Kont Ailesinin Çöpü – Ch 182 – GENÇ EFENDİ, SİZ GERÇEKTEN… (1)

Cale, her şeyi hazırlarken harika bir iş çıkaran Ron ve Fresia’yı Gyerre bölgesine gitmeden önce araca aldı. Aracı Fresia’nın astlarından biri kullanıyordu.

“Ayrıntılı anlat.”

Fresia hemen yanıt vermeye başladı.

“Yaklaşık 50 yıl önce Gyerre Düklüğünün çalışanı olan bir baron hanesi var.”

O hanenin adı Chryshi’ydi.

“Bu, mevcut Düşes bölgenin hükümdarı olmadan önceydi. Lord pozisyonu için diğer adaylar, kendi nüfuzlarını genişletmek için çalışanların hane halkını bir araya getirdi.”

Antonio’nun büyükannesi ve şimdiki Düşes Sonata. Bu, Düşes pozisyonu için potansiyel adaylardan sadece biri olduğu zaman gerçekleşmiş bir olaydı. Gyerre bölgesi bu süre zarfında birden fazla çalışan haneyi kabul etmişti.

Chryshi hanesi de bu çalışanlardan biriydi.

Cale konuşmaya başladı.

“Chryshi hanesi, âlimler hanesi olmasıyla ünlü bir hane değil mi?”

İki yüz yıl önce veliaht prensin eğitmenleri Chryshi hanesinden seçiliyordu. Bu nedenle Gyerre Düklüğü, toprakları veya serveti olmayan böyle bir haneyi çalışanları olarak kabul etmeyi seçti.

“Genç efendi-nim.”

Ron, Cale’in sorusuna nazikçe yanıt verdi.
“Geçmiş, ille de bugüne kadar devam etmez.”

“Sanırım bu doğru.”

Cale kabul etti.

Geçmişte bir âlim hanesi olup olmadıklarının bir önemi yoktu, şimdi korkunç bir hane idiler.

Çocukları kaçırmak için çetelerden adam tuttukları gerçeği, kafalarının doğru çalışmadığını gösteriyordu.

“Genç efendi-nim, iki gece önceydi.”

Cale, Ron’a baktı. Ron’un az önceden beri ciddi anlamda iyi huylu yaşlı bir adam gibi davranması Cale’i şüpheye düşürüyordu. Ron, sahte ama güçlü kolunu elde ettikten sonra daha sağlıklı görünüyordu.

“Belki yaşlandığımdandır ama o gece uyuyamadım. Bu yüzden Gyerre bölgesinin arka sokaklarında hafif bir yürüyüş yapmaya karar verdim.”

‘…Arka sokaklar gerçekten yürüyüş yapmak için iyi bir yer mi?’

Cale bu soruyu sormak istedi ama kendini tuttu.

“Birkaç çocuğun bir vagonu çektiğini ve gecekonduların köşesine doğru gittiklerini gördüm.”

“Çocuklar?”

Cale, çocukların bir vagonu çektiğini duyduktan sonra kafası karışmış bir şekilde Ron’a baktı. Ron yorumlarını netleştirdi.

“Yaklaşık 30 yaşlarında görünen huysuz çocuklardı.”

‘…Aşırı gelişmiş gangsterler ne zaman çocuklara dönüştü?’

Cale sessizce otururken Ron konuşmaya devam etti.

“Her neyse, o çocukları ilginç buldum ve onları takip etmeyi seçtim. Tabii ki beni fark etmesinler diye bunu gizlice yaptım.”

Cale, Ron’a saygıyla bakan Fresia’yı görmezden geldi.

“Gizlice arkalarından takip ettiğimde, gecekonduların kenarındaki köprünün yakınında birkaç ev fark ettim. Birçok insan bu evlerin bodrumlarında esir tutuluyordu.”

Ron parmaklarını bükerken sahte sol kolunun parmakları çatırdama sesi çıkardı. Ardından yavaşça konuşmaya devam etti.

“Suikastçıların bile yapmayacağı korkunç şeyler yapıyorlardı.”

‘Mm.’

Cale, bakışlarını suikastçı Ron’dan çevirdi.

“Ve?”

Ancak Cale, Ron’un direk konuya gelmesini istedi. Ron konunun özüne indi.

“Dün gece Chryshi hanesinin uşaklarından birinin o evlerden birine girdiğini fark ettim. Bu binalar gündüzleri gecekondulardaki ailelerin düzenli kullandıkları evler. Ancak güneş battıktan sonra bu sözde aileler işçiye dönüşüyor.”

Fresia ekledi.

“Ertesi sabahın erken saatlerine kadar uşağı izledikten sonra, uşakların bir tüccarla görüştüğünü doğruladık.”

Bu tüccarın, köle ticaretinin bir parçası olan tüccar loncasıyla iş birliği yapma ihtimalleri yüksekti.

Hızla konuşmaya devam etti.

“Astlarımdan biri şu anda o tüccarı takip ediyor. Yakında o tüccar loncasının kimliğiyle ilgili ilk raporu alacağız. İkinci rapordan sonra kimlikleri hakkında daha iyi fikir sahibi olabileceğiz ve kesin olarak ne iş yaptıklarını bileceğiz.”

Cale, Ron’a bakmadan önce kol dayanağına hafifçe vurdu. Yaşlı adam, genç efendisinin bir şey fark ettiğini anladı.

Cale yavaşça konuşmaya başladı.

“İnsanları yasadışı yollardan köle olarak satın alan bir tüccar loncası…”

O köleler nereye gidecekti?

Roan Krallığında kölelik yasa dışıydı.

Chryshi hanesi deli olmadığı sürece, krallık içinde köle satmazlardı.

Peki, kölelere kim ihtiyaç duyar?

Ayrıca, kim gizlice köle toplamak için bir tüccar loncasına ihtiyaç duyar ki?

Cale, bu soruların cevapları hakkında iyi bir fikre sahipti.

“…Başkalarının hayatına son vermek isteyen o piçler bir çan kulesi mi kurdular?”

“Affedersiniz?”

Fresia, Cale’in yorumlarına şaşırmıştı ama Cale, ona el sallayarak konuşmaya devam etti.

“Tüccar loncası muhtemelen İmparatorluktan.”

“… İmparatorluk?”

Fresia’nın ifadesi ciddileşti.

Roan Krallığı vatandaşlarını sadece köle olarak satmakla kalmadılar, bunun üstüne bir de onları yabancı bir ulusa mı sattılar? Bu ancak korkusuz insanlar için mümkündü.

Bir baronun denemeye bile cesaret edemeyeceği bir şeydi.

Cale’in bu yüzden bir sorusu vardı.

“Chryshi hanesi kendi kendine mi hareket ediyor?”

“… Soruşturmalarımız Gyerre hanesinin buna dâhil olmadığını gösteriyor.”

Fresia dudaklarını yaladı ve konuşmaya devam etti.

“Pek bir şeye sahip olmadan çalışan olarak getirilen Chryshi hanesi, destekledikleri aday yerine Sonata Gyerre’nin Düşes olmasıyla bir belirsizlik durumuna düştü. Bu yüzden etkilerini genişletmek için ellerinden gelen her şeyi denediler.”

“Bunu yapmak için paraya ihtiyaçları olurdu.”

Cale bir soru daha sordu.

“Chrryshi ailesi, tüccarın nereli olduğunu biliyor mu?”

“… Bundan emin değilim.”

Fresia, tüccar loncasının İmparatorluktan olduğundan emin görünen Cale ile temkinli bir şekilde konuşmaya başladı.

“Genç efendi-nim, tüccar loncası hakkında henüz bilgimiz yok. Bir karar vermeden önce bilgiyi beklemeye ne dersiniz?”

Cale hiçbir şekilde yanıt vermedi. Tek yaptığı iç çekmekti.

Yavru kediler On ve Hong, patileriyle Cale’in uyluklarını sıvazlamaya devam ettiler. Bu onların ‘haydi o piçleri öldürene kadar dövelim’ deme şekliydi.

Raon, Cale’in zihnine konuşuyordu.

– Köleler… Onları affedemem.

Raon, başkalarını sebepsiz yere köleleştiren insanları asla affedemezdi.

Chryshi ailesi, Kara Ejderhanın asla kabul etmeyeceği bir şey yapmıştı.

Hayatının ilk dört yılını karanlık bir mağarada geçirdikten sonra Raon, kölelikten ve hapisten nefret etdiyordu.

“Ron.”

“Evet, genç efendi-nim.”

Cale, Gyerre bölge giriş kapısına baktı ve konuşmaya başladı.

“Plan değişikliği.”

“Evet efendim.”

* * *

Ertesi sabah erkenden…

Cale, uykusunun tadını çıkarırken bu yumuşak ve rahat yatakta yatıyordu. Ancak omzunu okşayan bir el vardı.

Endişeli bir ebeveynin sıcak eli gibi hissettim-

“Mm!”

Cale’in gözleri kocaman açıldı.

“Genç efendi-nim, uyandınız.”

Ron’du.

Cale o kadar şok olmuştu ki battaniyenin altına kıvrıldı.

“Meeeeeow!”

“Miyav!”

Kedicikler ona gülüyorlardı.

“İnsan, uyan! Geri uyuyamazsın!”

Raon da onu uyanması için zorluyordu. Cale ayağa kalkarken bu uzman dörtlünün lafını dinledi. Ayağa kalktığında Ron ona bir çay fincanı verdi.

“Limonlu çayları yokmuş. Gyerre Düklüğü o kadar da büyük görünmüyor.”

Cale çay fincanını alırken dudağının kenarı seğiriyordu.

Cale’in Fresia ve bilgi loncası dışındaki tüm grubu şu anda Gyerre malikânesinde kalıyordu.

Dün gece geç gelmiş olmalarına rağmen, Cale’in yaklaşmakta olan varışlarını bildirmek için Yüzbaşı Yardımcısı Hilsman’ı önceden göndermesi sayesinde Gyerre malikânesinde birkaç gece geçirebilirdiler.

Bir Dük, oradan geçen bir soylunun malikânelerinde birkaç gün geçirmesine izin vermezse bu garip olurdu. Ayrıca o kişi, sadece bir soylu değil, aynı zamanda veliaht prensin yakın sırdaşı olan ve imparatorluktan bir madalya alan biriydi.

“Limon çayının olmaması ne kadar hayal kırıklığı yaratıyor.”

Cale, bir yudum alırken hayal kırıklığına uğradığını söylemesine rağmen mutlu görünüyordu.

“Uh!”

Daha sonra kendini tutamadı ve inledi.

Ron yavaşça konuşmaya başladı.

“Gyerre bölgesi acı çaydan hoşlanıyor gibi görünüyor, hoho.”

‘Lanet olsun.’

Cale, güne acı çayla başlayınca istemsizce kaşları çatıldı.

Giyinmeyi bitirir bitirmez hemen odadan çıktı.

“Genç efendi-nim!”

Yüzbaşı Yardımcısı Hilsman, Cale’i takip etmeden önce kapının dışında bekliyordu.

“Hehe, bugün çok yakışıklı görünüyorsunuz genç efendi-nim!”

Hilsman, Cale’in bugün tam bir asil gibi görünmesi hakkında yorum yapıyordu. Çok süslü olmamasına ve sadece biraz şık olmasına rağmen, yine de gelecek vaat eden genç bir soyluya benziyordu.

“Öyle mi? İyi.”

Ancak Hilsman, Cale’in gülümsemesinin saf göründüğünü görünce irkildi.

‘Saf bir gülümseme mi?’

Cale’e hiç yakışmıyordu.

‘Chryshi hanesini cezalandıracağını duyduğumu sanıyordum?’

Hilsman, Ron ona Cale’in planlarını anlattığında buna karşılık Cale’in saf ve masum görünmesini tuhaf buldu. Yüzbaşı Yardımcısı henüz insan kaçakçılığından haberdar değildi.

“Nerede?”

Ancak Cale’in sorusuna çabucak yanıt verdi.

“Şu anda bahçede olduğu söyleniyor. Erken bir kahvaltı yaptıktan sonra yürüyüşe çıkmayı severmiş.”

“Sanırım ana kapıya giderken bahçeye uğrayabiliriz.”

Cale hemen bahçeye yöneldi.

Hilsman, Ron’a bakarken arkasından onu takip etti. Ron da Cale’i takip ederken ona gülümsedi. Hilsman, yavru kedilerin Cale ile birlikte olmamasını daha da tuhaf buldu ama şimdilik bunu sorgulamadı.

Cale, bahçeye vardığında Antonio Gyerre ile karşılaşabilmişti.

Tabii ki, bunun bir tesadüf olduğunu iddia edecekti.

“Ah, genç efendi Cale. İyi uyudun mu?”

“Sizi bahçede görmeyi beklemiyordum, genç efendi Antonio. Sizin sayenizde iyi uyudum.”

Cale ve Antonio mutlu bir şekilde el sıkıştı.

Antonio, bir soylu gibi giyinmiş ve üstündeki her şey düzenli görünen Cale’i gözlemledi.

Cale Henituse.

Veliahtın yakın sırdaşı, başkentteki olayı önleyen ve imparatorluktan madalya alacak kadar harika bir iş yapan kişi.

O kişi, burada birkaç gece geçirip geçiremeyeceğini sormak için muhafızını önceden göndermişti. Aynı zamanda başka bir şey de istemişti.

“Sohbet edebilir miyiz?”

Sohbet etmek.

Veliaht prensin yakın sırdaşı olan Cale ve farklı bir prensin yakın sırdaşı olan ve krallığın güneybatı bölgesini elinde tutan Antonio’nun tartışacakları açık ama önemli şeyler vardı.

Çok ‘açgözlü’ bir konuşma olacağı belliydi.

Antonio, Cale’in ‘sohbet etmek’ isteme şekline dayanarak onun diğer soylular kadar açgözlü olduğunu hissediyordu.

Bu sohbet bu gece gizlice yapılacaktı.

“Elbette edebiliriz. Kahvaltı ettiniz mi?”

Antonio gelişigüzel bir şekilde barışçıl bir sohbet havası sundu. Cale’in asil bir gülümsemeyle karşılık verdiğini görebiliyordu.

“Hayır, henüz etmedim.”

“Oh hayır, kahvaltı yapmadan yürüyüşe mi çıktınız? Biraz yemek yemelisiniz.”

“İyiyim. Birazdan kahvaltı etmeyi planlıyorum.”

Cale’in sonraki sözlerinden sonra barışçıl sohbet havası biraz değişti.

Cale incelikle ekledi.

“Buralarda ünlü bir bar olduğunu duydum, o yüzden kahvaltıyı orada yapmayı planlıyorum.”

“…Affedersiniz?”

Antonio onun sözlerine şok oldu.

Cale yine de söylemek istediğini söyledi.

“İçki içmeyi biraz severim. Alkol sabahları en iyisidir. O zaman sonra görüşürüz, sabah çorbası olarak biraz bira içmeyi planlıyorum! Haha!”

Antonio, Gümüş Kalkanlı genç usta olarak adlandırılmadan önce Cale’in orijinal takma adını hatırladı.

Çöp Cale.

Antonio, bugün çöp gibi davranacağını ilan eden Cale’i görebiliyordu.

“Bugün yapacak bir şeyim yok. Hala iyileşme sürecinde olduğum için bütün gün içmeyi planlıyorum. Harika değil mi?”

Cale’in şu anda İmparatorluktaki kadim gücünü kullandıktan sonra iyileşmekte olduğu söyleniyordu. Gyerre bölgesini ziyaret etmesinin nedeninin daha sıcak güney bölgesine ilerlerken buraya uğramak olduğunu söylemişti.

Ama böyle bir insan sabah sabah içki mi içiyordu?

Antonio bir süre sonra konuşmaya başladı.

“…Ondan sonra hala sohbet edebilecek durumda olabilecek misiniz?”

“Endişelenmeyin, genç efendi Antonio. İçmek sohbet etmeyi çok daha kolay hale getirir. O zaman şimdi izninizle yoluma gideceğim.”

Cale, saçma sapan konuşsa bile sonuna kadar saygılı ve düzgün davrandı. Onu solgun bir Hilsman ve sıradan gözüken bir Ron takip etti.

“…Onu gerçekten anlayamıyorum.”

Antonio’nun ifadesi, Cale’in gidişini izlerken karmaşıklaştı. Ancak bakışlarında biraz hayal kırıklığı vardı.

Antonio, insanları ne kadar asil göründüklerine göre yargılayan biriydi. Cale, Antonio’nun kişisel asalet skalasında daha alt sıralarda yer alıyor gibiydi.

“İyi olacak mı?”

Hilsman endişeyle sordu ama Cale onu dinlemiyordu. Bara varır varmaz üçüncü kata çıktı.

Sonra pencerenin yanındaki bir masaya oturdu ve başını çevirene kadar akan nehri izledi.

“Sipariş vermek ister misiniz?”

Garson, Cale’in bakışlarını gördükten sonra dikkatli bir şekilde sordu.

Asil görünümü ve görkemli tavrı, onu en azından bir Kont gibi gösteriyordu. Bu yüzden garson temkinli olmaktan bir zarar gelmeyeceğini düşündü.

Cale konuşmaya başlamadan önce menüye bakmadı bile.

“Hepsini.”

Güçlü bir açıklamaydı.

“Affedersiniz?”

Cale, siparişi şaşkın garsona tekrar verdi.

“Bana sahip olduğunuz her çeşit alkolden bir şişe getir. Oh, ayrıca bana en pahalı atıştırmalıklarınızdan da getir.”

Hilsman, Cale’in abartılı emrini dinlerken gözlerini kırpıştırdı. Garson şok olmuş bir ifadeyle ayrıldığında Cale, Hilsman’a açıkça sordu.

“Neye bakıyorsun?”

Hilsman, Cale’in beklentilerinin aksine parlak bir şekilde gülümsedi.

“Gerçekten değişmemişsiniz, genç efendi-nim! Evet, Choi Han burada değil! Hadi ileri gidelim! Hahahah!”

Cale başını salladı ama Hilsman bir şişe açıp mırıldanmaya başladı. Cale onu görmezden geldi ve pencereden dışarı baktı.

Gyerre bölgesinden akan nehri görebiliyordu.

Gecekonduları bölgenin geri kalanından ayıran nehir bu barın hemen dışındaydı. Cale köprüyü de görebiliyordu.

Gecekondular o köprünün hemen yanındaydı.

Cale, köprünün karşısında on tane eski püskü ev görebiliyordu.

Bunlar kaçırılan kişilerin hapsedildiği evlerdi.

– …O evleri yıkacağız! Hayır, onları yok edeceğiz!

Cale, Hilsman’ın doldurduğu bardak yerine şişeyi almadan önce Raon’un acımasız yorumlarını dinledi.

“E, genç efendi-nim.”

Hilsman endişelendi.

Tak!

Ancak boş şişenin masaya konduğunu duyunca kendine geldi. Cale’in yüzünün kızardığını görebiliyordu. Cale eline bir şişe daha aldı.

Sarhoş olmamasına rağmen yüzü kıpkırmızı olan Cale, şişeyi kendisine bakan Hilsman’a doğru itti. Hilsman, şişeyi ondan yavaşça almadan önce geçmişte Cale’in şişeleri nasıl fırlattığını hatırladıktan sonra irkildi.

Cale gerçekten de, bütün gün hiçbir şey söylemeden yiyip içti.

Sonunda güneş batmaya başladığında bir şeyler söyledi.

“Hilsman.”

“Evet, genç efendi-nim.”

Muhafız olarak Hilsman, bir veya iki içkiden sonra içmeyi bırakmıştı. Cale’i gözlemlerken bütün gün nasıl içebildiğine bakılırsa Cale’in çöp olarak deneyiminin gerçekten bir yalan olmamasına hayran kalmıştı.

Cale tekrar konuşmaya başladı.

“Ron.”

“Evet efendim.”

Sessizce oturan Ron ayağa kalktı ve cevap verdi.

Cale, konuşmasını bekleyen iki adama bakmak için döndü. Batan güneşi izlemek için pencereden dışarı bakarken boş bir şişeyi okşadı.

Köprüde Fresia’nın gökyüzünün altında yanıyormuş gibi görünen bir işaret gönderdiğini görebiliyordu.

Tüccar loncası, Cale’in beklediği gibi İmparatorluktan gelmişti.

Tak.

Cale ayağa kalktı ve konuşmaya başladı.

“Bugün kalkanı kullanacağım.”

“Affedersiniz? Neden böyle aniden?”

‘Sarhoş mu?’

Yüzbaşı Yardımcısı Hilsman, Cale’in sarhoş olduğunu düşündü ama Cale, sözlerine devam ederken gülümsedi.

“Onları yok etmem gerekiyor.”

On evden bahsediyordu.

<< Previous Chapter | Index | Next Chapter >>

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *