Sessizlik mağarayı bir kez daha doldurdu. Litana, astlarına bakmak için Cale’den uzaklaştı.
Doğru duyup duymadığını anlamaya çalışıyordu.
Astları onun sahip olduğu aynı ifadeye sahipti.
“Bay Cale, açıklamanızı isteyebilir miyim?”
Mağara duvarına yaslanmış olan Litana dik oturdu. Ateşle kurutulmuş deri zırh, onun savaşçı şekilli vücudunu gözler önüne sermişti.
“Ben bir Roan Krallığı vatandaşıyım.”
“Siz Kuzey Doğulusunuz. Bizler ormanda savaşçı olarak yetişen insanlarız.”
“Anlıyorum. Roan Krallığının köşesindeki küçük bir bölgeden geliyorum. Hmmm.”
Cale, Litana’nın kendisine sadece bir ‘savaşçı’ demesini dinlerken garip hissetmiş gibi yanağını kaşıdı ve temkinli bir şekilde devam etti.
“Ben küçük, soylu bir ailedenim. Bu sayede, seyahat ederken para derdim de yok. Benimle birlikte seyahat eden bir ekibim de var.”
“Bir ekip?”
“Evet. Ormana On’la yalnız geldim ama bana güvenen ve beni takip eden insanlar var.”
‘Lider ve takipçiler’ felsefesine değer veren Litana ve astları, şimdi Cale’e biraz daha nazik bakıyorlardı.
“Her neyse, etrafta dolaşırken, kaderi bir karşılaşma ile denk geldim.”
“Kaderi bir karşılaşma mı?”
Cale’in yüzünde acı bir gülümseme vardı ve zor bir anıyı hatırlıyormuş gibi gözlerini kırpıştırdı.
“Evet. Bir okyanus girdabına kapıldım ve zar zor içinden çıkmayı başardım. Dışarı çıktığımda, bu kader karşılaşmasını bir mağaranın içinde yaşadım. O anda yaralı bir insan buldum ve onu kurtarabildim. Bu yüzden belki de girdaba kapılmamın nedenin bu olduğunu düşünerek rahatladım, ah.”
Birden utangaç bir gülümseme takındı.
“Üzgünüm. Anlatmaya çalıştığım hikâye bu değildi.”
“Bay Cale birçok insanı kurtarmış gibi görünüyor.”
Litana, Cale’e bakmadan önce sakince duran Kedi kabilesi çocuğu On’a baktı. Bu saygılı ve kibar soylu, soylu olduğu için kibirli bile davranmıyordu.
“Öyle sayılmaz, hiçbir şey yapmadan geçip gidemezdim sonuçta.”
Çok mütevazı ve iyi biri gibi görünüyordu.
“Her neyse, işte o zaman kazanmayı başardığım bir güç vardı.”
“Ne gücü?”
Litana, Cale’in sonunda sadede geldiğini fark etti ve sordu.
“Ateş Söndüren Su. Her türlü yangını ve ateşi söndürebilir.”
Litana ve astlarının gözleri bulutlandı. Kulağa kesinlikle ortalama bir sudan farklı geliyordu.
Ve bu düşünceleri aslında doğruydu. Bu su, normal bildiğiniz suyunuzdan farklıydı.
Bu su, ne tür bir yangın olursa olsun, içinde ‘ateş’ kelimesi geçiyorsa, onu bastırabilirdi.
Başlangıçta, Toonka bu kader karşılaşmasını yaşar ve onu yakılamayan bir vücut geliştirmek için bir araç olarak kullanır. Ancak Cale, ‘Kalbin Gücü’ nedeniyle yanmaktan zaten korkmuyordu. Bu biraz acıtırdı ama Kalbin Gücü onun hemen iyileşmesine imkân sağlayacaktı. Buna ek olarak neden böyle bir şey kullansındı ki?
Bunun yerine Cale, o suyu Lock’un o dağdan geri getirdiği ‘Emici Kolye’ye koymuştu.
Cale dikkatli bir şekilde ekledi.
“Ancak, ne kadar kullanabileceğimin bir sınırı var, bu yüzden yeterli olup olmayacağından emin değilim.”
“Ah.”
Litana bir iç çekti. En sonunda sormadan önce ağzını birkaç kez açıp kapadı.
“Kulağa değerli bir güç gibi geliyor. Onu bizim için kullanmanızın bir sakıncası yok mu?”
Cale, dudaklarının kenarlarının yukarı doğru hareket etmesini engellemek için çok çalıştı.
Ne kadar kullanabileceğinin kesinlikle bir sınırı vardı.
‘Batı kıtasının tamamı büyüklüğünde bir yangını söndürmekle sınırlı olabilir mi acaba?’
Cale, tüm Batı Kıtasında yanan bir yangını söndürmediği sürece, ona bir ömür yetecek kadar suyu vardı. Ancak, sonuca bakınca onlara yalan söylemiş değildi.
“Bu, size nasıl hitap etmeliyim?”
“…Bana Lina diyebilirsiniz.”
Astlarından biri irkildi. Cale görmemiş gibi yaptı ve Litana’nın sahte adını seslendi.
“Bayan Lina.”
“Evet?”
“Güçler söz konusu olduğunda değerli ya da değerli olmayan bir şey söz konusu değildir. Önemli olanın, kişinin bu gücü nasıl kullandığı olduğuna inanıyorum.”
Litana ve astları, Cale’in gözlerinin her zamankinden daha net olduğunu görebiliyordu.
“Eğer bu gücümü doğayı, hayvanları, bitkileri, insanları ve onların geçim kaynaklarını korumak için kullanabilirsem, bunu kesinlikle kullanmam gerektiğine inanıyorum.”
Litana bilinçsizce yumruklarını sıkmaya başladı. Kalbi de hızla atıyordu.
“Elbette, artık efendisi olarak beni tanıdığına göre, onu kullanmak için şahsen oraya gitmem gerekiyor. Bu biraz zaman alabilir ve külfetli olabilir.”
“…Gücü kullanmak için ateşe mi girmen gerekiyor?”
“Ateşin içine girmemin zor olabileceğini düşünüyorum ama muhtemelen en azından yanına yaklaşmam gerekiyor.”
Cale, Litana’nın kaşlarını çatmaya başladığını görebiliyordu. Litana’nın kalbini, hem minnet hem de üzüntü duyguları doldurdu. Astları için de durum aynıydı. Tabii ki ikisi hala Cale’e karşı temkinliydi ama onlar bile Cale’e minnettardı.
Cale daha sonra son darbeyi indirdi.
“Gücüm size yardımcı olabilirse çok mutlu olacağım. Herkesi kurtarmak ve yardım etmek istiyorum.”
– Bu benim tanıdığım zayıf insan değil. Hayır, sen iyi bir insansın ama yine de bu kadarı sana göre değil. Ama neyse ne, birini kurtarmak büyük bir iştir!
Dört yaşındaki çocuk bir sonuca varamadan önce kafası karmaşık hale gelmişti. Öte yandan On, sadece esnedi ve Cale’den başka yöne baktı.
“Çok, çok teşekkür ederim.”
Cale, yanıt olarak yüzüne nazik bir gülümseme yerleştirdi. Ancak gözleri soğuk bir şekilde Litana’yı ve astlarını izliyordu.
Litana ormana gelmiş, ormanı ve koruması gereken insanları tek bir umut ışığıyla geride bırakmıştı. İki haftadır buradaydılar ve sonuç alamamıştılar.
Onlara göre Cale, efsanedeki ejderhadan farklı değildi.
“Minnetimiz karşılığında size nasıl ödeme yapabiliriz?”
“Minnettarlık mı? Hayır. Henüz bir şey yapmadım. İçimde tam da bu nedenle bu ormana çekildiğimi söyleyen bir his var.”
Litana, bir gram açgözlülük göstermeyen Cale’e hayran kalmıştı. Gerçekten de çok iyi huylu birine benziyordu.
İntikamını on misliyle öde, minnettarlığını ise elinden gelen en iyi şekilde.
“Bay Cale, iyiliğinizi bir şekilde size geri ödemek istiyorum. Bize rehberlik edecek ve sınırı olan bir gücü kullanmak için ateşe gideceksiniz. Hiçbir şey vermeden bunların hepsini kabul edemeyiz.”
“Hayır, gerçekten bir şeye ihtiyacım yok.”
Cale garip bir ifade takındı. Daha sonra sanki bir şey düşünmüş gibi elini çırpmadan önce bir şeyler düşünür gibi oldu.
“Ah!”
Litana ve astlarıyla konuşmaya başladığında utanmış görünüyordu.
“Ormanla ilgili bir kitapta Bölge 1’i okumuştum. Canlı renkleriyle orman ve berrak kıyı şeridinin birleşiminin orayı çok güzel kıldığının anlatıldığını hatırlıyorum. Orada gün batımının harika olduğu söyleniyordu. Bunu okurken Bölge 1’de bir villamın olmasının harika olacağını düşündüğümü hatırlıyorum.”
Bölge 1, şu anda yanmakta olan bölümdü.
Bölge 1’in doğu kıyıları altın gibi nadir bulunan malzemelerle doluydu.
Romanda, Doğu kıtasından bir şaman yaklaşık bir ay içinde yangını söndürecekti. Sonra şaman biraz deniz suyu toplamak için kıyıya gider ve altın bir cevher bulur.
O altın cevheri, ‘Sihirli Taş’ höyüğünün sadece görünen kısmıdır.
Aslında tam bir maden sayılmaz, sadece en yüksek kalitede gömülü bir Sihirli Taş yığını. Şaman, hepsini toplayıp kaçmadan önce bunu bir sır olarak saklar.
“Yangın söndükten sonra gün batımını izlemek için Bölge 1’e gidebilir miyim?”
Litana birdenbire kelimelerini kaybetmişti. Bölge 1’in güzel kıyı şeridi. Ancak orası da yanıyordu. Önündeki adam, yangın söndürülmüş olsa bile, sonrasında oradaki manzaranın korkunç olacağını biliyor olmalıydı. Ancak arazi ya da para istememesi ve sadece orayı ziyaret etmeyi istiyor olması onu şaşırtmıştı.
Bu yüzden konuyu ilk açan o oldu.
“Görmenin yeterli olduğunu düşünmüyorum.”
“Affedersiniz?”
“Orada sizin için bir villa inşa edeceğim. Bölge 1’den memnun olmazsanız, o villayı Ormanın herhangi bir yerinde sizin için inşa edeceğim.”
“H, hayır, buna gerek yok. Bu çok fazla olur! Gerçekten ben böyle iyiyim.”
Cale, dudaklarının gülümsemesini engellemek için gerçekten de çok çalışmak zorunda kalıyordu.
“Hayır, sizin için bir villa yapacağım.”
“Ah, peki, eğer bu kadar ısrar ediyorsanız.”
Cale, cevap verirken ‘Yapabileceğim bir şey yok’ ifadesini takındı.
“Eğer yangını söndürmenize yardım edebilirsem, villa yine de çok fazla. Ama illa bir şey olacaksa, bir villa inşa edebileceğim küçük bir arsa rica edebilir miyim?”
Litana, Cale’in küçük bir soylu aileden olduğunu söylemesine rağmen, durumun gerçekten böyle olmayabileceğini söyleyebilirdi. Kıyafetlerinin malzemesine, sihirli çantasının büyüklüğüne ve zarafetine bakılırsa kesinlikle villa, arsa gibi şeyleri rahatlıkla satın alabilecek biriydi.
“Evet, tabi ki. Size istediğiniz kadar toprak vereceğim. Aslında ısrar ediyorum. Sadece bunu yaparsak tatmin olurum.”
‘Harika.’
Cale neşesini bastırdı ve başını sallarken içini çekti.
“Evet, bunu yapacağımdan emin olacağım.”
Orman diyarıyla ilgilenmiyormuş ama Litana ısrar ettiği için onun teklifini kabul ediyormuş gibi göstermişti. Bu, Litana’yı, her şey yolunda giderse, bu minnet borcunu ödemek için Cale’in kabul etmek istediğinden daha fazlasını vereceğine karar verdirmişti.
Cale, Litana’nın doğasını çok iyi biliyordu. Cale, onu okşamaya devam ederken On ile göz teması kurdu.
‘Hedefin arsaydı, değil mi?’
On’un bakışları bu soruyu soruyor gibiydi ama Cale sihirli çantasını açarken fark etmemiş gibi yaptı.
“Bir şeyler yemek ister misiniz? Hepiniz biraz aç görünüyorsunuz.”
“Ah, şöyle ki…”
Cale, Beacrox’a yaptırdığı yemeği çantadan çıkardı. Birini kendi tarafına çekmenin en temel yolunu biliyordu.
‘Seni besleyen bir insan iyi bir insandır.’
Choi Han’ın güvenini de bu şekilde kazanmıştı. Cale, konuşmaya devam ederken Litana’nın astının ona verdiği battaniyeye dokundu.
“Bunu bu battaniyenin bedeli olarak kabul edebilirsiniz. Birlikte yemek yiyelim ve yarın buradan çıkışa doğru hareket edelim.”
Atmosfer, normal bir durumdan, çok daha arkadaş canlısı bir hale geldi.
“Önce ekibimin bulunduğu köye döneceğiz ve sonra bu ormanı geçerek Ormana gideceğiz. Lütfen devam edin ve yemek yiyin.”
Cale, Litana ve astları için yemini arttırmaya devam etti.
“Yemek yemezseniz, ormanı kurtarmak için hiç gücünüz kalmaz.”
Cale’in sözleri Litana ve astlarının kendilerini bekleyen insanları düşünmesine neden oldu. Cale’e gelince ise, Sihirli Taşlar onu bekliyordu.
Litana sihirli çantada olduğu için hala taze ve sıcak olan yemeğe baktı ve Cale’in ona verdiği çatalı aldı. Daha sonra da mırıldanmaya başladı.
“Efsane çok da uzakta değildi.”
“Affedersiniz?”
Cale her şeyi duymuştu ama tek kelime duymamış gibi davrandı.
“Hayır, önemli bir şey yok. Bu çok lezzetli Bay Cale.”
“Memnun oldum.”
Litana ve astları, iki haftadan beri ilk kez dinlendirici ve dolu dolu bir gece geçirmeyi başardılar. On, bir iç çekmeden önce onları memnuniyetle izleyen Cale’e baktı.
***
“Bay Cale, bu harika.”
“Değil mi? On inanılmaz.”
Cale, onu takip eden Litana ve astlarına bir göz attı. Altısına güneşin altında bakmak, onların güçlü savaşçılar olduklarını görmesini çok kolaylaştırmıştı.
Güney kıtasında iki farklı savaşçı türü vardı. (Korece’de savaşçı için kullanılan iki farklı kelime var, Moosa ve Junsa, ama ikisi de savaşçıya çevriliyor, bunun yerine iki farklı savaşçı türü kullandık.)
Toonka gibi biri ‘dövüşçü’ tipken, Kuzey Şövalyeleri daha çok ‘savaşçı’ tipiydi. Orman halkı ikisinin karışımıydı. Hem dövüşmekte hem de dövüş sanatlarını veya silah sanatlarını kullanmakta iyiydiler.
“Bayan Lina, neredeyse Hoik Köyü’ne geldik.”
Cale, onun sözlerini duyduktan sonra Litana ve astlarının yağmurluklarını sıktığını görebiliyordu. Aniden sınırı geçmişlerdi, bu yüzden lacivert yağmurluklarıyla mümkün olduğunca kendilerini kapatıyorlardı.
Litana özellikle siyah saçlarını örtmeye özen gösteriyordu. Kraliyet ailesinin zifiri siyah saçları vardı. Bir Güneyli için daha minyon bir tipi olduğu ve kimliğini gizlemek için çok çalıştığı için, Litana’nın güçlü bir savaşçı olduğunu birinin anlaması zordu.
Ancak Cale gerçeği biliyordu.
‘Choi Han’ın biraz altında bir seviyede.’
Litana, Toonka’dan çok daha güçlüydü. Choi Han’ın altında bir seviye onun çok güçlü olduğu anlamına geliyordu. Kara Panterine binip mızraklarını kullandığında kimse onu yakalayamazdı. Ormanın gölgelerinden karanlık olan ormana kadar dolaşırken, güpegündüz iken bile düşmanları için ölüm meleği gibiydi. Bu şekilde Ormanı birleştiren Kraliçe olmuştu.
Ormanın liderinin hem empatik hem de güçlü olması gerekiyordu. Kabilelerini korumaları gerekiyordu.
“Neredeyse geldik.”
Cale, bir kez daha ileri doğru yürümeye başladığında Litana’nın grubunu arkasında hissedebiliyordu. On, onlara bir yol açmak için sisi kontrol ediyordu.
Sis uzaklaşmaya başladı.
“Ah.”
Litana’nın astları derin bir nefes aldı. Sonunda bu ‘Dönüşü Olmayan Yol’dan kurtulduklarını hissedebiliyorlardı. Cale sessizce yürümeye devam etti.
Litana ve astları, Cale’in yolda yavaş yavaş yürümesini izlerken daha da fazla güven hissediyorlardı.
Yağmur, Cale’in Litana’dan aldığı yeni yağmurluğun üzerine yağdı.
– Sonunda vardık.
Sonunda sis kalkmıştı ve Hoik Köyünün girişini görebilmiştiler. Geri dönmüştüler.
“Hah.”
Cale’in ağzından nefes nefese bir kahkaha çıktı.
Miyaavv!
On, Cale’in kollarından fırladı ve koşmaya başladı.
Miyav!
Hong da ona doğru koştu. Kardeşler birbirlerine doğru koştular ve yanaklarını birbirine sürtmeye başladılar. Cale, levhanın yanında duran insanları gördükten sonra kaşlarını çatmaya başlamadan önce iki yavru kediyi izlerken kollarını kavuşturmuştu.
“Neden hepiniz yağmurun altında buradasınız?”
Hans, Choi Han ve Rosalyn onu bekliyordu. Hiçbiri cevap vermedi, hepsi onu duymamış gibi davrandılar.
“Genç efendi-nim, uşak yardımcısı olarak uyuyamadım.”
“Cale-nim, hava soğuk. Arkanızdakiler kim?”
“Genç efendi Cale, iyi bir yolculuk geçirdiniz mi?”
Cale kollarını kavuşturdu ve onlara yöneldi. Önlerinde durup konuşmaya başladı.
“Geri döndüm.”
Cale, yüzlerindeki gülümsemeyi görmek istemediği için arkasını döndü. Ardından bakışları kendisine bakan insanlara takıldı. Bunlar içeri giren ve bir daha geri gelmeyen insanların aileleriydi.
Cale, levhanın yanında oturan yaşlı adama doğru yöneldi. Onu ormana gitmesi konusunda uyaran aynı kişiydi. Sonra yaşlı adamın yanına çömeldi. Yaşlı adamın gözleri inanamayarak titriyordu.
Cale kendinden emin bir şekilde yaşlı adamla konuştu.
“Yaşlı adam.”
Cale, hayır, Kim Rok Soo, asla geri gelmeyecek bir şeyi beklemenin nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Ebeveynlerinin öldüğünü biliyordu ama bir noktada, yeterince beklerse geri döneceklerini ummuştu. Cale doğrudan yaşlı adamın gözlerinin içine baktı.
“Orada Ejderha yok.”
Efsane artık yoktu.
Yaşlı adamın gözleri yavaş yavaş dolmaya başladı. Yaşlı adam başını iki yana sallamadan önce sessizce yere baktı. Cale, gelişigüzel eklemeden önce yaşlı adamı ve diğerlerini geçti.
“Ormanda bazı kıyafetler ve iskeletler gördüm. İsterseniz onları sizin için geri getirebilirim.”
Cale’in onlar için yapabileceği tek şey buydu.
Grubuna döndü ve bir Cale’e, bir de farklı tarzda giyinen Litana’nın grubuna bakan Choi Han ve diğerleriyle konuşmaya başladı.
“Eşyalarımızı toplayın.”
Ormanı işaret etti.
“Orman’a gidiyoruz.”
Ormanın 1. Bölgesinin tamamını saran yangın. Cale’in bu yangını kendi başına söndürmesinin zamanı gelmişti.