmarla.”
‘Billos’la ancak hiç biriniz orada değilseniz rahat bir şekilde konuşabilirim.’
“On ve Hong da sizinle gidecek, böylece kaybolmayacaksınız.”
“Miyaaaav.”
“Miyav.”
Arabada sessizce oturan On ve Hong, Cale’in söylediklerini duyduktan sonra varlıklarını duyurdular ve Lock’a yaklaştılar. Ardından ön patileriyle Lock’un bacağına vurdular.
“Kesin şunu, On, Hong. Gıdıklanıyorum.”
Lock, sevimli bir şeymiş gibi başlarını okşadı ama Cale’in gözünde yavru kediler ciddi anlamda Lock’a saldırmaya çalışıyorlardı. Cale bunu izledi ve düşünmeye başladı.
‘Kurt çocuklarını daha sonra Hans’a bırakmalıyım. Aksi takdirde, onlar için bir bebek bakıcısı bulmam gerekecek.’
Cale, bu kişinin iyi yemek yapabilen ve her şeyi temiz tutan biri olmasının harika olacağını düşündü. Cale, Ron’un oğlu ve ikinci şef olan Beacrox aklına geldiğinde, Hans dışındaki kurt çocuklara bakıcılık yapabilecek insanları düşünüyordu. Beacrox’u düşünmek Cale’in ifadesini sertleştirdi.
Beacrox kesinlikle yemek pişirmede iyi olan, her şeyi temiz tutan ve Henituse ailesi içinde saygılı ve normal biri olarak olumlu bir üne sahip biriydi. Ancak bunların hiçbiri Cale için önemli değildi çünkü Beacrox’un işkence etmeyi seven bir deli olduğunu biliyordu. Böyle bir kişinin saf kurt çocukların zihinlerini kirletmesine izin veremezdi.
‘Ayrıca onu da Choi Han ile göndermem gerekiyor.’
Aslında onun da gitmesi gerekli değildi, ancak romanda Beacrox, Choi Han ve Rosalyn ile Büyük Amirale işkence yapmak için Breck Krallığına gitmişti. Araç Billos’un ve kurt çocukların bulunduğu hana geldiğinde Cale, kurt çocuklara kimin bakması gerektiği konusunda düşünüyordu.
Cale, Lock ile konuşmadan önce arabadan indi.
“Beni takip et.”
Cale, gergin Lock’un omzunu okşadı ve Lock, kollarında On ve Hong ile hana girdi.
“Üzüm Kokusuna Hoş Geldiniz! Size nasıl yardım edebilirim?”
Cale, genç görevlinin selamına karşılık verdi ve hemen arka kapıya yöneldi. Choi Han’ın beraberinde getirdiği insanların hepsi hanın arka tarafındaki villada oturuyordu.
Görevli onu takip etmeye çalıştı ama Cale onu durdurdu ve Lock’a işaret etmeden önce villanın kapısına yürüdü.
“İçerde kardeşlerin olduğu için kapıyı sen açıyorsun.”
“Ha? Evet!”
Lock, yavru kedileri yere bıraktı ve kapının kulpunu tuttu. Çılgın moduna dönüştüğünden beri küçük kardeşlerini ilk kez görüyordu. Cale yavaşça geri çekildi çünkü kapının ardında ne olduğunu görmemesi gerektiğine dair içinde kötü bir his vardı.
Lock kapı kolunu çevirdi ve kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz villanın içini görebiliyorlardı. Rahat görünen bir yerdi.
“Off.”
Ancak Cale hemen iki adım daha geri gitti. Bu içgüdüsel bir hareketti.
“Hyung!”
“Hyung!”
“Oppa!”
“Lock oppa!”
10 çocuk Lock’a doğru koştu ve Lock da onlara doğru koştu. Cale’in gözlerinin önünde duygusal bir birleşme yaşanıyordu ama Cale, önündeki on kurt çocuğu görünce şok olmuştu.
Aynı zamanda Cale’in görmekten mutlu olduğu biri vardı.
“…Genç efendi.”
“Uzun zamandır görüşemedik, Billos.”
Cale, Billos’a bu villaya gelmesini söylemişti. Cale, gülümsemesinin altında Billos’un gergin olduğunu görebiliyordu ve Billos’un arkasından onlara yaklaşan kişiye baktı.
“Tanıştığımıza memnun oldum genç efendi Cale.”
“Choi Han ile gelen tüccar sen misin?”
Altmışlarında, nazik bir ifadeye ve iyi bir fiziğe sahip bir adam. Bu kişi Choi Han’dan Mavi Kurt kabilesi meselesine yardım etmesini isteyen kişiydi.
“Evet. Bay Choi Han’dan hakkınızda çok şey duydum. Sizinle tanışmak bir onur genç efendi.”
“Bir onur? Benim gibi bir çöpün yüzünü görmek pek de önemli bir şey sayılmaz.”
Cale adama elini uzattı ve adam kendini tanıtırken Cale’in elini sıktı.
“Adım Odeus Flynn.”
Cale gülümsemeye başladı.
Odeus Flynn. Flynn Tüccar Loncasının lider pozisyonu için güçlü bir rakip olan ama kendi küçük loncasını kurmak için bundan vazgeçen biriydi.
Billos’un amcasıydı.
Billos ve Choi Han’ı birbirine bağlayan ve Billos’un gizli açgözlülüğünü ortaya çıkaran kişi oydu.
‘O, Ron’dan bile daha sinsi biri aslında.’
Küçük bir tüccar loncasına sahipmiş gibi davranıyordu ama gerçekte yeraltı dünyasına hükmetmek için bir maske takıyordu. Kimine göre iyi, kimine göre zalim ve gaddardı. Odeus Flynn işte böyle biriydi.
Şu anda Odeus’un karakterinin her iki tarafını da bilen tek kişi Cale’di.
Cale, Odeus’u selamlarken hiçbir şey bilmiyormuş gibi yaptı.
“Flynn? Billos’la akraba olmalısın. Tanıştığıma memnun oldum.”
“Ben de şok oldum açıkçası. Genç efendi Cale’in tanıdığı biri olarak Billos’un geleceğini bilmiyordum. Billos’u küçüklüğünden beri görmedim, bu yüzden onu tekrar gördüğüme çok sevindim. Son zamanlarda çok iyi karşılaşmalar yaşadığımı hissediyorum.”
Billos, Odeus’a bakarken karmaşık duygularını gizleyemedi. Odeus, Flynn Tüccar Loncasını bir kenara atan ve daha basit bir hayat sürmeye giden biriydi. Ayrıca, Odeus, Billos’un amcasıydı ve Billos’un çocukluğundan birlikte güzel anılara sahip olduğu tek kişiydi.
‘Eh, o en azından Billos için iyi bir insan.’
Cale, Odeus’un elini bıraktı ve Billos ile konuşmaya başladı.
“Hadi yukarı çıkıp bir şeyler içelim.”
Villa iki katlıydı ve üst katta küçük bir bar vardı. Elbette Cale, Odeus’a da hitap etti.
“Choi Han ve Rosalyn yakında gelecekler, böylece üçünüz arayı kapatabilirsiniz.”
“Anlıyorum. Umarım gelecekte sizinle bir şeyler içme fırsatım olur genç efendi Cale.”
Cale gülümsedi ve karşılık verdi.
“Tabii, bir ara birlikte içelim.”
Billos orada karmaşık bir ifadeyle durup yukarı çıkmaya çalışırken Cale, Billos’un omzunu sıvazladı. Ancak yolunu kesen 10 çocuk vardı.
“Çok teşekkür ederim genç efendi Cale.”
“Çok teşekkür ederim.”
Cale, ona teşekkür eden 10 çocuğa baktı ve düşünmeye başladı.
‘Ne baş ağrısı ama.’
Cale’i gelecekte çok güçlü olacaklarına inandıran bir aura yayan 10 çocuk vardı. Ebeveynlerinin, kuzenlerinin ve diğer aile üyelerinin gözlerinin önünde öldürülmesini izleseler de, güçlü ve kararlı gözbebekleri Cale’in, onların hâlâ saflık ve minnettarlık hislerine sahip olduklarını bilmesini sağladı.
Ayrıca çok küçük de sayılmazlardı. Hepsi 10-13 yaşları arasında görünüyordu.
‘Sanırım bebek bakıcısı yerine eğitmene sahip olabilirler.’
Ancak Cale, onlara eğitim verecek kişiyi bulacak olanın kendisi olmayacağına karar verdi ve Lock’a dışarı çıkması için el salladı. Sonra arkasını döndü ve yukarı çıktı. Cale, cevap vermemesine ve onları görmezden gelmesine rağmen, kurt çocukların arkadan ona teşekkür ettiğini duyabiliyordu. Bu, Cale’in bir kez daha ürpermesine neden oldu.
Billos ikinci kata çıktı ve hemen Cale’e bir soru sordu.
“Genç efendi Cale, tam olarak ne yapıyordunuz?”
Cale bu soruyu tereddüt etmeden yanıtladı.
“Barışçıl bir gelecek için elimden geleni yapmak dışında mı?”
Dolaptan biraz alkol ve bardak çıkarırken Billos’un yüzünde inanmayan bir ifade vardı. Ardından Cale’in karşısına oturdu ve kendi bardağını doldurdu.
“…Beni karşında görmüyor musun?”
“…Üzgünüm genç efendi. Aklımda çok şey var da.”
Billos, Cale’e bakmadan önce şişenin yarısını içti. Hayır, aslında Cale’i gözlemliyordu. Artık çöp olarak yaşayamayacağını söyleyen bu kişi. Ancak Billos, Cale’i karşılamaya gelirken amcasıyla karşılaşacağını en çılgın rüyalarında bile görmeyi beklemezdi.
Cale, Billos’u bir içki daha doldurmaya çalışırken durdurdu ve Billos’un bardağını doldurmadan önce şişeyi Billos’tan aldı.
“Seni rahatsız eden ne bilmiyorum ama böyle tek başına içmeye devam edemezsin.”
“…Genç efendi Cale.”
Cale, cevap vermeden önce Billos’un bardağını doldurdu.
“Ne?”
“Odeus-nim benim öz amcamdır.”
Odeus-nim. Flynn soyadını kullanmasına izin verilmeyen Billos için amcasına amcam diyebilmesi bile mümkün değildi. Ancak Odeus, çocukluğunda Billos’a sıcak bakan tek yetişkindi.
Romanda, Odeus’un Billos’a söylediği şey buydu.
‘Seni yeğenim ve ailem olarak görüyorum. Bunun için gerekli niteliklere sahipsin.’
Bu cümle Billos için bir başlangıç ve bir dönüm noktası olmuştu. Odeus aracılığıyla romanda Choi Han ile tanıştıktan sonra Billos, Choi Han’ın gücüne hayran kalmıştı ve Choi Han’ı takip etmeye karar vermişti. Ayrıca Flynn Tüccar Loncasının lider pozisyonu için var olan rekabete katılmaya da bu şekilde karar vermişti.
“Genç efendi Cale, Odeus-nim’in Flynn soyadına sahip olmasına rağmen neden küçük bir tüccar loncası yönettiğini merak etmiyor musunuz?”
‘Merak etmiyor musun mu? Ben bunu zaten biliyorum.’
Odeus, Kuzeybatı ve Merkez yeraltı dünyalarının tam kontrolünde olan biriydi. Cale bardağını doldurdu ve gelişigüzel cevap verdi.
“Flynn adını merak etmem mi gerekiyor?”
Ardından bardağındaki alkolü içti ve Billos’un gülümsediğini gördü.
“Anlıyorum. Sanırım Flynn ismi o kadar da büyük bir isim değil.”
“Aynen öyle. İster sen, ister Odeus, aynı. Sen de bir Flynn’sin.”
“… Ben sadece bir piç çocuğuyum.” (Muhtemelen, piçlerin aile adını alamadığı ve Snow gibi isimler verildiği GoT’a benzer bir durum.)
Cale homurdanarak Billos’a yanıt verdi.
“Piç olman Flynn olmadığın anlamına gelmez. Diğer herkes de seni sadece bir Flynn olarak görüyor.”
Aile Billos’a Flynn soyadı vermemiş olsa da, diğer herkes Billos’u bir Flynn olarak görüyordu. Bu yüzden bir piç olmasına rağmen Billos’u görmezden gelen kimse yoktu. Bu dünyadaki en büyük 3 tüccar loncasından biri olan Flynn ismi oldukça büyük bir isimdi. Gerçek buydu.
Billos, Cale’den şişeyi alıp Cale’in bardağını doldurmadan önce Cale’i gözlemledi.
“Genç efendi.”
“Ne?”
“Doğru şeyleri söylemekte çok iyi olduğunuzu hissediyorum.”
“Bu konuda biraz yetenekliyimdir.”
“Aynen bu yüzden.”
“Evet?”
“Benden ödünç aldığınız şeylerle ne çaldınız?”
Billos, bunu söylerken Cale’in yüzündeki gülümsemeyi görebiliyordu. Cale dolu bardağı aldı ve yavaşça cevap verdi.
“Çoktan içlerinden birini çaldım ve geri kalanını da yakında çalacağım.”
Ejderhayı çoktan kurtarmıştı ve diğerleri de yarın olacaktı.
Billos’un dudağının kenarı seğirmeye başladı. Muhtemelen bir şey çalacağını söyleyecek soylular yoktu ama böyle bir insan şu anda gözlerinin önündeydi.
“Ben de yardım edemez miyim?”
Cale, Billos’un sorusuna başını salladı.
“Ne yazık ki hayır.”
Cale bardağı masaya bıraktı ve devam etti.
“Bütün roller zaten dolu.”
Kullanılacak insan ve canavarların listesi zaten Cale’in kafasındaydı.
“Ha ha ha.”
Billos, dolu bardağı kaldırıp, bir yudumda içindekileri içmeden ve bardağı tekrar masaya koymadan önce bir süre güldü.
“Sanırım o zaman ben de başka bir şey çalmalıyım.”
Billos ne çalacağına çoktan karar vermişti. Flynn Tüccar Loncasının halefinin konumu. Bu pozisyonu kendisinin yapacaktı. Açgözlülüğü herkesten daha büyük ve daha derin olduğu için bunu yapması onun karakteri için sadece mantıklıydı. Cale, Billos düşünürken konuşmaya başladı.
“Ne istersen onu yap.”
Billos, Cale’in ifadesini duyduktan sonra bir kez daha güldü.
Cale, Billos’un gülüp gülmediğini umursamadı. Billos’un bugün Odeus ile tanışması, Cale’in huzur içinde içmesine izin vererek bugünkü hedefine ulaştığı anlamına geliyordu.
Tabii ki, Cale sadece biraz eğlendi ve yarına hazırlanmak için kendi başına eve döndü. Gecenin ortasında hareket etmeye başlaması gerekiyordu, bu da onun akşam erkenden uyumak istemesine neden oluyordu. Ne yazık ki, bunu yapamadı.
“Ron?”
Ron, Cale’e eğildi ve onu selamladı.
“Genç efendi, bu Ron mümkünse bir ricada bulunmak istiyor.”
“Bir rica mı?”
Ron başını kaldırdı ve konuşmaya başladı.
“Lütfen oğluma iyi bakın.”
“Oğul? Beacrox’u mu kastediyorsun?”
“Evet.”
“Neden?”
Cale, Ron’un yüzündeki sevecen gülümsemenin kaybolduğunu görebiliyordu. Cale, Ron’un yüzünde kaba bir ifade takındığını ilk kez görüyordu. Ron, bir suikastçının yüzünde olabilecek bir ifadeyle konuşmaya başladı.
“Birkaç tilki avlamam gerek.”
Yaşlı olmasına rağmen, Ron hala bir suikastçıydı. Ron ifadesini bir kez daha düzeltti ve konuşmaya başladı. Sadece dudaklarının köşeleri hafifçe kalkıkken, ifadesi soğukkanlıydı.
“Genç efendimiz benim insanları öldüren biri olduğumu biliyor, değil mi?”
Cale, alkolün yarattığı uğultunun anında kaybolduğunu hissedebiliyordu. Bir kez daha ürpermeye başlamıştı.