Choi Han dikkatlice diğerlerinden ve düşmanlardan uzaklaştı. Daha sonra varlığını olabildiğince gizleyerek Sayeru’nun arkasına geçti.
Ron gibi mükemmel gizlilik tekniklerine sahip olmadığı için varlığını tamamen saklaması imkânsızdı ancak diğerleri ona yardım ediyordu.
Cale, Mary, Raon ve Eruhaben.
Güçlerini ve varlıklarını mümkün olduğunca açığa çıkarıyorlar, Choi Han’ın kendi varlığını onların arasında saklamasına olanak sağlıyorlardı.
Choi Han, Sayeru’nun sırtını görebiliyordu. Kılıcını yavaşça omzunun üzerine kaldırdı ve sanki bir mızrak tutuyormuş gibi kılıcın ucunu ileri doğrulttu.
‘Ha? Choi Jung Soo, yine eve mi gidiyorsun? Hadi bir şeyler içmeye gidelim dedim.’
‘Haha. Özür dilerim sunbae-nim! Yapmam gereken bir şey var! O işi bitirdiğimde ben ısmarlayacağım söz!’
‘Hayır, sorun değil. Benden daha az kazanan birine nasıl ödetirim? Bir dahaki sefere boş olduğunda gel. Ah! O serseri Kim Rok Soo’yu da yanında getir! O serseri her zaman işten hemen sonra ortadan kayboluyor, nereye gidiyor?’
‘Evet efendim! Anladım! O halde şimdi yola çıkacağım!’
Choi Jung Soo’nun anılarından birini hatırladı.
Kim Rok Soo ile şirkete ilk girdiğinde iş yerinde sıkıntılar yaşamıştı, sonra işe alışmıştı ama bir süre boyunca işi bitirdikten sonra hemen eve gidiyordu.
Dost canlısı bir adam olduğu için işten sonra onlara katılmasını isteyen meslektaşları vardı ama o her zaman reddeder ve onun yerine eve giderdi. Sadece Kim Rok Soo ve takım lideri onun doğrudan eve gitmesinin nedenini biliyordu.
Dürüst olmak gerekirse evi pek fazla ev sayılmazdı.
Seul’de bulunan şirket, tahrip edilen alanın orta sınırında bulunuyordu ve hala bir şekilde sağlam olan alan ve Choi Jung Soo’nun evi de buralardaydı. Evi, villa şeklini zar zor koruyan bir binada yer alan küçük, tek yatak odalı bir evdi.
Bina, dünya değişmeden önce izlediği kıyameti anlatan bir filmdeki binalar kadar eski görünüyordu ama içeride yaşayan insanlar mutluydu.
‘Ah, Jung Soo. Eve mi gidiyorsun?’
‘Evet! Bugün iş erken bitti, haha!’
‘İyi iyi. Sonra gel biraz turp kimçimden vereyim.’
‘Teşekkür ederim! Senin turp kimçin en iyisi büyükanne!’
‘Aigoo, turp kimçim özel bir şey değil. Senin sayende huzur içinde yaşıyor olduğumuz için sana daha fazla şey vermeliyim aslında.’
Büyükanne ona teşekkür ederken çok mutlu görünüyordu. Choi Jung Soo da gülümsemeden edemedi.
Villaya girmeden önce etrafına baktı.
Buradaki insanlar onun şirketinin yakında olması nedeniyle daha rahat görünüyordu. Böylece dünya yavaş yavaş canlılığına kavuşmuş ve insanlar da geleceğe umutla bakmaya başlamıştı.
Bu villanın etrafında dolaşan insanların hepsi mutlu görünüyordu ve gökyüzü parlaktı.
Choi Jung Soo, tek yatak odalı evine doğru dinlenmiş ve hafif adımlarla ilerlemeden önce biraz daha etrafına baktı.
Masasına oturmadan önce duş alıp biraz da temizlik yaptı.
Choi Han, Choi Jung Soo’nun masasının üstünde ne olduğunu açıkça hatırladı.
Choi Jung Soo kalemi aldı.
‘Ben yapmazsam bunu başka kim yapacak? Haksız mıyım?’
Kim bilir kiminle konuşuyordu ama önündeki deftere yazmaya devam etti.
Choi ailesinin nesiller boyu öğrettiği eski dövüş sanatlarını ve kılıç sanatlarını yazıyordu.
Çoktan bir sürü yazılı sayfa vardı. Bazı karalamalar, notlar ve çok sayıda resim de vardı.
Choi Han, not defterine bunları kaydeden Choi Jung Soo’nun duygularını hatırladı. Choi Jung Soo bunu dünyaya bırakmak istiyordu.
Hayır, devam etmesini istiyordu.
‘Gerçi tek kişi ben kaldım…’
Artık yalnız olmasına rağmen… Ailesi ve kuzenleri ondan önce ayrılmış olsa da…
‘Yine de yaptıklarımızın kaydını arkamızda bırakmamız gerekiyor.’
Choi ailesinin yaptığı şeyler.
Kore’nin eski dövüş sanatlarını ve kılıç sanatlarını araştırmışlar ve bunları dünyaya yeniden tanıtmak için gece gündüz eğitim almışlardı.
Choi Jung Soo buna devam etmek istemişti.
Yalnız kalan Choi Jung Soo hala parlak ve enerjikti. Ancak bu duyguların altında çaresizlik, üzüntü ve yalnızlık vardı.
Hanesinin dövüş sanatları araştırmalarını hatırladığı kadarıyla kaydetmek için çok çalışıyordu.
Choi Han hepsini izlemişti ve Choi Jung Soo sayesinde Choi ailesinin neyi geride bırakıp devam etmeye çalıştığını anlayabilmişti.
Choi Jung Soo’nun verdiği kararın aynısını uygularken bu anıyı hatırladı.
‘Eğer devam edersem bu, ailemin ve kuzenlerimin bu dünyadan gitmediği anlamına gelir. Ben onların yaptıklarını sürdürdükçe onlar bu dünyada ve benim yanımda
yaşayacaklar.’
Bu düşüncenin Choi Jung Soo’nun kalbine bir dövme gibi kazındığı an…
‘Beyaz Miru’sunu yaratmıştı.
Duyguları, düşünceleri ve çabaları…
Choi Han hepsini çok iyi anlıyordu.
Choi Jung Soo’yu anladıktan sonra, ilk Ejderha Avcısı Nelan Barrow veya Choi Jung Gun’un kayıtlarında bıraktığı bir cümle Choi Han’ın zihninde yeniden ortaya çıktı.
< Gücüme kalbimi kattım. >
Önemli bir hikâyenin ortasında rastgele bir cümle gibi görünüyordu.
Ancak bu ifade son derece güçlüydü.
‘Hayatını Terk Etme’yi ve ‘Felaketlerin Kılıcı’nı düşündüğünde daha da güçlü hissetti.
Choi Jung Gun’un anılarını ilk okuduğunda atasının ne yapmaya çalıştığını merak etmişti.
Atasının fedakârlıkları normal bulmasına kızmıştı.
Elbette hâlâ bunu tamamen anlamıyordu ama atasının ne düşündüğünü bir parça da olsa şu an anlayabildiğini hissetti.
Oooooooooong…
Choi Han’ın kılıcının içinde doğal bir felaket toplanmaya başladı.
Bu, Choi Jung Gun’un yaşam gücünün çoğunu kanalize ederek yarattığı kadim güçtü. Bu gücü miras alan Beyaz Yıldız, bu yarım Felaket Kılıcını sahte Ejderha Avcısı Syrem için yaratmıştı.
Bu yarım gücü yaratan kişi Choi Jung Gun olmasa da Choi Han, Choi Jung Gun’un düşüncelerini fark etti.
Bu doğal felaketi, dünyayı yok edecek bu gücü neden yarattığını anlamaya çalıştı.
Artık en azından bir kısmını anlıyordu.
Yakın arkadaşı Ejderha dışında herkesi kaybetmiş biriydi.
Arkasında hiç çocuk bırakmadan ölen biriydi.
Ancak yine de Ejderha Avcısı adını sürdürmüştü.
Choi Han, kılıcında biriken felaketine Choi Jung Soo’nun Yong’unu ekledi.
Ve son olarak kendi siyah aurasını da ekledi.
Doğal afet nedeniyle vahşileşen Yong yavaş yavaş siyaha döndü. Sonunda kılıcının ucunda beliren siyah Yong çenesini düşmana doğru açtığı an…
“…Lanet olsun!”
Beyaz Yıldız arkasında büyük bir güç hissettiğinde Sayeru’nun vücudu titremeye başladı.
“Neden bu kadar şok oldun?”
Cale, elinde mavi mızrakla orada durup Beyaz Yıldızın gergin ifadesiyle alay ediyordu ama Beyaz Yıldız bu kez Cale’e cevap veremiyordu.
“Başlar aşağı.”
Sayeru’nun sırtını tuttu.
“Ha, ne yapıyorsun?!”
Daha sonra şoka giren Sayeru’yu yere fırlattı.
Rüzgâr duvarı Sayeru’nun etrafını sardıktan sonra onu hızla İllüzyonist Elisneh ve diğerlerinin durduğu yere götürdü.
Beyaz Yıldız daha sonra arkasını döndü ve rüzgârıyla havaya fırladı.
Mavi mızrak az önce durduğu yerden uçarak geçti.
Beyaz Yıldız normalde bu kadar büyük güçlere sahip olan ancak mızrak fırlatması berbat olduğu için onu ıskalayan Cale’e alay ederdi ama şu anda bunun için zamanı yoktu.
Beyaz Yıldız, Choi Han ile göz teması kurdu.
Gökyüzü ağlıyordu. Sanki her an yıldırımlar düşecekmiş gibi bir his vardı.
Ancak, o gürültülü gürlemelerin aksine rüzgârın sessizce toplandığı bir noktada… Beyaz Yıldızın bakışları Choi Han’ın kılıcına, ona doğrultulan siyah Yong’a yöneldi.
“…Benim gücüm?”
Yong’un içinde Felaketler Kılıcının gücünü hissetti.
Dünyanın dengesini korumak amacıyla kendi kaderini yerine getirmesi için yarattığı sahte Ejderha Avcısı Syrem’e verdiği yarı güçlü Felaketler Kılıcını, o Yong’un içinde açıkça hissediyordu.
“…Hayır. Bu benim gücüm değil.”
Ancak bu yarattığı güç değildi.
Farklıydı.
Yarı güçlü değildi.
Bu siyah Yong’un içinde bir şeyler hissedebiliyordu.
‘Felaketler Kılıcını aldığımda hissettiğim duygular-!’
Uzak bir zamana ait anılarının derinliklerinde… Nihayet Ejderha Avcısı olarak yerini aldığı zamandı. O sırada tacı ve güçleri önceki Ejderha Avcısından teslim almıştı.
Bu güçlerden biri olan Felaketler Kılıcını harekete geçirdiği anda, bu büyük güç karşısında sevinmişti ama aynı zamanda onu dünyaya gösteremediği için öfkelenmişti de.
Ancak o inanılmaz güçle ilk karşılaştığında hissettiği heyecanı hâlâ unutamıyordu.
Peki, neden şimdi bu kılıç ustasında o gücün olduğunu hissetmişti?
“Benim ama aynı zamanda benim değil.”
Felaketin gücüne ek olarak başka şeyler de vardı. Choi Han bu açıklamaya yanıt vermek yerine Beyaz Yıldıza doğru bir adım attı.
Bu adımla birlikte hareket eden ilk şey kılıcının içindeki felaketti.
‘Bu bizim.’
O bir adım daha attığı ve Yong vücudunu kaldırdı.
Choi Jung Gun, dünyada başka bir Beyaz Yıldızın ortaya çıkma potansiyeline hazırlanmak için hayatının geri kalanını heba etmişti.
Choi Jung Soo, ailesinin geride bıraktığı şeylerle oluşan Yong ile dünyayı korumak istemişti.
Choi Han’ın ikisi kadar büyük bir hedefi yoktu.
Choi Han’ın kendi aurası eklendiğinde siyah Yong parladı.
‘Şu an olduğum gibi mutlu olmak istiyorum.’
Choi Han üçüncü bir adım attı.
Kılıcı gökyüzünü işaret ediyordu. Daha sonra o anda arkadaşlarına baktı.
Eruhaben’in altın manası, Raon’un kara manası ve Mary’nin Kara Kemik Ejderhası. Choi Han’ı bekliyorlardı ve Choi Han onlara cevap verdi.
Kılıç ve gökyüzüne doğrultulan siyah Yong yavaşça Beyaz Yıldıza doğru saldırdı.
“Roooooar-”
Siyah Yong’un güç dolu bedeni hızla Beyaz Yıldıza doğru fırlarken büküldü.
“Gidin!”
Eruhaben bağırınca Raon ve Mary’nin güçleri de Beyaz Yıldıza doğru yöneldi.
Kuzey, Güney, Doğu ve Batı. O büyük güçler Beyaz Yıldıza dört yönden saldırdı.
Beyaz Yıldızın bakışları o anda bile hala Choi Han’a odaklanmış haldeydi.
İlk Ejderha Avcısına benzeyen ve bu metni nasıl okuyacağını bilen biri. Felaketler Kılıcını yepyeni bir güce dönüştürmeyi başaran p*ç.
Üstelik zamanı kendisininki gibi çarpık olan biri.
O p*ç ona sırıtıyordu.
Aynı zamanda bir şeyler de söylüyordu. Sesini duyamıyordu ama dudaklarını okuyabiliyordu.
“Yıldırımlar bile seni koruyamaz…”
‘O iyi bir insan değil. Bu p*ç Cale’den farklı.’
Beyaz Yıldız şu anda yıldırımlarıyla saldırırsa, yerdeki bölge sakinlerinin hepsi ölecekti. Bu p*ç durumun böyle olduğunu bildiği halde gülüyordu.
Beyaz Yıldız elini gökyüzüne doğru uzattı.
Baaaaam-!
Gökyüzünü büyük bir patlama kapladı.
İnsanlar yere düşen büyük bir yıldırımı görebiliyordu. Yıldırım tek bir kişinin üzerine düşüyordu.
Yıldırım hâlâ siyah gökyüzüne bağlıydı. Sanki o kişinin kendisi de yıldırım haline gelmiş gibiydi.
“Roaaaaaaar!”
Kara Kemik Ejderhası o yıldırıma doğru hücum etti.
Ejderhanın kanatları parçalandı ve kemikleri patladı. Altın rengi ve siyah ışıktan oluşan bir tsunami karışıp Ejderhanın üzerinden saldırdı.
Beyaz yıldırımlar, altın ışık ve siyah ışıkla karışarak güçlü bir rüzgâr yarattı.
Ve son olarak…
Açıkça bir Ejderha olan ama daha önce gördüğü tüm Ejderhalardan farklı görünen bir şey çenesini açtı ve üzerine çöktü.
Bababababaaaaam!
Her türden ışık birbirine karışıyor ve çatışıyordu. Siyah Yong, patlamalara rağmen o ışıkları yavaş yavaş yutmaya devam etti. Patlamalar devam etti.
Sanki yıldızlar patlıyormuş gibi görünüyordu.
Choi Han ışıkların şölenine doğru baktı. Vücudunu yıldırımlarıyla kaplayan Beyaz Yıldızı görebiliyordu. Saldırıları birer birer yok ederken o yıldırımları vücudunu korumak için kullanıyordu.
“Ha?! Başka bir Ejderha!”
İnsanlar o anda başka bir siyah Yong daha gördü.
İkinci siyah Yong da yıldırımlara doğru hücum etti.
Yong’u yaratan kişi kendi kendine mırıldanırken kılıcını hafifçe indirdi.
“Bir kez daha. Öhhö!”
Choi Han’ın ağzından kan damlamaya başladı.
Plakasının titremeye başladığını hissedebiliyordu. Bu, biri kadim gücünü çok kullanınca verilen bir tepki gibi görünüyordu.
‘Plakam güçlü. O yüzden sadece bu seviyede.’
İlk defa çok fazla güç kullandığı için vücudunda biraz yük hissediyordu.
Kanaması vardı ama sıkıntı değildi.
Bu sadece üç kişinin güçlerini, geride bıraktıkları şeyleri bir araya getirmenin yan etkisiydi.
Bu yüzden Cale’in acısını farkına varabildi.
Plakası zayıf olan bir kişi ne tür bir acı hissediyordu, kim bilebilirdi?
Choi Han Beyaz Yıldıza baktı.
“Gerçekten bedenime dokunabileceğinizi mi sanıyorsunuz?”
Beyaz Yıldız, Choi Han’ın siyah Yong’una öfkeyle baktı.
“Bir kez daha!”
Eruhaben ve Raon manalarını yeniden yönlendirdiler ve Beyaz Yıldıza doğru büyük bir mızrak fırlattılar. Beyaz Yıldız iki Ejderhayla alay etti.
“Sahip olduğunuz her şeyi alacağım!”
Beyaz Yıldız yüzünde çılgın bir gülümsemeyle onlarla alay etti.
Raon ve Eruhaben’in manası yine yıldırımına çarptı.
“Devam edin!”
“Biliyorum Goldie dede! Dayanacağım!”
Raon’un ön iki patisi titriyordu. Eruhaben’in sırtı ıslanmaya başlamıştı.
Aşağıdaki insanlar hem ışıkların birleşmesini hem de bu birleşik ışıklara saldıran siyah Yong’u izledi.
Görüşü parlak altın rengi bir ışık ve koyu siyah bir ışıkla kaplandığında…
“Hahaha! Ne kadar denerseniz deneyin, ne kadar yeni güç bulursanız bulun, beni yenemezsiniz!”
Beyaz Yıldız, iki Ejderhanın gücünü, göremiyor olduğu halde yok etti.
Daha sonra kendisine yaklaşan siyah Yong’la alay etti.
İlk siyah Yong çoktan yıldırım tarafından yok edilmişti. İkinci siyah Yong çenesini açtı ve aynı şekilde ileri atıldı.
Beyaz Yıldız alay etti ve saldırıyı karşıladı.
“Bana doğru gelin! Saldırmaya devam edin! Ben…”
Ancak cümlesini tamamlayamadı.
Yong’un açık siyah ağzının içinde…
Büyük güçler tarafından gizlenmiş olan çok küçük bir güç Yong’un ağzının içindeydi.
Çok soluktu ve ancak bir iğne kadar kalındı.
“Ne zaman-!”
Beyaz Yıldız kaşlarını çatmaya başladı.
Yong’un açık siyah ağzının içinde…
İnce, mavi bir mızrak vardı. Siyah Yong, mavi mızrakla yıldırımın üzerine saldırdı.
O küçücük güç, yıldırımın içine saplandı. Küçük bir boşluk yarattı ve ilerlemeye devam etti.
Beyaz Yıldızın bile fark edemeyeceği kadar küçük olan bu mızrak, defalarca yoğunlaştırılan büyük bir su gücüne sahipti.
Siyah Yong’un içinde saklanan güç, tek bir yeri hedeflerken yavaş yavaş gerçek görünümünü ortaya çıkarmaya başladı.
Mızrak tek bir nokta oluşturdu.
Bu nokta mavi mızrak sonunda Beyaz Yıldızın bedenine giden bir yol açana kadar bir çizgi oluşturdu.
“K, kahretsin-!”
Beyaz Yıldız mızrağı engellemeye çalıştı.
O anda Beyaz Yıldızın yıldırımla kaplı bacaklarının etrafına altın ve siyah mana sarıldı. Siyah Yong, vücudunu Beyaz Yıldızın üst gövdesini sarmak için kullandı.
Altın ve siyah manalar ve siyah Yong, yok edilirken bile Beyaz Yıldızın uzuvlarına ellerinden geldiğince tutundular.
“Hı, ıh, hayır!”
Yolu oluşturan mavi mızrak, Beyaz Yıldızın kalbine doğru gidiyordu.
Beyaz Yıldız daha sonra Choi Han’a yaslanan Cale’i fark etti. Cale’in kan kusarken bile Beyaz Yıldıza bakan soğuk gözleri onun ölümünü arzuluyor gibiydi.
Baaaaaaaaaaaaaaaam-
Güçlü bir patlama meydana geldi.
İnsanlar gökyüzünü kaplayan kara bulutların yavaş yavaş dağıldığını görebiliyordu.
Daha sonra şafağın geldiğini anladılar.
Artık bulutlar gitmişti… Yavaş yavaş sabaha doğru ilerleyen siyah gökyüzü koyu maviye döndü.
Patlama sona erdi ve…
Gökten bir şey düşmekteydi.
“Ne hayal kırıklığı ama.”
Cale, iki Ejderhayı ve Choi Han’ın güçlerini yok etmeyi ve kalbini hedef alan mavi mızrağı engellemeyi başaran Beyaz Yıldıza bakarken duygusuz bir bakış attı.
Beyaz Yıldızın sol kolu mavi mızrak tarafından kopartılmış ve yere düşmüştü.
———-
Merhabalar, uzun bir aradan sonra tekrar buradayım. Sizi hayal kırıklığına uğrattıysam özür dilerim ve bundan sonra size güzel ve doğru çeviriler sunmak için sıkı çalışacağım. Elimden geldiğince günde en az 1 çeviri ya da daha fazlasını paylaşacağım. Lütfen bizi desteklemeye devam edin! Ve bir hata görürseniz ya da bir öneriniz varsa lütfen yorumlarda belirtmekten çekinmeyin! Kesinlikle cevap vereceğim. Sevgiler ve saygılar.